gittigidiyor

Orta Çaĝ 1

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Hz. Hasan'in hilafeti - Muaviye devrinin arka plani


HZ. HASAN’IN HILAFETI - MUAVIYE’YE DEVRININ ARKAPLANI

M. Mahfuz SÖYLEMEZ*

Genel bir bakis

Hz. Hasan dönemi, Islam tarih yaziciligi açisindan problemli bir dönemdir. Söz konusu zaman dilimi ile ilgili yeterli arastirma yapilmamistir. Mevcut çalismalarda da çogu zaman mezhepsel kaygilar ön plana çikmistir. Bu durum dönemin aydinlatilmasi bir yana, sorunun daha da giriftlesip içinden çikilmayacak bir hal almasinda etkili olmustur. Özellikle Sia ve Ehl-i Sünnet, söz konusu devreyi, bir birinden oldukça farkli sekillerde insa etmislerdir. Bu iki düsünce ekolünün, Hz. Hasan ile ilgili tarihi verileri kendi görüsleri dogrultusunda kurguladiklari ve buna uygun bir tarih insaina çalistiklari görülmektedir. Sia, Tanri tarafindan belirlenen ikinci imam olarak kabul ettigi Hz. Hasan ile ilgili kutsal bir hâle olusturarak, kurgulamasini bu eksen üzerinden yaparken,[1] Ehl-i sünnet ise bir taraftan Hz. Peygamberin torunu Hasan imajini zedelemeden ve onu rencide etmeden Sia’ya karsi durmaya çalismak, diger taraftan ise Muaviye’ye yapilan asiri elestirilerin, en azindan bir kismini, gögüslemek gibi bir paradoksla karsi karsiya kalmistir.

Ehl-i Sünnet, Muaviye’nin gerek Hz. Ali gerekse Hz. Hasan karsisindaki tutumunu temelde yanlis ve haksiz bulmasina ragmen fazla elestirmeme egilimindedir. Her iki grup da Hz. Hasan’in hilafeti Muaviye’ye teslim etmesini dogru bulmama noktasinda ortak bir paydada bulusuyorlarsa da, fiilen aksi gerçeklesmis olan imametin, Muaviye’ye devri hadisesini mesru kilacak tarzda, te’vil etme yolunu tercih etmislerdir. Ehl-i Sünnet bu noktada “Benim bu oglum seyyiddir. Umulur ki Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir. ”[2] hadisine dayanarak, Hasan’in Muaviye ile barismasini mesru bir zemine oturtma çabasina girisirken, Sia ise Hz. Hasan’i hakli göstermek için hadiseye ilahi bir yön veya veche verme gayretindedir.

Hz. Hasan’in hilafeti Muaviye’ye devretmesi ile alakali muazzam bir hadis külliyati uydurulmustur. Bu durum söz konusu ideolojik kurguyu göstermesi açisindan önem arzetmektedir. Biz, çogunlugu Sia tarafindan uydurulmus olan bu hadislerden sadece bir kaçini zikretmekle yetinecegiz:

Muaviye’yi Hz. Peygamberin minberinde görmeye tahammül edemeyen Siîler, bir taraftan Peygamberin Muaviye’yi lanetledigini ve “Onu minberimin üzerinde görürseniz, öldürünüz” dedigini aktarirlarken[3] diger taraftan, “Resulullah rüyasinda Ümeyyeogullarinin birbiri ardinca minbere çiktiklarini gördü. Bu rüya onu üzdü kendisini teselli etmek için yüce Allah Kevser suresini nazil buyurdu” iddiasinda bulunmaktadirlar. Bir birinden iki ayri durusu ifade eden bu haberlerden ilki, daha erken döneme ait iken, ikinci haber ise Emevî hanedanina mensup halifelerin pes pese iktidara geldikleri bir döneme aittir. Nitekim rivayetteki teslimiyet havasi Emevîlerin güçlü oldugu dönemlerde uydurulmus oldugunu göstermektedir. Ibnu’l-Esîr, hilafeti Muaviye’ye teslim ettiginden dolayi elestirilen Hz. Hasan’in kendisini savunmak için bu haberi kullandigini söylemektedir.[4] Bu durum, daha sonraki dönemlerde Peygamber’in torununu temize çikarmak amaciyla bu uydurma rivayetten Ehl-i Sünnet’in de yararlanmak istedigini ortaya koymaktadir.

Siîlerin kendi aralarindaki tartismalarin da zaman zaman uydurulan hadislere katildigini görmekteyiz. Nitekim Peygamber’e söylettirilen “Hasan ve Hüseyin huruc etmeseler de etseler de imamdirlar”[5] haberi aslinda Sia’nin kendi içerisindeki tartismalar ile alakalidir. Hz. Hasan ile Hüseyin’in Emevîler karsisindaki farkli tutumlari, Hz. Hasan’in imametini tartismali hale getirince, böyle bir hadis uydurularak imameti kurtarilmistir!. Yine ayni düsünce ekolü tarafindan uydurulan “Ilim anlamindaki ars, öncekilerin dördü, sonrakilerin de dördü tarafindan tasinir. Önceki dört selam üzerlerine olsun Nuh, Ibrahim, Musa ve Isa’dir. Sonrakiler de Allah’in salati üzerlerine olsun Muhammed, Ali, Hasan ve Hüseyin’dir”. [6] haberi ashabin en aliminin kim oldugu ve imametin ümmetin en alimine ait oldugu tartismalara, yani hicri ikinci asra ait çekismelerle yakindan iliskilidir. Bilindigi gibi Sia ümmetin en alimi olarak Hz. Ali’yi kabul etmekte ve Imametin Hz. Ebûbekir’in degil onun hakki oldugunu iddia etmekteydi.

Nebi (as) Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’e söyle demistir: “Sizinle savasan kimsenin düsmani, sizinle baris halinde olanin dostuyum”.[7] Hadisi ise yine Siîler tarafindan uydurulmus bir haber olup Cemel, Siffin ve Kerbela’da Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin ile savasmis olan Emevîleri toptan cehenneme gönderme amacina matuf olarak uydurulmustur.

adli eserde bulunan asagidaki hadise ise Siîler tarafindan bu konuda uydurulan hadislerde artik mantigin bile yok oldugunu göstermesi açisindan son derece çarpicidir.“Hüseyin (as) Aise’nin [Hz. Hasan’in dedesinin yanina defnedilmesine müsaade etmemesi] üzerine kendisine gitti ve onun talakini verdi. Çünkü Resulullah, kendi eslerini bosama yetkisini kendisinden sonra Emiru’l-mü’mîn’e [Hz.Ali] vermisti. O da kendisinden sonra Hasan (as)’a vermisti. Hasan da Hüseyin (as)’e vermisti. Resulullah [bu yetkiyi verirken de] söyle buyurmustu: Eslerimin içinde Kiyamet günü beni görmeyecek olanlar, vasilerim tarafindan talaklari verilmis olanlardir”.[8]

“Benim bu oglum seyyiddir. Umulur ki Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir.” Siyasî hadiseler ile hadis iliskisi konusunda bir çalismasi bulunan Mehmet Hatipoglu bu hadisin mevzu oldugunu söyledikten sonra söyle demektedir:

Ehl-i Beyte asiri derecede bagli olan kimseler, onun maddi menfaat karsiligi mukaddes davadan yüz çevirmis olmasini hazmedememisler, hatta onu, “mü’minlerin yüz karasi” olarak ilan etmeye karar vermislerdir. Hasan’in hareketini mazur görmeye çalisan çevreler ise, onun müdafaasini Hz. Peygambere yaptirmaktan baska çikar yol bulamayacaklardir. Hz. Peygamber, iki büyük ordunun birbirini kirmasina mani olup sulhu ikame eden bu torununun tutumunu yerinde bulacak, hatta övecektir.[9]

Yezîd b. Humeyr b. Abdurrahman b. Cubeyr’in agziyla Hasan’a söylettirilen “Araplarin çogunlugu bana itaat etmekteydiler. Istedigim ile savasiyor, istedigim ile baris imzaliyorlardi. Ama ben bütün bunlara ragmen hilafeti Allah rizasi ve ümmetin kaninin dökülmemesi için terkettim”[10] ifadesi de yukaridaki hadisi tamamlamasi için insa edilmis gibidir. Yukarida sadece bir kaçini aktarmis oldugumuz haberlerden de anlasildigi gibi, Hz. Hasan dönemi sonraki k
usaklar.gif
tarafindan bir çok kez restorasyona tabi tutulmus ve “tarih kurgulayicilari” tarafindan birden fazla kurgulanmistir. Iste “tarihin geriye dönük olarak okunmasi”nin en güzel örnegi olan, bu kurgu tarih içerisinden dogruyu bulup çikarmak Islam tarih yazicisinin önündeki en büyük problemlerden biri olarak durmaktadir. Biz bu çalismamizda yukarida saydigimiz iki farkli ideolojik durustan herhangi birinin tuzagina düsmeden Hz. Hasan’in hilafeti Muaviye’ye devretmesinin nedenlerini tartismak istiyoruz. Elde ettigimiz malzemenin hem lehte hem de aleyhte olanlarini dikkate alarak bir sonuca varmaya çalisacagiz.


------------------

*Gazi Üniversitesi Çorum Ilahiyat Fakültesi

[1] Sia Hz. Hasan’in yaptigi her seyin Allah tarafindan emredildigini, onun da Allah’in emrini yerine getirdigini söylemektedir. Konu ile ilgili Kuleynî sunlari aktarmaktadir: “Ebû Abdullah rivayet etmektedir; Vasiyet, yazili bir metin olarak Muhammed’e indi. Vasiyet ile ilgili bu yazili metin disinda Muhammed’e gökten mühürlü hiçbir metin indirilmemistir. Cebrail dedi ki: “Bu Ehl-i Beyt’ine ümmet hakkindaki vasiyetindir.... Muhammed’in ölümünden sonra Ali o mektuptan ilk mührü açti onunla amel etti. Sonra Hasan ikinci mührü açti onunla amel etti. Onun ölümünden sonra Hüseyin üçüncü mührü açti, orada sunun yazili oldugunu gördü; savas, öldür ve öldürül, insanlari kendinle beraber sahadet için götür. Sen olmaksizin onlara sahadet yoktur. Hüseyin ölünce mektubu Ali b. Hüseyin’e verdi....” Kuleynî, Usulu Kafi, I-IV, (Farsça’ya trc. Seyid Cevad Mustafa), Tahran ?, II, 28-29

[2] Bu hadis bir çok meshur hadis mecmualarinda da yer almaktadir. Örnek olarak bkz. Buharî, VII, 74; Tirmizî, 3775; Nesaî, III, 107; Ebû Davud, 4662, Taberanî, 2588; Semsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyer A’lam en-Nubela,(thk. Suayb el-Arnavud-Hüseyin el-Esed) I-XXIII, Beyrut 1984-1988, III, 251; Zehebî, Tarihu’l-Islam ve Vefeyâtu’l-Mesâhîr ve’l-A’lâm –Ahdu Muaviye b. Ebî Süfyân 41-60, (thk. Ömer Abdusselam Tedmurî), Beyrut 1993, 34; Ibn Teymiyye, Sualun fi Muaviyye b. Ebi Süfyan;(trc. M. Mahfuz Söylemez, Ideolojik Tarih Okumalari’nin içerisinde) Ankara 1999, 119; Sihabuddin Ahmed b. Abdulvahhab en-Nuveyrî, Nihâyetu’l-Ereb Fi Funûni’l-Edeb, (thk. Muhammed Ebû’l-Fadl Ibrahim) Kahire 1975, XX, 230.

[3] Allame Ibn Mutahhar Hillî (726/1326), Kitabu Minhâcu’l-Kerâme fi Ma’rifeti’l-Imâme, (thk. Muhammed Resâd Sâlim), Kahire 1962, 113

[4] Ibnu’l-Esîr aynen söyle demektedir: “Hz. Hasan Kûfe’den ayrildiginda adamin biri ona hücum ederek “Ey Müslümanlarin yüzünü kara çikartan adam” diye bagirmis, Hz. Hasan da ona söyle cevap vermisti: “Beni kinama! Resulullah rüyasinda Ümeyyeogullarinin birbiri ardinca minbere çiktigini gördü. Bu rüya Peygamberi çok üzmüstü, Ancak yüce Allah bunun üzerine su ayeti indirdi “Biz sana Kevser’i verdik. Arkasindan indirdigi kadir suresinde söyle buyurdu: “Biz onu Kur’an’i kadir gecesinde indirdik... (o gece) bin aydan daha hayirlidir.” Senden sonra Ümeyyeogullari bu göreve geleceklerdir. Bkz. el-Kâmil, III, 416

[5] Seyh Razî Ali Yasin, Sulh-i Imam Hasan –por sokveterin-i nermes-i kahrumânâne-i tarih, (Farça’ya trc. Seyyid Ali Hameneî), Tahran 1365, 269; Muhammed Beyumî Mehran, el-Imam Hasan b. Ali, Beyrut 1990, 44

[6] Ebû Ca’fer Muhammed b. Ali b. Babeveyh el-Kumî (Seyh Saduk), Risâletu’l-I’tikadiyeti’l-Imâmiyye: Siî Imamiyye’nin Inanç Esaslari, (Türkçe’ye trc. Ethem Ruhi Figlali), Ankara 1978, 47

[7] Seyh Saduk, 125. Bu rivayetin Hillî’deki versiyonu ise “Ey Ali seninle savasan benimle savasmis, seninle anlasan benimle anlasmis olur” seklindedir. Bkz. Hillî, 115-116

[8] Mesudî’ye atfedilen Isbatu’l-Vasiyye li Imam Ali b. Ebî Talib, Beyrut 1988, 173

[9] Bkz. Mehmet Hatipoglu, Hz. Peygamberin Vefatindan Emevîlerin Sonuna Kadar –Siyasî-Ictimaî Hadiselerle Hadis Münasebeti, Basilmamis Doçentlik Tezi, Ankara, 41

[10] Zehebî, Tarih (muaviye) 38

Kaynak: Islami arastirmalar dergisi, 3-4, 2001
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
HZ. HASAN’IN HILAFETI - MUAVIYE’YE DEVRININ ARKAPLANI

Hz. Hasan’in Hilafete Getirilisi

Hz. Ali ile Hz. Fatima’in ilk çocugu olan Hz. Hasan, Medine’de 625 tarihinde dogdu. Taberistan’in ve Kuzey Afrika’nin fethinde bulundu. Hz. Osman’in asiler tarafindan kusatildigi dönemde, kardesi Hüseyin ile beraber, onu korumak amaciyla kapisinda nöbet beklemesi disinda, babasinin hilafetine kadar hiçbir siyasî hadisede yer almadi. Hz. Ali döneminde ise Hz. Aise’nin ordusuna karsi savasmak üzere, asker toplamak amaciyla, Kûfe’ye, ünlü sahabi Ammâr b. Yâsir ile beraber gönderildi.[1] Babasinin hilafeti döneminde cereyan eden savaslarin tamamina istirak etti.

Hz. Ali’nin vefatindan sonra hilafete getirilen Hz. Hasan’in seçilis biçimi ile Hz. Ebubekir’in göreve getirilisi arasinda bir benzerlik bulunmaktadir. Bir farkla ki Hz. Ebubekir’in hilafete gelisinde Ensarin, Sa’d b. Ubâde’yi halife seçmek amaciyla, daha önce bir takim hazirliklar yaptigi anlasilmaktadir.[2] Bu durum sahabenin tamamen hazirliksiz olmadigini, en azindan bir kisminin Hz. Peygamberin hastaligi esnasinda, onun vefat edecegi gerçekligine kendisini hazirladigini ortaya koymaktadir.

Hz. Hasan’a gelince; Kûfelilerin Hz. Ali’den sonra kimin halife olacagi hususunda hiçbir hazirlik yapmadiklari anlasilmaktadir. Çünkü Hz. Ali’nin sehit edilmesi ani bir gelismedir. Kûfeliler bu duruma tamamen hazirliksiz yakalanmislardir. Ancak Hz. Ali’nin yaralanmasi ile beraber kimin halife olacaginin tartisilmaya baslandigini görmekteyiz. Tartisma Hz. Ali’ye kadar getirilmis, kendisinden sonra halifelik yapacak bir sahsi tayin etmesi istenmistir.[3] Hz. Hasan disinda, kaynaklarimiz tarafindan zikredilmemis olmasina ragmen, baska adaylar da bulunmus olmalidir. Babasinin vefatindan iki gün sonra kendisine biat edilmis olmasi bu ihtimali kuvvetlendirmektedir.[4] Ancak Hz. Hasan, bu adaylar arasindan siyrilip ön plana çikmistir. Onun ön plana çikmasinin bir takim nedenleri olmalidir. Kendisini hilafete tasimada önceki basarilarinin rolünün olmadigini biliyoruz. Zira daha önce hilafete gelebilecek kadar büyük bir basari elde edemedigi gibi katildigi savaslarda da kayda deger bir varlik gösterememistir. Nitekim hilafeti onun hakki olarak görenler de kendisine böyle bir basari atfetmemektedirler. Dolayisiyla Hz. Hasan’i hilafete tasiyan nedenleri baska yerde aramak gerekmektedir.

Sia, Hz. Hasan’i hilafete tasiyan nedenin ilahî oldugu kanisindadir. Onlara göre Hz. Hasan, babasindan sonraki imam olarak Tanri tarafindan belirlenmistir. Dolayisiyla Hz. Ali, Tanrinin bu emrine dayanarak, oglunu kendisinden sonraki imam olarak açiklamis ve halkin ona biat etmesini emretmistir. Bu hadiseden sonra da Kûfeliler, Hz. Hasan’a biat etmislerdir. Siî müellif Kuleynî, bu olayi anlatirken, söyle demektedir: “Ali (as) hasta oldugu zaman onun yerine namazi oglu Hasan kildirdi. Imam Ali kitabini ve silahini ona vererek onu kendi yerine imam tayin etti ve söyle dedi: “Yavrum! Allah Resulü benden sonra seni vasi tayin etmem ve kitabim ile silahimi sana vermemi emretti. Peygamber beni kendisine vasi tayin edip kitabini ve silahini verdigi gibi, benim de seni vasi tayin etmemi ve ömrünün sonlarina dogru bunlari kardesin Hüseyin’e vermeni buyurmami emretti... ”[5] Isbatu’l-Vasiyye adli eserde de Hz. Ali’nin on iki oglunu bir araya toplattigini, kendilerine Hasan ve Hüseyin’i vasi tayin ettigini söyledigini, bundan sonra da Hz. Hasan’a biat edildigini aktarmaktadir.[6] Ibn A’sem Hz. Ali’nin vefatindan sonra Kûfeliler “önce Hasan’in, arkasindan da Hüseyin’in imam olmasini kabul ettiler”[7] demektedir. Ancak Siî kaynaklar disindan gelen rivayetler Hz. Hasan’in bu sekilde veliaht olarak atandigina dair yeterli bilgi sunmamaktadir. Aksine tarafsiz rivayetlerin büyük bir kismi Hz. Ali’ye kendisinden sonra kimi halife tayin edeceginin soruldugunu, onun da hiçbir beyanda bulunmadigini aktarmaktadir. Örnegin Islam Tarihinin önemli kaynaklarindan biri olan Belâzûrî tarafindan aktarilan Cündeb b. Abdullah’in Hz. Ali’ye geldigi ve oglu Hasan’i halife seçmek istediklerini, bu konudaki fikrini sordugunu, Hz. Ali’nin de “size emretmeyecegim gibi sizi bundan da alikoymam”[8] rivayeti bunlardan sadece birisidir.

Öyle anlasiliyor ki Hz. Ali kendisinden sonraki halifeyi belirlemek istememistir. Nitekim kendisine bu talepte bulunanlara Hz. Peygamberi örnek almak istedigini ifade ederek hiç kimseyi halife olarak zikretmeyecegini söylemistir.[9] Bilindigi gibi Hz. Peygamber de kendisinden sonra hiç kimseyi halife tayin etmemis, ümmeti kendi halifesini tayin hususunda özgür birakmisti. Hz. Ebûbekir ve Ömer ise kendilerinden sonraki halifeyi bir sekilde belirlemislerdi. Hz. Ömer, Hz. Osman’in halife seçildigi sûrâ’yi belirlerken oglunu da dahil etmis, fakat seçilemeyecegini sart kosmustu. Iste Hz. Ali bu hadiseye de vurgu yaparak Hasan’i halife olarak belirlemeyecegini, hilafetine de engel olmayacagini açiklamisti. Adnan Demircan’in da belirttigi gibi belki de Hz. Ali, açik bir sekilde dile getirmemis olsa da, oglunun halife olmasini istemistir. En azindan oglunun da diger insanlar kadar hak sahibi oldugunu düsünmüs olmalidir.[10] Zaten Abdullah b. Cündeb’in kendisiyle görüsmesinden hemen sonra oglunu çagirip nasihatlerde bulunmasi da halife seçilecegini bekledigini göstermektedir.[11]

Hz. Ali’in vefatindan iki gün sonra halk yeni halifeyi seçmek üzere Kûfe Cuma mescidinde toplandi.[12] O ana kadar da halifenin kim olacagi hususunda halk arasinda bir ittifak bulunmuyordu. Bunu bilen Kays b. Sa’d b. Ubâde el-Ensârî, mescitte bir konusma yaparak, babasinin faziletlerini ve Hz. Hasan’in meziyetlerini zikretmis, ona biat etmeleri hususunda Kûfelilere telkinlerde bulunmus ve hiç zaman kaybetmeden kendisine biat eden ilk kisi olmustur. Onun biat etmesiyle Kûfeliler de biat etmeye baslamislardi.[13] Dönemin ileri gelenlerinden biri olarak kabul edilen Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi Hz. Hasan’a biat hususunda bu denli acele ettiren neden ise Kûfe’nin yapisinda aranmalidir. Zira Kûfe çok farkli etnik unsurlari barindiran bir kent idi.[14] Hilafet tartismalari ile, bu etnik unsurlarin karsi karsiya gelebilecegi endisesinin Kays’i acele ettirmis olmasi yüksek bir ihtimaldir. Böylece Kays’in, gerek Kuzey Araplari gerekse de Güney Araplari tarafindan kabul edilebilecek birine biat ederek, Kûfelilerin birbirlerine girmesini, bir iç savasin patlak vermesini engelledigini söylemek mümkündür.

Siî temayüllü olan Isfehanî, Hz. Hasan’a ilk biat edenin Abdullah b. Abbas oldugunu söylemektedir.[15] Ancak Abdullah b. Abbas, Hz. Ali’nin Basra valisi idi ve o anda Kûfe’de olmayip görevinin basinda bulunuyordu.[16] Zaten Isfehanî Hz. Hasan’a ilk biat eden sahsin Abdullah b. Abbas oldugunu söyledikten sonra Muaviye tarafindan Hz. Hasan’in hakimiyetinde bulunan kentlere casuslarin gönderildigini, Kûfe’ye gönderilen casusun Hz. Hasan, Basra’ya gönderilen casusun da Basra valisi Abdullah b. Abbas tarafindan yakalanarak idam edildigini belirtmektedir.[17] Böylece Isfehanî de daha önce verdigi bilgiyi yanlislamakta, Abdullah b. Abbas’in o tarihte Basra’da oldugunu kabullenmektedir. Ibn A’sem’in de Abdullah b. Abbas’in Basra’dan Hz. Hasan’a mektup yazip, Muaviye ile savasa devam etmesini tavsiye ettigini söylemesi de[18] Abdullah’in, Hz. Hasan’a biat ettigi tarihte Kûfe’de olmadigi gerçegini ortaya koymaktadir.

Burada üzerinde durulmasi gereken bir baska husus ise Hz. Hasan’a yapilan biatin sekli ile ilgilidir. Kaynaklar bu konuda birbiri ile çelisen iki ayri rivayet kümesi zikretmektedirler. Birinci rivayet kümesi Kûfelilerin, Hz. Hasan’a, Muaviye ile savasmasi sarti ile biat etmek istedigini ve Hz. Hasan’in Kur’an ve Sünnet yeter diyerek bunu reddettigini belirtmektedir.[19] Kaynaklarimizda bunlarin kimlikleri ile ilgili net bilgiler verilmese de savas hususunda bu kadar istekli olan bu grubun Haricîler oldugu kanaatindeyiz. Eger Hz. Hasan’a biat etmis olanlarin tamami, “Muaviye ile savasmak” sartyla onun hilafetini taniyacaklarini ileri sürmüs olsalardi, biraz sonra anlatmaya çalisacagimiz süreçte, savas hususunda bu kadar gevsek davranmaz ve savasmamak için bu kadar mücadele etmezler, aksine Muaviye ile canla basla savasirlardi. Oysaki hadiseler Kûfelilerin ne kadar isteksiz olduklarini, savastan ziyade barisi düsündüklerini ortaya koymaktadir.

Taberî, Kays b. Sa’d b. Ubâde’nin de Muaviye ile savasmak sarti ile biat etmek istedigini, ancak Hz. Hasan’in bu sarti kabul etmedigini söylemektedir.[20] Fakat hadiseyi Kûfeli tarihçi Avvâne b. el-Hakem’den (ö.148) den aktaran Belâzûrî, Kays’in sartli biat ettigine dair bir bilgi aktarmamaktadir.[21] Zaten Kays’in sartli biat etmek istemesi olayin akisi ile uyumlu degildir.

Ikinci rivayet kümesi ise Hz. Hasan’in barisi saglamak veya kendisine bir takim çikarlar elde etmek amaciyla hilafete gelmek istedigini, hilafete seçilirken “baris yaptigi ile baris, savas yaptigi ile savas yapmak” sarti ile biat aldigini, [22] böylece hilafeti Muaviye’ye devretmek için hazirlik yaptigini söylemektedir. Nitekim bu rivayetler Hz. Hasan’in Muaviye ile savasma niyetinde olmadigini, tek amacinin kendisine bir takim çikarlar sagladiktan sonra hilafeti Muaviye’ye teslim etmek oldugunu belirten Zührî kanaliyla gelmektedir.[23] O bu kurgusunu, söz konusu sahislar arasinda hiçbir hadise meydana gelmemiscesine, Hasan’in Muaviye’ye yazarak ondan bir takim seyler talep ettigini, bunlarin verilmesi durumunda biat edebilecegini söyledigi iddiasi ile tamamlamaktadir.[24]

Zühri Emevî yanlisi bir tarihçidir. Nitekim bu hanedan ile yakin iliskileri bulunmakta idi. Abdulmelik b. Mervan fetva hususunda ona basvururdu.[25] Emevî halifesi Hisam döneminde ise bu hanedaninin neredeyse bir parçasi haline gelmis, onlardan hiç ayrilmamistir. Bu dönemde halifenin çocuklarinin da hocaligini yapmistir.[26] Dolayisiyla Zührî tarafindan aktarilan bu rivayetin Hisam dönemindeki Imam Zeyd b. Ali hareketiyle de yakin iliskisinin bulunma olasiligini göz ardi etmemek gerekir. Bilindigi gibi Hisam b. Abdulmelik’e isyan eden Zeyd b. Ali döneminde de bir takim ekonomik nedenler gündeme gelmis ve Zeyd b. Ali hadisesi bu ekonomik sorunlardan dolayi patlak vermis idi.[27] Hz. Hasan’in hilafeti para karsiliginda sattigini söyleyen yukaridaki rivayetler, ayni zamanda Zeyd b. Ali’yi karalamak için kullanilmis olmalidir. Böylece bu ailenin öteden beri para düskünü oldugu, ilkelerinin bulunmadigi ima edilerek, Zeyd b. Ali’yi halkin gözünden düsürme amaciyla ileri sürülmüs olmasi muhtemeldir. Bu rivayetler ayni zamanda Hz. Hasan’in böyle bir sart ileri sürdügünde, biat etmekte olan halkin tereddüt geçirdigini, Muaviye ile anlasmak niyetinde oldugundan süphelendiklerini ve bu tutumunu kinadiklarini aktarmaktadir.[28] Fakat biraz sonra aktaracagimiz hadiselerden de açik bir sekilde anlasilacagi gibi Kûfeliler hiç de bu kanaatde degillerdi. Aksine onlar savasmayi istemiyorlardi.



Kendisine h. 40 yilinin Ramazan ayinda biat edilen Hz. Hasan’in halife olarak ilk icraati babasinin katili olan Abdurrahman b. Mülcem’e kisas uygulamasi oldu.[29] Rivayetler Hz. Hasan’in bu ilk sinavini hiç de iyi vermedigini aktarmaktadir. Zira bu rivayetlerin önemli bir kismi Abdurrahman b. Mülcem’in iskence ile öldürüldügü hususunda hemen hemen ittifak halindedir. Bunlardan kimisi ise Ibn Mülcem’e müsle yapildigini; yani önce elleri, sonra ayaklari, arkasindan kulaklari ve burnu kesildikten sonra öldürüldügünü söylemektedir.[30]



--------------------------------------------------------------------------------

[1]Hz. Hasan ve Ammâr b. Yasir’in Kûfe valisi Ebû Musa el-Esarî ile tartismalari meydana gelmis, bu tartismalarin akabinden ancak 7000 kisilik bir kuvvet Hz. Ali’nin ordusuna katilmistir. Genis bilgi için bkz. Halife b. Hayyat, Tarihu Halife b. Hayyat, (thk. Süheyl Zekkar), Beyrut 1993, 137-138; Ebu Cafer Muhammed b Cerîr et-Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l Mulûk, I-XIII, Beyrut 1987, V, 508; Mesûdî, Murûcu’z-Zeheb, I-V, Kum 1984, II,368

[2] Peygamberin cenazesi kaldirilmadan Ensar’in Sakifetu Beni Saide’de toplanarak Sa’d b. Ubâde’yi halife seçmeye çalismalari, onlarin Hz. Peygamberden sonra kimin halife olacagi hususunda bir takim hazirliklar yaptigini göstermektedir.

[3] Bkz. Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, (thk. Ahmed Ebû Mülhim ve arkadaslari), I-XIV, Beyrut ?, VIII, 16

[4] Bkz. Mesudî, Murûc, III, 4

[5] el-Kuleynî, Usul el-Kafî, II, 65. Kuleynî tarafindan aktarilan bu rivayet kendisinden sonraki kaynaklarin tamaminda yer aldigi gibi, bu gün dahi Siî kökenli arastirmacilar ayni argümani kullanmaktadirlar. Örnek olarak bkz. Razi Ali Yasin, Sulh-i Imam Hasan, 76-77

[6] Bkz. Isbatu’l-Vasiyye, 165 vd.

[7] Bkz. Ebû Muhammed Ahmed b. A’sem (314/926), el-Fütûh, I-VIII, Beyrut 1986, III/IV, 284

[8] Belâzûrî, Kitâbu Cumel min Ensâbi’l-Esrâf, (thk. Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî) III, 262; Taberî, VI, 73

[9] Bkz. Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihaye, VIII, 16

[10] Bkz. Adnan Demircan, Islam Tarihi’nin ilk Asrinda Iktidar Mücadelesi, Istanbul 1996, 40

[11] Bkz. Belâzûrî, III, 262

[12] Bkz. Mesudî, Murûc, III, 4

[13] Belâzûrî, III, 278; Taberî, VI, 73

[14] Kûfe’nin demografik yapisi ile ilgili olarak bkz. M. Mahfuz Söylemez, Bedevîlikten Hadarîlige Kûfe, Ankara 2001, 95-171

[15] Ebû’l-Ferec el-Isfehanî (356/966), Mekâtilu’t-Talibiyyîn, (thk. Ahmed Sakar), Beyrut 1987, 52

[16] Bkz. Ali Yasin, 122

[17] Bkz. Isfehanî, Mekâtil, 54

[18] Bkz. Ibn A’sem, III/IV, 285

[19] Ibn Kuteybe konu ile ilgili sunlari söylemektedir: “Kûfelilerden bazisi Hz. Ali’nin vefatindan sonra Hz. Hasan’in yaninda yer aldilar. Bunlar ona Muaviye ile savasmasi sarti ile biat etmek istediler. Ancak o, söz konusu gurubun bu sekilde biatini kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Hasan’dan ayrilarak Hüseyin’e gittiler ve ona biat etmek istediler. Fakat Hüseyin, agabeyi dururken kendisinin biat almasinin mümkün olmadigini belirtince, ondan ayrildilar tekrar Hasan’a geldiler ve kendisine biat ettiler.” Bkz. Ibn Kuteybe, el-Imame, I/II, 163

[20] Bkz. Taberî, VI, 73

[21] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 279

[22] Belâzûrî, Ensâb,III, 279; Taberî, VI, 77; Ibn A’sem, III/IV, 285; Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Nu’man, (413/1022) el-Irsâd, (shh. Seyyid Kâzim el-Musevî), Kum 1377, 169; Nuveyrî, XX, 224

[23] Bkz. Ibn Sihâb ez-Zührî, el-Megâzî en-Nebeviyye, (thk.Süheyl Zekkâr), Beyrut 1981, 157; Zührî kanaliyla gelen bu bilgiler ayni sekilde Taberî [VI, 73-74] ve Ibnu’l-Cevzî [el-Muntazam fi Tevârihi’l-Mulûk ve’l-Ümem, I-XII, (thk. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1995, III, 406] tarafindan da eserlerine alinmistir.

[24] Bkz. Taberî, VI, 77

[25] Hatta Kaderiye mezhebine mensup bir takim insanlar onun verdigi fetva sonucunda öldürülmüstü. Bkz. Abdulkahir el-Bagdadî, Mezhepler Arasindaki Farklar, (trc. Ruhi Figlali), Ankara 1991, 289

[26] Bkz. Michael Lecker, “Biografical Notes on Ibn Sihab al-Zuhrî” Jurnal of Semitic Studies, XLI/I spring 1996, 22 vd; Ayrica bkz. Talat Koçyigit, “Zührî”, IA, XIII, 643-647

[27] Imam Zeyd hadisesi ile ilgili genis bilgi için bkz. Muhammed b. Sa’d, Tabakâtu’l-Kübra, I-IX, Beyrut trs, IV, 326; Muhammed b. Ali b. Tabataba b. Tiktaka, el-Fahri fi Adâbi’s-Sultaniyye ve’d-Duveli’l-Islamiyye, Beyrut trs., 133; Ibnu’l-Cevzî, Muntazam, IV, 673 vd.

[28] Bkz. Nuveyrî, XX, 224

[29] Yakubî, Tarihu Yakubî, I-II, Beyrut 1992, II, 216; Ibn Kuteybe, el-Meârif, 240; Taberî, VI, 73; Muhammed b. Hibbân, Kitabu's-Sikât, I-IX, Haydarabad, 1975, II, 305; Kalkasandî ve Nuveyrî Hz. Hasan’a babasinin katledildigi ilk gün biat edildigini söylemektedir. Bkz. Ahmed b. Ali el-Kalkasandî, Subhu’l-A’sa fi Sinaati’l-Insa, I-XV, (srh. Muhammed Hüseyin Semsuddin), Beyrut 1987, III, 266; Meâsiru’l-Inâfe,106; en-Nuveyrî, XX, 224

[30] Bkz. Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dineverî (276/889), el-Im*âme ve’s-Siyâse, I-II, Kum 1363, I/II, 161

Kaynak: Islami arastirmalar dergisi, 3-4, 2001
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Muaviye Ile Mücadelenin Baslamasi

Ibn Mülcem’in kisas edilmesinden hemen sonra, Hz. Hasan, Muaviye ile baslayacagi mücadelede Kûfelilerin destegini almak için harekete geçti ve atâlarini yüzer dirhem artirdi.[1] O, Kûfelilerin her ne kadar babasinin yaninda yer aliyor gibi görünseler de onu sevmediklerinin farkindaydi. Zira gerek Siffin savasinda, gerekse Nuhayla, Nehrevan ve devamindaki savaslarda bu sehirden önemli sayida insan ölmüstü. Ölenlerin fazlaligini anlatmak için kaynaklar, sehirde agit sesinin yükselmedigi hiçbir evin olmadigini aktarmaktadirlar. Tüm bu insanlarin, yakinlarinin öldürülmesini gönül huzuru içerisinde kabullendiklerini söylemek safdillik olur. Bunun bilincinde olan Hz. Hasan,[2] Muaviye ile yapacagi mücadelede bunlarin destegini saglamak istedi ve maaslarini artirdi. Bu taktigin geçici bir süre için dahi olsa ise yaradigi anlasilmaktadir. Nitekim Belâzûrî, Kûfelilerin Hz. Hasan’i babasindan daha çok sevdiklerini aktarmaktadir.[3]

Biat tamamlandiktan sonra yeni halife Hz. Hasan, babasinin öldügünü, kendisinin onun yerine halife seçildigini, babasinin valilerine bildirdi ve biat istedi. Babasinin atadigi valilerinin tamami ona biat ettiler. Hz. Hasan bu valilerden hiç birini degistirmeyerek görevlerinin basinda birakti. Böylece kendisine sadece Muaviye’nin kontrolünde bulunan Misir ve Suriye biat etmemis, bunun disindaki yerlesim birimlerinin tamami biat etmis oldu. Daha önce babasinin kontrolünde bulunan yerlesim birimlerinin biatini alan yeni halife, hiç zaman kaybetmeden Muaviye’ye mektup yazarak biat istedi.[4] Fakat Muaviye bunu reddetti. Çünkü o Hz. Ali’nin ölümü ile avantajli bir konuma yükseldiginin farkinda idi. Artik karsisinda genç ve deneyimsiz biri duruyordu. Onunla mücadele etmek daha kolay olacakti. Dolayisiyla hiç zaman kaybetmeden kendisini halife ilan etti ve biat almaya basladi.[5] Böylece Islam aleminin, ilk defa, iki halifesi olmus oldu. Artik Muaviye mesru halifeye biat etmeyen bir vali degil, kendisine, Islam aleminin en azindan bir bölümünde, biat edilmis olan bir halife konumuna yükseldi. Simdi Hz. Hasan’i ikna etmek veya en azindan hareket alanini daraltmak gerekiyordu. Bu amaçla Muaviye ilk olarak Hasan’i kendi tarafina çekmek için her zaman uyguladigi taktik olan kesenin agzini açti ve ona aslinda hilafete layik olmakla beraber genç ve tecrübesiz oldugunu, devlet islerinin deneyim gerektirdigini bildirdi ve kendisine katilmasi durumunda ona Irak Beytu’l-Malinda bulunan tüm parayi ve istedigi bölgenin haracini tahsis edecegini yazdi.[6] Fakat Hasan, buna razi olmayarak babasinin baslattigi mücadeleyi sürdürme niyetinde oldugunu ortaya koydu.

Muaviye’nin mektubunu Hz. Hasan’a getiren Cundeb b. Abdullah, Samlilarin kendisine karsi savasmak için ordu hazirlamakta olduklarini bildirerek, bu ordunun gücü ve sayisi hakkinda bilgi verdi, bir an önce hazirlanmasini önerdi.[7] Bu hadiseden kisa bir süre sonra Muaviye’nin 60.000 kisilik bir ordunun basinda Sam’dan Irak’a dogru hareket ettigi, yerine vekil olarak da ed-Dahhâk b. Kays el-Fihrî’yi atadigi haberi geldi.[8] Rivayetlere göre; Hz. Hasan, Muaviye’nin ordusunun Irak’a hareket ettigi haberini almis olmasina ragmen harekete geçmemistir.[9] Büyük bir ihtimalle Muaviye’nin saldiracagi yerin netlesmesini beklemistir. Kaynaklarimiz Suriye ordusunun, Cisru Menbiç’e geldigi haberi üzerine Hz. Hasan’in basta Hucr b. Adiyy, Kays b. Sa’d b. Ubâde ve Abdullah b. Abbas olmak üzere danismanlarinin uyarilarini dikkate alarak orduyu hazirlamak için harekete geçtigini ve Kûfe mescidinde halka bir konusma yaparak onlari Muaviye’ye karsi savasa çagirmakla yetinmedigini bunun bir cihat oldugunu ilan ettigini aktarmaktadirlar.[10] Hz. Hasan’in mescitte yapmis oldugu bu konusma, onun Muaviye ile mücadeleye bakisini yansitmaktadir. Cihad çagrisi içeren bu konusma baris yanlisi birinin yapacagi bir hitap degildir. Eger Hz. Hasan, Muaviye ile savasmak, ya da Demircan’in ifadesi ile “Müslümanlar arasinda meydana gelebilecek bir savasin sorumlulugunu üstlenmemek” [11] amacinda olsaydi, hadiseye cihad olarak bakmasi anlamsiz olurdu. Bu durum rivayetlerin aksine Muaviye ile ciddi bir sekilde savasma niyetinde oldugunu göstermektedir.

Halife savasa istekli olmasina ragmen Kûfeliler onun ile birlikte savasa gitme niyetinde degillerdi. Nitekim Belâzûrî ve Isfehanî, Kûfe mescidinde Hz. Hasan’in halki cihada davet ettiginde hiç kimsenin olumlu cevap vermedigini, herkesin susup kaldigini söylemektedir.[12] Hz. Hasan’in asker toplamakta zorlandigini gören Hz. Ali taraftarlarindan Tay Kabilesi’nin lideri Adiyy b. Hatem et-Taî, Kays b. Sa’d b. Ubâde, Ziyâd b. Sa’sa’ et-Teymî, Ma’kil b. Kays er-Riyâhî devreye girerek mescitte halka yaptiklari konusmalarla Kûfelileri halifeye destek vermeye çagirdilar. Burada vurgulanan tema ise imamlarini yalniz birakmamalari gerektigi idi.[13] Ama Kûfeliler, hiç de bu kanaatte degillerdi. Onlar, yukarida da arzetmeye çalistigimiz gibi artik bu kabil savaslardan yorgun düsmüs ve barisin bir an önce gelmesini arzulamaktaydilar.[14]

Öte taraftan Hz. Hasan, Kûfelilerin kendisine destek vermek istemediklerini anlayinca amillerine yazarak asker talebinde bulundu. [15] Bütün bunlardan sonra Kûfe ve bagli yerlesim birimlerinden 40.000 kisilik bir kuvvet olustu.[16] Adi geçen bu sehrin askeri potansiyeli dikkate alindiginda söz konusu rakamin çok da büyük olmadigi anlasilmaktadir. Rivayetlerin aktardigi rakamlarin en yüksegi olan 40.000 kisinin dogru olduguna inansak bile bu rakamin içerisinde çevre yerlesim birimlerinden gelen askerlerin varligini da kabul etmemiz gerekir. En kötü ihtimalle bunun 1/4’ünün disardan geldigini varsaysak bile Kûfe kökenli askerlerin 30.000 kisi oldugu gerçegi ile karsi karsiya gelmis oluruz. Bu rakam da Kûfe’nin asker potansiyelinin ancak yarisini teskil etmektedir.[17] Toplanan askerlerin hepsinin de Hz. Hasan’i destekledigini, onun basarili olmasini istedigini veya ayni hedefe varmaga çalistigini söylemek de mümkün degildir. Aksine Hz. Hasan’in ordusu birbirinden oldukça farkli kitlelerden olusmaktaydi. Bu kitlelerin ilkini Muaviye ve Haricîlerle yapilan savaslarda yorgun düsen, yakinlarini bu savaslarda kaybeden ve artik savasmak istemeyen kitle olusturuyordu ki bu kitle ordunun çogunlugunu teskil etmekteydi.

Ordusunun ikinci önemli kuvvetini ise haricîler olusturmaktaydi.[18] Sayilari hakkinda net bilgilere sahip olmamakla beraber, bunlarin Sabât’ta[19] çikardiklari karisikligi dikkate alacak olursak, önemli bir kuvvet olduklarini düsünebiliriz. Bu orduda yer almalarinin nedenine gelince; Muaviye’yi kafir olarak gördükleri için onunla savasmak istiyorlardi. Babasi Hz. Ali’yi tekfir etmis olmalarina ragmen yeni halifeyi kafir olarak hala degerlendirmiyor, en azindan onun hakkinda henüz bir karara varamadiklari anlasiliyor. Sabat’ta baristan bahsettigi esnada Haricîlerin kendisine daha önce babanin sirke girdigi gibi sen de sirke girdin demeleri[20] de bu kanaatimizi destekliyor. Eger onu daha önce kafir olarak degerlendirmis olsalardi böyle bir cümleyi sarf etmelerinin bir anlami kalmazdi.

Ordudaki üçüncü kitleyi ise Hz. Hasan’i yürekten destekleyen kimseler olusturuyordu. Sayilari Muaviye ile savasin kaderini tayinde etkili olamayacak kadar az olan bu insanlar çogunlukla Hemdân kabilesi ve Rebia’nin bazi kollarina mensup idiler. Nitekim Hz. Hasan, Sabat’ta saldiriya ugradiginda bunlar tarafindan korunmustur.

Kûfe ve bagli yerlesim birimlerinden gelen bu askeri güçten sonra, Hz. Hasan, yukarida zikrettigimiz sorunlarin da farkinda olarak, Mugire b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib’i Kûfe’de yerine vekil birakarak[21] Muaviye ile savasmak üzere sehirden ayrildi. Deyru Abdurrahman’a geldiginde 12.000 kisilik bir öncü birligi olusturdu ve basina da Ubeydullah b. Abbâs’i geçirdi[22] ve kendisine Enbâr yöresine gitmesini, Muaviye’yi orada karsilamasini, yaptigi her iste Kays b. Sa’d b. Ubâde ve Saîd b. Kays el-Hemdânî’ye danismasini, her gün kendisine haber göndermesini, öldürülmesi durumunda yerine Kays b. Sa’d’in geçmesini, onun da öldürülmesi durumunda Saîd b. Kays’in yerine geçmesini emretti.[23] Öncü kuvvetlerinin hemen arkasindan hareket eden Hz. Hasan, Deyru Ka’b’i geçerek oradan da Medâin’e yöneldi. Sabat’a gelinceye kadar ordusunu sürekli gözledigi ayni amaca sahip olmayan böyle bir ordu ile savasmanin kendisini basariya götürmeyecegi sonucuna vardigi anlasilmaktadir. Bu yürüyüs esnasinda zihninde baris fikri de, bir ihtimal olarak, belirmis olmalidir. Gerek hazirlik asamasinda, gerekse Sabât’a gelince kadar yolda geçen zaman zarfinda hiç baristan bahsetmemis olmasi bu ihtimalin yolculuk esnasinda düsünüldügünü göstermektedir.

Burada yaptigi konusmada bu ihtimali dile getirmesi,[24] Haricîlerin, küfrüne hükmetmelerine neden olmustur. [25] Hatta rivayetler bu konusma üzerine haricîlerin birbirlerine “Hasan daha önce babasinin küfre girdigi gibi küfre girdi” dedigini aktarmaktadir.[26] Hz. Hasan’in küfrüne hükmeden Haricîlerden, içlerinde Abdurrahman b. Abdullah b. Ebî Cu’âl el-Ezdî’nin de bulundugu bir gurup onun çadirina saldirip, esyasini yagmalamakla yetinmemis[27] kendisini de öldürmeye çalismistir.[28] Bu saldiri esnasinda bir taraftan da “Daha önce babanin sirke girdigi gibi sirke girdin ey Hasan.” diye bagirmaktan da geri durmuyorlardi.[29] Birinci suikast girisiminden sag kurtulmayi basaran Hz. Hasan’i bu gurubun sag birakma niyetinde olmadigi anlasilmaktadir. Çünkü atina atlayip olay yerinden uzaklasmak isterken, Haricîlerden el-Cerrâh b. Sinân adindaki bir sahis tarafindan durdurulmus, atinin yularina yapisilarak babasi gibi dinden çiktigi yüzüne haykirilmistir. Bununla da yetinmeyen Cerrah, Hz. Hasan’a saldirmis onu atindan düsürmüs, kiliçla öldürmeye yeltenmistir. Hasan, orada bulunanlarin yardimiyla bu suikast girisiminden ancak yarali olarak kurtulabilmistir.[30] Hz. Hasan kendisine düzenlenen suikast girisiminden Hemdan ve Rebia kabilelerine siginarak kurtulabilmistir. Bu kabileler onun etrafinda canli bir kalkan olusturarak kendisini, Muhtar es-Sekafî’nin amcasinin valilik yaptigi, Medain’e[31] getirmislerdi.[32] Nevbahti ve Isfehanî, Hz. Hasan’a suikast girisiminde bulunuldugunu, yarali olarak kurtuldugunu ve yarasinin Medain’de tedavi edildigini söylerken burada ne kadar kaldigi hakkinda bilgi vermemektedirler.[33]Bu bosluk Bagdadî tarafindan doldurulmustur. Bagdadî onun Medain’de 40 gün kadar kaldigini söylemektedir.[34]

Bu hadiseye ragmen kaynaklarimiz Haricîlerin Hz. Hasan’in ordusundan ayrildigina dair en ufak bir bilgi aktarmamaktadirlar. Dolayisiyla Hz. Hasan’in Medain’e gitmeye karar vermis olmasi Haricîleri bir beklentiye sevk etmis olmalidir. Belki de onlar, gelisen bu son durumdan sonra Hz. Hasan’in Muaviye ile savasa devam edecegini tahmin etmekteydiler.

[1] Isfehanî, Mekâtil, 55. Bu durum Hz. Hasan’in Muaviye’ye karsi savasma isteginin bir kaniti olarak degerlendirilebilir. Nitekim iddia edildigi gibi Hasan, gözünü ilk günden itibaren Kûfe beytu’l-malina dikmis olsa idi, mukatilenin atâlarini artirmasi anlamsiz olurdu. Kûfe’de o tarihte 80.000 civarinda bir mukatilenin bulundugunu biliyoruz, [Bkz. Söylemez, Kûfe, 95] bu beytu’l-maldan 8.000.000 dirhem çikmasi anlamina gelmektedir.

[2] Nitekim Hz. Hasan, hilafeti Muaviye’ye devrederken Kûfelilere yaptigi konusmada kendisini terk etmelerinin nedeni olarak Siffin ve daha sonraki savasta ölenlerin öcünü almak istemeleri oldugunu söylemektedir. Bkz. Ibnu’l-Esîr, III, 414

[3] Bkz. Belâzûrî, Ensâb,III, 291

[4] Belâzûrî, Ensâb,III, 281; Ibn A’sem, III/IV, 286-287; Isfehanî, Mekâtil, 55. Ayrica bkz. Ibrahim Sariçam, Emevî-Hâsimî Iliskileri –Islam Öncesinden Abbasîlere Kadar-, Ankara 1997, 281

[5] Bkz. Ibn Hibbân, II, 305. Muaviye, Hz. Ali’nin vefat ettigi tarihte Kudüs’te bulunmaktaydi. Hz. Ali’nin vefat haberini alir almaz kendisine biat almaya baslamistir. Bkz. Ibn Kuteybe, el-Imâme, I/II, 162. Ayrica bkz, Irfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990, 176; Sariçam, 281

[6] Belâzûrî, Ensâb,III, 281

[7] Belâzûrî, Ensâb,III, 281

[8] Bkz. Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Hatib el-Bagdadî, Tarihu Bagdad ve Medinetu’s-Selâm, I-XIV, Beyrut trs, I, 208

[9] Belâzûrî, Avâne b. el-Hakem’den aktardigi bilgiye göre Hz. Hasan 50 gün hiç savastan bahsetmeden durmustur. Bkz. III, 279

[10] Belâzûrî, Ensâb,III, 279-280; Isfehanî, Mekâtil, 61

[11] Bkz. Demircan 67

[12] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 281, Isfehanî, Mekâtil, 66

[13] Konu ile ilgili genis bilgi için bkz. Belâzûrî, Ensâb,III, 281 vd.; Isfehanî, Mekâtil, 62

[14] Nitekim Muaviye iktidara geldikten sonra bas gösteren Haricî isyanlarinin bastirilmasinda da Kûfeliler yer almak istememisler, onun tehditlerinden sonra istemeyerek katilmislardi. Genis bilgi için bkz Taberî, VI, 81; Yakubî,. II, 217. Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 418; Nuveyrî, XX, 273

[15] Belâzûrî, Ensâb,III, 280; Ibn A’sem, III/IV,289; Isfehanî, Mekâtil, 61

[16] Bkz. Kalkasandî, Measiru’l-inafe, 108

[17] Ziyâd b. Ebihi döneminde Kûfe’de 80.000 kisinin devletten atâ aldigi, yani asker oldugu bilinmektedir. Hz. Hasan döneminde de sehirdeki asker sayisi bundan çok farkli degildir. Genis bilgi için bkz. Söylemez, Kûfe, 95

[18] Bkz. Müfid, 171; Ali Yasin, 175

[19] Sabât; Medâin’e yakin bir yerlesim yeridir. Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut 1975, III, 166

[20] Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 282

[21] Belâzûrî, Ensâb, III, 282; Kalkasandî ise yerine Ammâr b. Hassân’i vekil olarak birakip gittigini söylemektedir. Bkz. Measiru’l-inâfe, 108

[22] Zührî’nin Emevî yanlisi tavri bu hadisede de kendisini göstermekte ve diger kaynaklardan farkli bilgiler vermesine neden olmaktadir. Ona göre Hz. Ali vefat etmeden önce Muaviye ile savasmak üzere 40.000 kisilik bir kuvvet olusturmus ve basina da Kays b. Sa’d b. Ubâde’yi geçirmisti. Hz. Ali sehid edilip yerine Hz. Hasan geçmistir. Hasan, ta basindan beri Muaviye ile anlasmayi düsünmekteydi. Tek amaci ise bir takim menfaatler elde etmek idi. Bu istegini onaylamayacagini bildigi Kays b. Sa’d b. Ubâdeyi görevden alarak yerine Ubeydullah b. Abbas’i getirdi. Ubeydullah, Hasan’in bu niyetini bildigi için Muaviye tarafindan kendisine teklif edilen parayi hiç çekinmeden kabul etti ve ona katildi. [Bkz. Zührî, 157] Fakat Belâzûrî, bazi sahislarin ordunun basina Kays b. Sa’d’in geçtigini söylediklerini, ancak bununun dogru olmadigini söylemektedir. [Bkz. Belâzûrî, III, 281] Bu da Zührî tarafindan aktarilan bilgilerin dogru olmadigini ortaya koymaktadir.

[23] Belâzûrî, Ensâb,III, 281; Yakubî, Tarih, II, 214; Isfehanî, Mekâtil, 62

[24] Belâzûrî, Ensâb,III, 282; Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), Ahbâru’t-Tivâl, (thk. Abdulmünim Âmir-Cemalettin es-Seyyâl), Kahire 1960, 216; Ibn A’sem, III/IV, 289; Ayrica bkz. Sariçam, 283. Ismail b. Râsid ise bu huzursuzlugun kaynaginin ordu arasinda gezen Kays b. Sa’d’in öldürüldügü haberi oldugunu söylemektedir. [Bkz. Taberî, VI, 74. Ayni bilgiler Nuveyrî tarafindan da aktarilmaktadir. Bkz. XX, 225.] Yukarida öncü kuvvetlerinin basinda Kays’in bulunmadigini belirttik, dolayisiyla bu rivayet kendiliginden geçerliligini yitirmektedir. Siîler de Hz. Hasan’a karsi düzenlenen bu saldiriyi söz konusu konusmaya baglamakta, fakat amacinin farkli oldugunu ileri sürmektedirler. Nitekim Siîlerin önemli yazarlarindan Müfid, Hz. Hasan tarafindan yapilan bu konusmanin yegane amacinin ordusunu denemek oldugunu iddia etmektedir. Bkz. Müfid, 172.

[25] Bkz. Dineverî, 216. Nitekim Haricî kaynaklar da Hz. Hasan’in Muaviye ile anlasmasindan önceki durumu ile ilgili hiçbir beyanda bulunmazken, onun Muaviye ile anlasmasindan dolayi küfre girdigini ifade etmektedirler. Bkz. Ahmed b. Said b. Abdulvahhid es-Semmâhî, Kitâbu’s-Siyer, (thk. Ahmed b. Suûd es-Siyâbî) I-II, Umân 1987, I, 55

[26] Bkz. Dineveri, 216

[27] Belâzûrî, Ensâb,III, 282

[28] Belâzûrî, Ensâb, III, 282; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 74; Isfehanî, Mekâtil, 63; Nuveyrî, XX, 226

[29] Belâzûrî, Ensâb, III, 282. Dineverî, 216

[30] Belâzûrî, Ensâb, III, 283; Dineverî, 217; Isfehanî, Mekâtil, 64; Ibn A’sem, III/IV, 290; Ufak degisikliklerle bkz. Nuveyrî, XX, 226

[31] Muhtar es-Sekafî de burada bulunmaktaydi. Muhtar’in, amcasina Hz. Hasan’i yakalayip, Muaviye’ye, Cuhâ’nin haracini ömür boyu kendilerine tahsis etmesi karsiliginda teslim etmeyi teklif etmis oldugu, amcasinin ise kendisine bu teklif karsisinda sen Resulullah’in ogluna buna yapmami nasil teklif edersin? diyerek onu azarladigi rivayet edilmektedir. Belâzûrî, Ensâb,III, 283; V, 214; Taberî, VI, 74; Nuveyrî, XX, 226; Muhammed Bakir el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr, I-CX, Beyrut 1983; 44, 28

[32] Isfehanî, Mekâtil, 63

[33] Ebû Muhammed Hasan b. Musa en-Nevbahtî, Firaku’s-Sia, Necef 1936, 24; Isfehanî, Mekâtil, 64
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Hz. Hasan’in Muaviye ile Baris Imzalamasi

Muaviye’nin Irak’a gelisi, zaten bir arada zor duran Hz. Hasan’in ordusunun maneviyatini daha da bozmustur. Çünkü bu ordu yukarida da vurgulamaya çalistigimiz gibi bir birine düsman ve aralarinda bir çok savas meydana gelmis olan farkli kümelerden olusuyordu. Kûfeli askerlerin bu özelligini gayet iyi bilen Muaviye, Irak’a gelir gelmez bu orduyu dagitmanin yollarini aramaya basladi. Buna Hz. Hasan’in öncü kuvvetleri komutani Ubeydullah b. Abbas ile baslamayi uygun buldu ve kendisini yarisi pesin, yarisi Kûfe’de ödenmek üzere 1.000.000 dirhem karsiliginda saflarina katmayi basardi.[1] Yakubî, Ubeydullah’in Muaviye’nin saflarina sekiz bin kisilik bir grup ile katildigini söylemektedir.[2] Isfehanî ise tek basina ve gece gizlice katildigini, sabahleyin ordunun sabah namazina kalktiginda kendilerine imamlik yapmak üzere onu aradiklarini ve bulamadiklarini, bunun sonucunda da Muaviye’ye katildigini anladiklarini, daha sonra kendilerine Kays b. Sa’d’in namaz kildirdigini belirtmektedir.[3] Ubeydullah’in Muaviye’nin ordusuna katilmasi Hz. Hasan’in ordusundaki çözülmeyi hizlandirmistir. Ubeydullah, Hz. Hasan’in yakin akrabasiydi, Hz. Ali’nin amcasinin ogluydu. Yakin akrabasinin Hasan’a ihanet edip saf degistirmesi, gönülsüz olarak bu mücadelede yer almis olan, fakat kaçmanin yolunu arayan kitle üzerinde etkili olmus, Muaviye’nin saflarina katilmalarina neden olmustur. Ya’kubî’nin Ubeydullah ile 8000 kisinin Muaviye’ye katildigini söylemesi de bu çözülme ile alakalidir. Kaynaklar Kays ile beraber 4000 kisinin kaldigini söylemektedirler. Öncü kuvvetlerinin tamami ise yukarida da ifade ettigimiz gibi 12.000 kisi idi. Dolayisiyla Muaviye’ye 8000 kisi katilmis olmaktadir ki bu Ya’kubî’yi dogrulayan bir rakamdir.

Ubeydullah’in Muaviye’nin saflarina katilmasiyla Hz. Hasan’in ordusunun öncü kuvvetlerinin basina Kays b. Sa’d geçmisti. Kays, ordusunun hizli bir sekilde dagildigini görmüs, bunun önüne geçmek için [4] Ubeydullah’i ihanetle suçlamis agir hakaretlerde bulunmustur.[5] Ancak Kays’in bu girisimleri hiçbir ise yaramamistir. Irak ordusunda Muaviye’nin bekledigi çözülme hizla sürmektedir. Kays’in ordusunda bulunan sadece siradan askerler degil, Kûfe’nin ileri gelenleri de Muaviye’ye giderek ona biat etmislerdir. Hatta bunlardan bazisi temsil ettikleri kabileler adina biat etmekteydiler.[6] Kûfe’deki durum da savas alanindan çok farkli degildi. Meclisî, savasa gitmeyip Kûfe’de kalan insanlarin da Muaviye’ye mektuplar yazarak onu sehre davet ettigini söylemektedir.[7] Dolayisiyla Hz. Hasan sadece ordusunun üzerindeki kontrolünü yitirmekle kalmamis, ayni zamanda Kûfe’yi de yitirmisti. Zaten bunu anlamasi da çok fazla sürmeyecektir.

Öte taraftan Ibn A’sem el-Kûfî’nin de belirttigi gibi Kays b. Sa’d, bütün gayretlerine ragmen, ordusunun yasadigi çözülmenin önüne geçmeyi basaramayinca durumu Hz. Hasan’a bildirdi.[8] Kays’dan gelen mektup, Hz. Hasan’in moralini daha da bozdu ve Kûfelilere asagidaki konusmayi yapti:

“Ey Iraklilar babam Ali’yi savasa ve tahkime zorlayanlar sizlerdiniz. Sonra ona muhalefet edenler (yine) sizler oldunuz. Sonra bana geldiniz. Muaviye gelince ileri gelenleriniz ona biat ettiler. Beni kendim ve dinim hususunda aldatmayiniz”[9] Ibn A’sam’a göre ise konusmanin metni su sekildedir: “Ey Iraklilar siz benimle ne yapmak istiyorsunuz. Iste Kays’in mektubu, sizin ileri gelenlerinizin Muaviye’ye katildiklarini yaziyor. Vallahi bu sizin tek kötülügünüz degildir. Babami tahkime zorlayanlar [yine] sizlerdiniz. Bunu kabul edince de ona muhalefet ettiniz. Sizi Muaviye ile ikinci kez savasmaya çagirinca buna yanasmadiniz. Sonra ona, Allah’in kendisine uygun gördügü sey oldu. Sonra bana itaat edip isyan etmeyeceginize dair biat edenler yine sizlerdiniz. Biatinizi aldim ve bu amaçla hareket ettim, bu hareketimde neyi amaçladigimi Allah bilir. Olan yine sizden oldu. Ey Iraklilar sizden çektigim yeter. Bana dinim hususunda eziyet etmeyiniz. Ben Müslüman bir kimseyim. Hilafeti Muaviye’ye birakiyorum”.[10]

Bu konusmanin içeriginden Hz. Hasan’in içinde bulundugu haleti ruhiyenin ipuçlarini yakalamamiz mümkündür. Yine yukaridaki ifadeler Hz. Hasan’in Sabât’ta yaptigi konusmanin sadece bir ihtimali dile getirdigini göstermektedir.

Öte taraftan Ubeydullah’i kendi tarafina çeken Muaviye, Hz. Hasan’in ordusuna son darbeyi vurmak için Busr b. Ebî’l-Ertât komutasinda bir orduyu Kays b. Sa’d’in üzerine sevk etmisti.[11] Kays ile Busr arasinda meydana gelen savasta, Busr büyük bir yenilgiye ugramakla kalmamis, Samlilardan pek çok kimse öldürülmüstü.[12] Bunun üzerine Muaviye, Ubeydullah b. Abbas’i saflarina kattigi metotla, Kays’i da kendisine baglamak istedi ve ona da Ubeydullah’a yaptigi teklifin aynisini yapti. Ancak Kays, bu teklifi kabul etmeyip, siddetle reddetti.[13] Kays’i kendi tarafina çekmeyi basaramayan Muaviye, onun komutasindaki 4000 kisilik kuvveti büyük bir ordu ile kusatti.

Dineverî, Muaviye’nin Kays b. Sa’d’i kusattigi esnada, Abdullah b. Âmir’in de Medain’de bulunan Hz. Hasan’i kusattigini, Hz. Hasan’in kusatmayi yarmak amaciyla harekete geçmek istedigini, ancak askerlerini savasa gönderemedigini ve onlarin isteksizligini gördükten sonra da Abdullah b. Âmir’e, Muaviye ile sulh yapmak istedigini belirttigini aktarmaktadir.[14] Bagdadî ise Hz. Hasan’in bütün bu olanlara ragmen bu zor karari yalniz basina vermedigini ordusunun ileri gelenleri ile istisarede bulunduktan sonra Muaviye ile baris yapmanin hem kendisi ve hem de askerleri için daha dogru olacagi neticesine vardigini ve onunla anlasmak için harekete geçtigini söylemektedir.[15] Ibnu’l-Esîr, Bagdadî’nin belirttigi bu istisareyi aktarmakta ve Hz. Hasan’in arkadaslarina asagidaki konusmayi yaptigini söylemektedir:

“Andolsun, Samlilar hakkindaki kanaatimiz eskisi gibi devam ediyor ve hiçbir süphe ve pismanlik duymus degiliz. Samlilar ile selamet ve sabirla çarpisip duruyoruz. Ancak sonunda selamet büyük bir düsmanliga dönüsecektir. Bu sabir da zaten [simdiden]eleme dönüstü. Çünkü sizler Siffin savasina giderken dininizi dünyanizin önüne almis bulunuyordunuz. Bunun arkasindan siz öldürülen iki kisi arasinda kaldiniz. Bir kesim Siffin’de öldürüldü ve siz onlarin da intikamini almaya çalisiyorsunuz. Geri kalanlariniz ise zaten kaçip gitmistir. Aglayanlariniza gelince; onlar da bize isyan etmis durumdadir. Biliniz ki Muaviye bizi hiçbir izzet, seref ve adalet yönü bulunmayan bir hususa çagirmistir. Eger ölümü tercih edecek olursaniz hemen Muaviye’nin bu teklifini kesinlikle reddeder ve onu Allah’in hükmü ve kiliçlarinizin agziyla muhakeme ederiz. Eger dünya hayatini tercih edecek olursaniz bu hususta rizanizi aliriz”



Hz. Hasan’in bu konusmasi üzerine orada bulunanlarin hepsinin bir agizdan, hayatta kalmak istediklerini bagirdiklari rivayet edilmektedir.[16] Bu konusma sonrasinda oradakilerin verdigi cevaplar da Hz. Hasan’in arkasindaki destegi tamamen yitirdigini, baris disinda yapacagi bir seyinin kalmadigini ortaya koymaktadir.

Hz. Hasan’in arkasindaki destegi yitirdigi için hilafeti Muaviye’ye devretmek zorunda kaldigini bize gösteren baska veriler de bulunmaktadir. Sadece Sünnî kaynaklar degil Siî kaynaklar da Hasan’in hilafeti devretmesinin en önemli nedeninin, arkasindaki destegi yitirmis olmasi gerçegi oldugunda hem fikirdirler. Örnegin Siî dünyanin en önemli bilginlerinden biri olan Müfid, Hz. Hasan’in etrafinda hemen hemen hiç kimsenin kalmadigini, tam bu esnada Muaviye’nin kendisine baris teklif ettigini söylerken,[17] Tabersî de buna katilmaktadir.[18] Yine bir baska Siî müellif olan Meclisî de hilafet devrinin temel nedeninin güç kaybi oldugunu vurgulamakta ve asagidaki haberi aktarmaktadir: Hz. Hasan kusatma altinda iken “Zeyd b. Vehb el-Cüheynî, kendisine bundan sonra ne yapmayi düsündügünü sordugunda cevabi söyle olmustur:

Vallahi Muaviye’nin benim için bu insanlardan daha hayirli oldugunu düsünüyorum. Bu insanlar benim taraftarim olduklarini söylüyorlar, fakat beni öldürmek istiyorlar, malimi yagmaliyorlar. Vallahi Muaviye’den kendim ve ailem için bir güvence alip, canimizi ve malimizi kurtarmam savasmamdan daha hayirlidir. Vallahi Muaviye ile savasacak olursam, bunlar beni bogazimdan tutarak kendisine teslim edeceklerdir.”[19]

Yillar sonra Medine’ye gelenler Hz. Hasan’i, iktidari Muaviye terk ettigi için elestirince onun baris antlasmasinin gerekçesi olarak “Kûfelilerin savasmak istememeleri”ni zikretmesi[20] söz konusu antlasmasinin yegane nedeninin güç kaybi oldugunu açik bir sekilde ortaya koymaktadir.

Ibn Miskeveyh, Hz. Hasan’in arkasindaki destegi yitirmesi kadar Kûfe’de kalanlara da güvenmemesini gerekçe olarak zikretmektedir. Ona göre; Hz. Hasan, hilafeti Muaviye’ye teslim etmeden kisa bir süre önce ordusuna yapmis oldugu asagidaki konusma da bunu ortaya koymaktadir. “Ey Iraklilar! Sizden gördügüm üç sey beni yaralamistir. Babami öldürmeniz, beni yaralamaniz ve malimi zorla gasp etmeniz”[21]

Bütün bu gerçeklere ragmen kimi tarih yazicilari olaya tamamen dinî bir veche kazandirmaya çalismaktadirlar. Örnegin; Ibn Arabî Müslümanlar arasinda bir savasin meydana gelmemesi için Hz. Hasan’in, hilafeti Muaviye’ye devrettigini söyledikten sonra, Hz. Peygamber’in “Benim bu oglum seyyiddir. Allah bununla iki Müslüman kitlenin arasini bulacaktir. ” dedigini aktarmakta ve onun bu gaybî habere binaen savasmak istemedigini ve bu yüzden Muaviye ile baristigini söylemektedir. Kalkasandî de bu anlasma ile Hz. Peygamberin bir mucizesinin gerçeklestigini söylemekte,[22] söz konusu hadise atifta bulunmaktadir.[23] Ancak yukarida da ifade etmeye çalistigimiz gibi eger Hz. Hasan gerçekten böyle bir hadisi bildigini ve bu hadis ile amel edip bunun sonucu olarak, Muaviye ile savasmak niyetinde olmadigini kabul etsek, savas için asker toplamasini, askerlerini Muaviye’nin üzerine göndermesini, hatta bu iki ordu arasinda savasa meydan vermesini ve bu savasta bazi insanlarin ölümüne sebep olmasini izah edemeyiz. Bize göre; Hz. Hasan’i temize çikarmak için ortaya atilmis olan bu iddia dogru olmus olsaydi, onun Kûfe’den hiç hareket etmeksizin hilafeti Muaviye’ye devretmesi gerekirdi. Nitekim, Hz. Hasan’in ta Medain’e kadar gelip hilafeti burada Muaviye’ye teslim etmesinin hiçbir mantiki gerekçesi bulunmamaktadir. Yine Kûfelilere hitaben yapmis oldugu konusmalar bizim bu kanaatimizi hakli çikarmaktadir. Hz. Hasan basindan beri vurgulamaya çalistigimiz gibi son derece zeki, akli basinda ve gelecegi görebilen bir devlet adami idi. Binlerce insanin ölümüne veya eziyet ve sikinti çekmesine engel olmak için hilafeti Kûfe’de Muaviye’ye teslim etmek ona en uygun düsen tavir olacakti. Evet Hz. Hasan hilafeti Muaviye’ye devretme niyetinde olmadigi ve onunla savasi düsündügü gibi bunda basarili olabilecegi ümidi de tasiyordu. Ama sartlar onu baris masasina oturmak zorunda birakmistir.

[1] Belâzûrî, Ensâb, III, 284; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 79; Isfehanî, Mekâtil, 65; Kesî, Ricâl, I-II, (thk. Es-Seyid Mehdî er-Reaî), Kum 1404, I, 330; Isterabadî (Kesî’nin Ricâl’i ile bir arada), I, 269. Nuveyrî Ubeydullah b. Abbas’in Hasan’in Muaviye ile sulh yapma niyetinde oldugunu anlayinca kendisi için bir takim menfaatler elde etmek amaciyla Muaviye’nin saflarina katildigini söylemektedir. XX, 289.

[2] Bkz. Yakubî, Tarih, II, 214

[3] Bkz. Isfehanî, Mekâtil, 65

[4] Ibn Sa’d, VI, 53; Yakubî, Tarih, II, 214; Isfehanî, Mekâtil, 73; Kesî, 330; Nuveyrî, XX, 289; Isterabadî, I, 269

[5] Belâzûrî, Ensâb, III, 284

[6] Halid b. Muammer, Rebîa kabilesi adina, Affâf b. Sureyhbil, Temîm kabilesi adina Muaviye’ye biat ettiler.Bkz. Belâzûrî, Ensâb, III,284-285. Ayrica bkz. Müfid, 172

[7] Bkz. Meclisî, 44, 43

[8] Bkz. Ibn A’sem, IV, 157

[9] Belâzûrî, Ensâb, III, 285

[10] Ibn A’sam, III/IV, 391

[11] Belâzûrî, Ensâb, III, 284

[12] Belâzûrî, Ensâb, III, 284; Isfehanî, Mekâtil, 73

[13] Belâzûrî, Ensâb, III,284; Yakubî, Tarih, II, 214; Taberî, VI, 79; Isfehanî, Mekâtil, 74

[14] Dineverî, 218

[15] Bkz. Bagdadî, Tarih, I, 139

[16] Bkz. Ibnu’l-Esîr, Tarih, III, 414

[17] Müfid, 173

[18] Bkz. Ebû Mansûr Ahmed b. Ali b. Ebî Talib et-Tabersî, (ö.6.yy), el-Ihticâc, I/II, (thk. Muhammed Bakir el-Musevî el-Horasanî), Beyrut 1981, 289

[19] Meclisî, 44/20

[20] Bkz. Dineverî, 221

[21] Bkz. Ibn Miskeveyh er-Razi,(421/1030), Tecâribu'l-Ümem, I-II, (thk. Ebû'l-Kasim Imamî), Tahran, 1987, I, 388

[22] Kalkasandî, Meâsiru’l-Inâfe, 108

[23] Demircan “Hz. Hasan’in ümmetin selameti mülahazasiyla hilafeti Muaviye’ye teslim etmesinin hakikat payi tasidigini söyledikten sonra, bu nedenin tek basina hadiseyi açiklamak için yeterli olmadigini da ilave etmektedir. Bkz. Demircan, 69
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
BARIS SARTLARI

Baris antlasmasi konusunda da yukarida zikrettigimiz siyasî gruplar farkli sartlarin bulundugunu ileri sürmüslerdir. Her grubun zihninde çok degisik meziyetlere sahip bir Hz. Hasan portresi bulundugu için söz konusu gruplar zihinlerindeki Hasan’a uygun sartlari antlasma metninde var oldugunu iddia etmislerdir. Baris müzakereleri esnasinda Abdullah b. Âmir b. Kureyz ve Abdurrahman b. Semure,[1] Muaviye adina; Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib ise Hz. Hasan adina elçilik görevi yürütmüslerdir.[2]

Antlasma sartlari ile ilgili en detayli bilgiler Belâzûrî tarafindan aktarilmaktadir. Adi geçen yazar, biri Muaviye’den Hz. Hasan’a, digeri ise Hz. Hasan’dan Muaviye’ye olmak üzere iki mektubun bulundugunu kaydetmekte ve bunlari oldugu gibi nakletmektedir. Daha muahhar olan diger kaynaklarda bulunan bilgiler de asagi yukari buna yakindir. Önce Belâzûrî’nin naklettigi mektuplari, sonra da büyük bir ihtimal ile Belâzûrî kaynakli olan, diger eserlerdeki bilgileri aktaralim:

“Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Ali’ye Muaviye b. Ebî Süfyan’dan

Ben seninle, benden sonra hilafetin sana ait olmasi hususunda anlastim. Bu konuda Allah ve Peygamberi aramizda kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana karsi hiç bir entrika çevirmeyecek ve düsmanlik yapmayacagim. Kim sözünden dönerse Allah’in en siddetli azabi onun üzerine olsun. Sana beytulmaldan yilda 1.000.000 dirhem ile Fesâ[3] ve Derâbcird’in[4] haracini verecegim, simdiden oraya görevlilerini gönder senin için çalissinlar.

Abdullah b. Âmir, Amr b. Selem el-Hemedânî, Abdurrahman b. Semure, Muhammed b. Es’âs el-Kindî sahit olup, mektup h.41 yili Rebiulevvel ayinda yazildi.”[5]



Belâzûrî, ikinci mektubun Hz. Hasan tarafindan gönderildigini söylemektedir. Ona göre; Hz. Hasan Muaviye’nin kiz kardesinin oglu olan Abdullah b. el-Hâris b. Nevfel b. el-Hâris b. Abdulmuttalib’i Muaviye’ye göndererek, kendisine biat edecegini bildirmistir.[6] Muaviye Hz. Hasan’a alti imzali olan bos bir kagit göndermis ve sart olarak üzerine yazacagi her seyi kabul etmeye hazir oldugunu belirtilmistir.[7] Hz. Hasan da Muaviye tarafindan gönderilen kagida sunlari yazmistir:



“Bismillahirrahmanirrahim. Hasan b. Ali ile Muaviye arasinda (hilafete geçtikten sonra) Muaviye’nin Allah’in kitabi, Resulünün sünneti ve Hulefa-i Rasidîn’in sireti üzere amel etmesi, kendisinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendisinden sonraki halifenin sura ile belirlenmesi, insanlarin mallarina, canlarina ve ailelerine eman vermesi (dokunmamasi), Hasan b. Ali’ye gizli veya açik hiç bir entrikada bulunmamasi ve dostlarindan hiç birine hiç bir sey yapmayacagi sartiyla ona hilafeti teslim edecegine dair yapilan anlasmadir. Buna Abdullah b. el-Hâris ve Amr b. Seleme sahittir”[8]



Yukarida adini zikrettigimiz yazara göre; Hz. Hasan tarafindan yazilan bu mektup Muaviye’ye ulasinca, tüm sartlari kabul ettigini bildirmis, bunun üzerine bu iki sahis Kûfe’de bir araya gelmisler ve Hz. Hasan ona H. 41 yilinin Rebiulahir ayinda biat etmistir.[9] Belâzûrî konuya dair yukarida zikredilen bu iki mektup disinda ilave hiçbir bilgi aktarmamaktadir.

Ibn Miskeveyh ve Kalkasandî ise, Hz. Hasan’in Muaviye’ye su üç sarti ileri sürdügünü belirtmektedirler:

1.Irak Beytu’l-Malinda bulunan paranin kendisine verilmesi

2.Derâbcird’in haracinin kendisine verilmesi

3.Ali’ye lanet edilmemesi.[10]

Ibn Miskeveyh bunlari söyledikten sonra Basralilarin Derâbcird’in kendilerine ait oldugunu söyleyerek, buranin haracini Hz. Hasan’a vermediklerini de ilave etmektedir.[11] Belâzûrî de bunu dogrulamaktadir. Ona göre Muaviye’nin emri üzerine Abdullah b. Âmir Basralilari organize etmis ve söz konusu iki yerlesim biriminde bulunan Hasan’in görevlilerini oradan çikartmistir.[12]

Ibn A’sem ve Nuveyrî ise Hz. Hasan’in, Muaviye’den sonra hilafetin kendisine birakilmasini sart kostugunu aktarmaktadirlar.[13] Ibn A’sem disindaki Siîlere gelince; Sia’nin en muteber hadis bilginlerinden biri olarak kabul edilen Kesî, Hz. Hasan’in sart olarak sadece Hz. Ali taraftarlarina iyi davranilmasi, onlarin geçmiste yaptiklarindan dolayi cezalandirilmamalarini ileri sürdügünü aktarmaktadir.[14] Meclisî ise Hz. Hasan’in Derâbcird’in haracini istedigini kabul etmekle beraber bu istegin Cemel ve Siffin’de yakinlarini kaybeden ailelere yardim amaçli oldugunu söylemektedir. Ancak bunun neden Hz. Ali tarafindan, Derâbcird kendisine bagli iken, yapilmadigini ise izah edememektedir.[15] Meclisî daha sonra Hz. Hasan’in sart olarak “Muaviye’nin Kur’an ve sünnete uymasi, hilafeti kendisinden sonra suraya birakmasi, Ali’ye sövülmemesi, her yil kendisine 50.000 dirhem verilmesi ve herkese hakkettigi atâlarin ödenmesini sart kostugunu” iddia etmektedir. [16] Yine Siî temayüllü olarak taninan Dineverî daha farkli sartlarin bulundugunu belirtmektedir. Ona göre yukaridakilerden farkli olarak Hz. Hasan su sartlari ileri sürmüstür. “Iraklilardan hiç birine hile yapilmayacak, siyah beyaz herkese eman verilecek, Ahvaz’in yillik haraci her yil kendisine verilecek, her yil kardesi Hüseyin’e 200.000 dirhem verilecek, Hasimogullari atâ ve namazda Ümeyyeogullarina öncelenecektir”.[17]

Yine Siî müelliflerden Isfehanî ise antlasma sartlarini çok farkli tespit etmektedir. Ona göre Hz. Hasan, Muaviye’den sonra hilafetin kendisine birakilmasini, Kûfe Beytu’l-Malinda bulunan her seyin kendisine verilmesini, adi belirlenen bir yerin haracinin kendisine birakilmasini ve buranin haracinin her yil ona gönderilmesini, Hz. Hasan’a danisilmadan hiçbir seye karar verilmemesini sart kosmustur ki[18] bizce bunlar abartili iddialardir. Zira hem halifeye biat etmek hem de bir anlamda da onu kendine bagimli kilmak anlamina gelen bu sartlar pek de tutarli görünmemektedir. Siî müelliflerden Müstevfi el-Kazvinî ise Sia’nin, Imamlarin imametlerini gizlemelerinin nedeni olarak sürekli aktarmakta oldugu “can emniyeti teorisine” basvurmaktadir. O, “Hz. Hasan, Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sekafi tarafindan yakalanip Muaviye’ye teslim edilecegini anlayinca, onunla baris yapmanin daha makul oldugu sonucuna vardi ve kendisi ile anlasti” demektedir.[19]

Kanaatimizce antlasmanin büyük bir ihtimalle Ehl-i Sünnet ve Sia’nin ortak olarak aktardiklari kismi dogru, aykirilik arzeden yanlari tarafli ve yanlistir. Farklilik ve birbiriyle çeliskiler arzeden kisimlar tarihi süreç içerisinde kurgulanmis ve daha erken bir döneme yerlestirilmistir.

Ehl-i Sünnet ve Sia’nin ittifak ettigi sartlar ise sunlardir:

1.Hz. Hasan, ailesi ve taraftarlarina eman verilecektir.

2.Hasan’a hayatini idame ettirecek bir gelir saglanacaktir

Bunun disindaki sartlari dikkatle tahlil ettigimizde dönemin kosullarina pek de uygunluk göstermediklerini de anlariz. Simdi farklilik arzeden bu sartlari gözden geçirelim. Belâzûrî’nin aktardigi her iki mektupta sart olarak Muaviye’den sonra hilafetin ne olacaginin gündeme geldigi aktarilmaktadir. Birinci mektuba göre Muaviye hilafeti kendisinden sonra Hasan’a birakmakta, ikinci mektuba göre ise veliaht tayin etmeyecegi ve kendisinden sonra hilafeti sûrâya birakacagi sarti kabullenmektedir. Belâzûrî’deki bu bilgilere yakin rivayetler Nuveyrî tarafindan da aktarilmaktadir.[20] Antlasma esnasinda böyle bir sartin gündeme gelmis oldugunu dogrulayan farkli bilgilere sahip degiliz. Aksine kaynaklar Muaviye’nin hicri ellilere kadar hilafetin kendinden sonraki durumunu hiç düsünmedigini, bu dönemde Mugire b. Su’be’nin telkinleri ile oglu Yezid’i veliahd tayin etmeye karar verdigini aktarmaktadirlar.[21] Yine Muaviye’nin oglu Yezid’i veliaht tayin ettigi zaman Islam aleminde aylarca süren tartismalarin meydana geldigi de aktarilmaktadir. Bu tartismalar esnasinda Muaviye’ye yöneltilen suçlama ise hilafeti saltanata dönüstürme istegidir.[22] Bazi rivayetler Hz. Hasan ile Sa’d b. Ebî Vakkas’in, hilafeti Yezid’e birakmak isteyen Muaviye tarafindan, ona rakip olabilecekleri gerekçesi ile zehirletilerek öldürüldügünü belirtilmektedir. Ancak hiçbir rivayet Hz. Hasan’in Muaviye’ye benim hakkimi ogluna veremezsin dedigini aktarmamaktadir. Aksine kimi rivayetlere göre; Kûfeli Süleyman b. Surad ve diger bazi kimseler Hz. Hasan’i antlasma metnine böyle bir sart yazdirmadigi hususunda suçlamislardir.[23] Bütün bunlar, bize göre, Hz. Hasan ile Muaviye’nin baris görüsmeleri esnasinda hilafetin Muaviye’den sonrasini müzakere etmediklerini açik bir sekilde ortaya koymaktadir.

Dahasi Hz. Hasan’in zihninde Muaviye’nin kendisinden sonra oglu Yezid’i veliaht birakacagina dair herhangi bir kuskunun olduguna dair en ufak bir bilgi kirintisina rastlanmamaktadir. Aksine gerek Islam öncesi kabile reislerinin seçiminde gerekse ilk halifelerin hilafete gelislerinde böyle bir sistem uygulanmadigi için Hz. Hasan’in Muaviye’den süphelenerek böyle bir sart koydurmasi da pek makul degildir.

Isfehanî’nin aktardigi “Hz. Hasan’in Muaviye’nin yaptigi her seyi önce kendisine danismasini istemesi” sarti ise gerçege hiç uymamaktadir. Çünkü bu cümle Hz. Hasan’in Muaviye’nin üstünde bir konum kazanmasi, en azindan kendisinden görev bekledigi anlamina gelmektedir. Oysaki Hz. Hasan böyle bir beklentinin içinde olmadigi gibi Muaviye tarafindan kendisine önerilen görevleri siddetle reddetmis,[24] Medine’ye dönerek hayatinin geri kalan kismini son derece sade bir sekilde geçirmistir. [25] Muaviye’nin politikalarindan memnun olmayanlar onu sürekli isyana tesvik ettilerse de Hz. Hasan hiçbir zaman bu oyuna gelmedi, Muaviye’ye biat ettigini, o yasadigi sürece biatini bozup, ona ihanet etmeyecegini söyleyerek, bu tür insanlarin beklentilerini bosa çikardi.[26]

Sonuç olarak Kûfelilerin biatini aldiktan sonra halife olarak tarih sahnesindeki yerini alan Hz. Hasan, Hilafete geldikten sonra Muaviye ile mücadele etmek için harekete geçmis, ancak ordusu tarafindan yalniz birakildigi için onunla anlasmak zorunda kalmis ve hilafeti kendisine devretmistir. Hilafeti devrettikten sonra Medine’ye yerlesmis, siyasî hadiselerin hiç birinin içerisinde yer almamistir. Onun bu tarihsel tutumu sonraki k
usaklar.gif
tarafindan yeniden kurgulanmis, degisik boyutlariyla veya tek tarafli yaklasimlarla ele alinarak kullanilmaya çalisilmistir.

[1] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Taberî, VI, 74; Isfehanî, Mekâtil, 74; Nuveyrî, XX, 227; Yakubî, ise Abdullah b. Âmir’in yaninda Mugire b. Su’be ile Abdurrhman b. Ümmi’l-Hakem’in de bulundugunu söylemektedir. Bkz. Tarih, II, 214

[2] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

[3] Fars bölgesinin önemli kentlerinden biri olan Fesa, Ibnu’l-Belhî’ye göre Isfehan’in birkaç kati büyüklükte idi. Fesa kenti ve çevresinde zengin su kaynaklari bulundugu için bol miktarda tarim yapilmaktaydi. Havasinin uygun olmasi nedeniyle sicak bölgelerde yetisen meyvelerin yani sira soguk bölgelerde yetisen meyvelerin de yetistirildigi kaydedilmektedir. Ibnu’l-Belhî her bahçede ceviz, narinciye, üzüm, incir gibi farkli iklimlerde yetisen meyveleri görmenin mümkün oldugunu belirtmektedir. [Genis bilgi için bkz.Ahmed b. Ali b. Ahmed b. Ali Ibnu’l-Belhî, Kitabu Farsnâme, (nsr.G.L.Strange-R.A.Nicholson), Londra 1921, 129-130] Himyerî ise Fesa’yi Siraz kenti ile karsilastirmakta ve Fesa’nin Siraz’in büyüklügünde bir kent oldugunu, ancak havasinin Siraz’in havasindan daha güzel, pazarlarinin da daha canli oldugunu söylemektedir. Ona göre Fesa’nin ekonomisi büyük ölçüde tarima dayanmaktaydi. Burada yas sebze ve meyve, hububat, tuz, ceviz, ayva, turunç, iyi cins seker kamisi üretilmekteydi. [Bkz. Muhammed b. Abdulmün’im el-Himyerî, Revdu’l-Mi’târ fi Haberi’l-Aktâr, (thk.Ihsan Abbas), Beyrut 1980, 442] Makdisî, Fesa’da Islam aleminin hemen hemen her yerine ihraç edilen ince ipek elbiselerin yani sira sergi ve havlu çesitleri ve degerli mendillerin üretildigini söylemektedir. Bkz. Ibnu’l-Besârî el-Makdisî, Ahsenu’t-Tekâsim fi Ma’rifeti’l-Ekâlim, (thk. Muhammed Mahzûm), Beyrut 1987, 337

[4] Fars bölgesinin önemli yerlesim birimlerinden biri olan Derâbcird, genis tarimsal sahasinin yaninda, bol maden yataklarina da sahip idi.[Bkz. Yakut, II, 446] Bu durum söz konusu yerlesim biriminden Emevîler döneminde büyük miktarda haraç gelirinin elde edildigini göstermektedir.

[5] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Nuveyrî, mektubu bu kadar teferuatli vermemesine ragmen 5.000.000 dirhemi bulan Kûfe Beytu’l-Mal’indaki parayi, Fars bölgesindeki Derâbcird’in haracini ve bulundugu yerde Hz. Ali’ye sövülmemesini sart olarak kostugunu aktarmaktadir. Bkz. XX, 227

[6] Belâzûrî, Ensâb, III, 286. Meclisî ise bu mektubun Cündep b. Abdullah el-Ezdî tarafindan Muaviye’ye götürüldügünü söylemektedir. Bkz. Meclisî, 44, 39

[7] Belâzûrî, Ensâb, III, 286; Nuveyrî, XX, 227

[8] Belâzûrî, Ensâb, III, 286

[9] Belâzûrî, Ensâb, III, 287

[10] Ibn Miskeveyh, I, 386-387; Kalkasandî, Measiru’l-Inâfe, 108; Hamdullah b. Ebî Bekir b. Muhammed b. Nasr b. Mustafa el-Kazvinî, el-Müstevfi, Tarih-i Güzide, (nsr. Abdulhüseyin Nevâî), Tahran 1339, 199

[11] Ibn Miskeveyh, I, 388

[12] Bkz. Belâzûrî, III, 290

[13] Bkz. Ibn A’sem, III/IV, 292; Nuveyrî, XX, 229

[14] Bkz. Kesî, I, 285

[15] Bkz. Meclisî, 44/3

[16] Meclisî, 44/56

[17] Dineverî, 218

[18] Isfehanî, 58

[19] Bkz. el-Müstevfi, Tarih, 199

[20] Büyük bir ihtimalle bu bilgiler Belâzûrî’den alinmistir. Çünkü Belâzûrî’nin, Nuveyrî’nin en önemli kaynaklarindan biri oldugu bilinmektedir.

[21] Ibnu’l-Esîr, h 56 yili hadiselerini anlatirken bu yilda Muaviye’nin Yezid’i veliaht tayin ettigini söyledikten sonra bunu hazirlayan nedenlere deginmekte ve Muaviye’nin oglu Yezid’i veiahd tayin etmeyi hicri ellilerden önce düsündügünü vurgulamaktadir. Ona göre; Mugire b. Su’be, Kûfe valiliginden azledilecegini anlayinca Sam’a gitmis, Muaviye’ye kendisinden sonra oglu Yezid’i halife tayin etmesini önermis idi. Muaviye “bunu basarabilir miyiz?” diye sorunca da Kûfe’yi kendisine birakmasini, buranin biatini alacagini söylemistir. Böylece Kûfe emirligini kurtarmis olan Mugire, sehre geldikten sonra Yezid lehine biat almistir. Bu konuda ciddi bir tepki ile de karsilasmamistir. Ibnu’l-Esîr, III, 504

[22] Nitekim Mervan b. el-Hakem, Medine Mescidi’nde Muaviye’nin kendisinden sonra veliahd olarak oglu Yezid’i tayin ettigini bildirince; Hz. Ebûbekir’in oglu Abdurrahman, Mervan’a ümmetin hayrini düsürmek için böye bir ise kalkismadiklarini, aksine Bizans yönetimini örnek aldiklarini, yönetimi babadan ogula geçirmek istediklerini söyler. Orada bulunan Hz. Hüseyin, Hz. Aise, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr de ayni gerekçelerle biat etmeyi reddederler. Bkz. Ibnu’l-Esîr, III, 507

[23] Bkz. Belâzûrî, III, 291

[24] Hz. Hasan hilafeti Muaviye’ye teslim ettikten sonra Medine’ye gitmek için yola çiktiginda, yeni halife kendisine haber göndererek onu Haricîler ile savasa göndermek istemis, ancak Hz. Hasan Muaviye’nin bu istegine karsi çikmistir. Genis bilgi için bkz. Belâzûrî, Ensâb, III, 289; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 417; Nuveyrî, XX, 273

[25]Taberî, VI, 80; Kalkasandî, Subhu’l-A’sa, III, 266; Ibnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, 415; Nuveyrî, XX, 232. Hz. Hasan, Medine’ye döndükten sonra buradan hiç ayrilmadi, hiçbir siyasi hadisenin içerisinde de yer almadi. [Kalkasandî, Meâsiru’l-Inâfe, 109] Medine’de vefat eden Hz. Hasan, Abbas b. Abdulmuttalib’in kabrinin yaninda Baki mezarligina defnedildi. Hz. Hasan’in vefat nedeni ise tartisilmaktadir. Rivayetler esi Ca’de bnt. el-Es’as tarafindan zehirlendigini belirtmektedir. [Kalkasandî, Meâsiru’l-Inâfe, 107] Bu iddiaya sahip olan rivayetlerin büyük bir kismi Muaviye b. Ebî Süfyan’in bu hadisede dahli oldugu yönünde kanaat serdederler. Bkz. Müstevfi, 200

[26] bkz.Ibn Kuteybe, el-Imame, I, 164
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Emeviler dönemi

Yezid bin Muaviye dönemi

HARRA OLAYI

Emevî yöneticisi Yezid b. Muaviye devrinde Medine'de Ashab çocuklarinin yönetime karsi kiyamlari neticesinde Medine'nin yagmalanmasi ve bir çok kimsenin öldürüldügü olay. Yezid'in birçok kimsenin muhalefetine ragmen veliahd olup basa geçmesinden sonra yönetimden razi olmayan fakat Dimask'ta ne olup bittigini ögrenmek isteyen bazi müslümanlar vardi. Bunlar ashabin ileri gelenlerinin çocuklari idi. Gasîlü'l Melâike diye bilinen Hanzala'nin oglu Abdullah ve Mahsunogullari kabilesinden Abdullah b. Hafs ile Münzir b. Zübeyr Medine halkinin ileri gelenlerinden kalabalik bir hey'et olusturup Dimask'a Yezid b. Muaviye'yi ziyarete gittiler. Bunlar Yezid'in huzuruna vardiklarinda Yezid'den büyük iltifatlar gördüler. Yezid onlara bol ikram ve ihsanlarda bulunup cömertçe hediyeler verdi. Son derece adil, kibâr, haysiyetine düskün olan Abdullah b. Hânzala, Yezîd'in verdigi yüz bin dirhem ile yaninda bulunan ogullarina verdigi on bin dirhemi reddetmeden kabul etmisti. Bu hey'ete katilanlarin hemen hemen çoguna ayni hediyeler takdim edildi. Ancak onlar Dimask'a giderken orada nasil bir yönetimin hüküm sürdügünü ve Yezid'in neler yaptigini ögrenmek için gitmislerdi. Bu hey'et Dimask'tan Medine'ye geri dönmek üzere yola koyuldugunda bunlardan Münzir b. ez-Zübeyr Irak'a Ubeydullah b. Ziyad'a gitmis ve bir müddet orada kalmisti. Medine'nin ileri gelenlerinden tesekkül eden bu hey'et Dimask'ta görüp isittiklerini anlatmak üzere Rasûlullah'in sehrine varinca bütün orada gördüklerini ve Yezîd'in nasil bir hayat sürdügünü müslümanlara aynen aktarmaya basladilar. Söyle diyorlardi: "Bizler Islâmî hiç bir hayati olmayan bir adamin yanindan geldik. Bu adam mü'minlerin halîfesi sifatini kullaniyor, fakat saraf içiyor; tanbur çaliyor; huzurunda câriyeler sarki söylüyor; maymun ve köpeklerle ugrasiyor ve geceleyin de ülkenin haydutlariyla bir araya gelip sohbet ediyor. Sahit olunuz ki biz daha evvel kendisine yapmis oldugumuz bey'ati geri aldik ve onu hilafet makamindan azlettik." Sonra Hanzala'nin oglu Abdullah bu konusmalara sunlari ilave etmisti:

"Biz öyle bir adamin yanindan geldik ki su çocuklarimin disinda hiç kimseyi bulamayacak olsam bile onlari yanima alir ve ona karsi cihada çikarim. Evet o bana hediyeler verdi, ikramda bulundu, hediyelerini ancak bana gerekli ve yetecek kadariyla kabul ettim." Bu haberler üzerine bütün Medine halki Yezid'e daha evvel yapmis olduklari bey'atlerini bozarak herkesin itimadini kazanmis olan Abdullah b. Hanzala'ya bey'at ettiler ve onu mü'minlerin emiri olarak basa geçirdiler.

Diger taraftan Ubeydullah b. Ziyad'in yanina varmis olan Münzir b. ez-Zübeyr'e gelince; onun bu olaydan sonra rahatlikla tutuklanabilecegi bilindiginden dolayi, Yezid b. Muaviye tarafindan Ubeydullah'a yazilan mektupta derhal tutuklanip Dimask'a gönderilmesi isteniyordu. Ancak Ibn Ziyad, babasinin eski bir dostu ve ayni zamanda o an için kendi misafiri olan Münzir'i yakalamayi istememisti. Nihayet bir hile ile onu Kufe'den çikartip Medine'ye gitmesini Münzir b. Zübeyr saglayarak tutuklamisti. Medine'ye varinca gerçekten o da Yezid'e karsi insanlari kiskirtmaya basladi. Söyle diyordu:

"O bana yüz bin dirhem para hediye etti. Ancak onun bana yaptigi bu iyilik benim sizlere onun içinde bulundugu durumu anlatmama engel olamaz. Allah'a yemin ederim ki, Yezid b. Muaviye sarap içiyor, namaz kilamayacak hale gelinceye kadar sarhos oluyor." Daha sonra da onun ve yönetimde bulunan diger arkadaslarinin içine düstükleri o kötü durumlarini, kusurlarini ve Islâm ile bagdasmâyan tavirlarini bir bir anlatmaya basladilar.

Medine'de Yezid'e yapilan bey'atin geri alindigi ve müslümanlarin Abdullah b. Hamala'ya bey'at ettikleri haberi Dimask'a ulasinca Yezid b. Muaviye derhal Ensar'in ileri gelenlerinden Nu'man b. Besir'i Medine'ye göndererek buna engel olmasini ve halki bundan vazgeçirmeye çalismasini istedi. Nu'man b. Besir Medine'ye giderek onlara böyle bir kiyamdan vazgeçmelerini, Samlilara karsi koymanin mümkün olmadigini, onlarin büyük ordu ve süvarilerinin oldugunu söyleyip durdu. Ancak Nu'man b. Besir'e karsi çikan Medineliler bu kararlarindan dönmeye pek niyetli görünmediler. Nu'man b. Besir Yezid'in böyle bir davranisi asla affetmeyecegini, çok kötü bir sekilde sehre saldirilarak halkin perisan edilecegini, hanimlara dahi kiliç çekilecegini ve Medine'nin hareminin çignenecegini söyledigi halde hiç kimse onu dinlememisti. Medineliler bu Abdullah b. Hanzala'ya bey'at ettikten sonra Yezid'in yeni tayin etmis oldugu genç ve tecrübesiz vali Osman b. Muhammed b. Süfyan, sehrin disina çikarilarak Ümeyyeogullarini muhasara altina aldilar. Ümeyyeogullari o gün Medine'de yasayanlar olarak kendilerine bagli olanlarla birlikte yaklasik bin kisi idiler. Bunlar Mervân b. el-Hakem'in evine yerleserek durumu çok acele bir sekilde Yezid'e bir mektupla bildirdiler ve durumun ciddi oldugunu da eklediler. Gönderdikleri elçi Yezid'in yanina vardiginda Yezid Ümeyyeogullarinin bu yardim talebini hayretle karsiladi 've elçiye söyle sordu: "ümeyyeogullari taraftarlariyla birlikte yaklasik bin kisi civarinda degil miydi?" Elçi olumlu cevap verince Yezid: "Peki onlar hiç olmazsa biraz da olsa kiliçlarina sarilip savasmadilar mi?" dedi. Yezid bu isyani bastirmak ve zor durumda olan Ümeyyeogullarini kurtarmak üzere yine kendilerinden bir fert olup Hicaz valiliginden yeni azledilmis olan Amr b. Saîd'i çagirarak ona Medine'den akrabalarinin gönderdigi mektubu okumus ve derhal yanina asker alip Medine üzerine gitmesini emretmisti. Ancak Amr b. Said böyle bir görevi yüklenmek istememis, bundan âffedilmesini talep etmisti. Yezid b. Muaviye Medine üzerine Ubeydullah b. Ziyad'i gönderme karari verdi. Fakat daha önce bu isyanlari bastirmak üzere kendisini görevlendirdiginde Rasûlullah'in torununu Kerbelâ'da sehid edip Yezid'i millete rezil ettigi için onu bundan uzak tutmustu.

Amr b. Said Medine üzerine gitmeyi kabul etmeyince Yezid bu isi becerebilecek biraz da insaftan yoksun birisini düsünüp dururken, hatirina bir hayli yaslanmis bulunan ve halk arasinda "müsrif" diye bilinen Müslim b. Utbe geldi. Ona haber göndererek Medine üzerine gitmesini istedi. Ancak Müslim b. Utbe, Ümeyyeogullarinin Medine'de bu isyancilara karsi koyabilecek yeterli sayida olduklari ve neden çarpismadiklarini sormus, Yezid'in bunlari düsmana karsi çarpistirarak onlari yoruncaya kadar savasmaya devam etmelerini emretmesini tavsiye etmisse de Yezid, Ümeyyeogullarinin öldürülmelerinden sonra yasamanin bir anlami kalir mi? anlaminda Müslim'e serzeniste bulunarak derhal askerlerinin basina geçip Medine üzerine yürümesini istemisti. Özellikle Yezid'in Müslim b. Utbe üzerinde durmasinin asil sebebi kaynaklarin ifadesine göre babasi Muaviye Medine'de herhangi bir karisikli çikacak olursa bunun üzerine Müslim b. Ukbe'yi gönder; emin bir kimse olup sana samimiyetle yardim edecektir, seklinde bir tavsiyesinden kaynaklanmaktadir (Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, IV,112). Iste Medine halkinin Yezid'e karsi kiyam etmeleri üzerine Müslim b. Ukbe'nin emrine verilen çapulcu bir asker kitlesi Medine üzerine yola çikarildi. Bunlar Kuzey Afrika ve Suriye'nin kenar bölgelerinden toplanmis on iki bin kisilik bir ayak takimi grubu idi. Müslim b. Ukbe bu orduyu alip Medine üzerine yürüdü. Yezid'in ondan istedigi su idi: Medine halkina üç defa ikazda bulunacak, itaat ettikleri takdirde onlari kendi haline birakip bey'atlerini yenilemelerini isteyecekti. Aksi takdirde derhal onlara karsi savasarak üç gün üç gece müddetle sehri yagmalamalarini Müslim'e emretti. Bu yagma ve talan sirasinda Rasulullah'in beldesinde bulunan her türlü mal, binek, silah ve yiyecek malzemesi tamamen askerlerin olacakti.

Bu arada Medine'de meydana gelen bu kiyam sirasinda Kerbala'da karsilasmis oldugu büyük zulum ve izdiraplari bir daha asla yasamak istemeyen Hz. Hüseyin'in olu Ali Zeynelabidîn gönderdigi bir mektupta kendisinin bu kiyama katilmadigini ifade ederek eman istediginden dolayi Yezid Medine üzerine gönderdigi kumandani Müslim'den, Ali b. Hüseyin'e dokunmamasini, ona eman vermesini istemisti. Medine halkinin kiyami sirasinda Ümeyyeogullarinin o gün Medine'de yasayanlarinin en yaslisi ve reisi durumunda olan Mervan b. Hakem kendi aile efradini garanti altina almak için onlari Yezid'den eman almis bulunan Hz. Hüseyin'in oglu Ali'nin aile efradina katarak Yenbu' civarina göndermisti.

Kur'ân ve sünnet çerçevesinde Islâmî devletin yönetilmesini arzulayan Rasûlullah'in yardimcilari o gün hayatta kalan Ensâr ve Muhacir çocuklari Rasûlullah'in sünnetini ihya etmek için giristikleri bu iyi niyetli ve tertemiz tesebbüs Yezid'in askerlerinin saldirisiyla önlenecekti. Müsfim b. Ukbe, ordusunu alip Medine yakinlarina gelerek Kureys'ten bazi kimselerle ve özellikle Ümeyyeogullariyla görüsmek istemisti. Ancak bu arada Ümeyyeogullarina eman verilmis ve Onlar Medine'nen disina çikarak adeta kendilerini koruma altina almislar; fakat Suriye'den gelecek orduya katilmayacaklarina ve ona asla bilgi vermeyeceklerine söz vererek Medine'den çikip gitmislerdi. Müslim b. Ukbe, Hz. Osman b. Affan'in oglu Amr'i yanina çagirarak Medine'de neler olup bittigini ve ne yapmasi gerektigini kendisine danismis, Amr b. Osman b. Affan ise söyle demisti: "Kesinlikle sana bu konuda yardimci olamam. Çünkü Medinelilere bir söz ve ahid vermis bulunuyoruz. Onlarin düsmanlarina asla yardimci olmayacak ve herhangi bir konuda onlara yol göstermeyecegiz." Yezid'in kumandani Müslim, Hz. Osman'in ogluna son derece sert bir çikis yaparak, eger Osman'in oglu olmamis olsaydi derhal kendisini öldürecegini söylemisti. Arkasindan Mervan b. Hakem'in oglu Abdülmelik ile karsilasinca Abdülmelik verdigi bu sözü tutmus gibi görünerek ona bazi hususlarda ögütler vermis ve Medinelilerle çarpismak üzere Medine'nin dogusuna geçmesini ve sabah erkenden çarpismalara giristiginde günesi arkasina alarak Medinelilere saldirmasini ögütlemisti. Böylelikle onlar kendisine saldirinca günes yüzlerine vuracak ve gözlerini kamastirip arzu ettikleri sekilde çarpisamayacaklardi. Bundan son derece memnun olan Müslim b. Ukbe böyle akilli bir Ümeyyeogullari mensubu ile karsilastigi için memnuniyetini ona ve babasina açiklamisti. Müslim b. Ukbe derhal Medine halki üzerine saldiriya geçmek üzere Mervan b. el-Hakem'in oglu Abdülmelik'in tarif ettigi Harra bölgesine kadar ilerlemis ve burada durup Medine halkina üç gün müddet verdigini, bu müddet içinde kendisine itaat ederlerse onlara eman verecegini; aksi takdirde onlarla savasacagini, fakat buna ragmen kanlarini da akitmak istemedigini; bunun için itaat etmenin kendi lehlerine olacagini söylemisti. Bu verilen üç günlük müddet sona ermisti. Medine halki asla teslim olmayip savasmaktan yana bir tavir takindilar. Yapmis olduklari bey'ati koruyacaklari hususunda samimi olduklarini da ortaya koyarak Yezid'in bu tehdidine ragmen yönetiminden asla razi olmadiklarini ve böyle bir yönetimi de istemediklerini davranislariyla, tavirlariyla, kiyamlariyla ilan etmislerdi. Nihayet Müslim b. Ukbe bir daha onlara söyle demisti: "Savasmaktan vazgeçin, bize itaat edin. Böylece bütün gayret ve gücümüzü bütün bu isyankâr ve fasiklari her yerde etrafina toplamis bulunan su Mekke'deki inkarci Ibn-i Zübeyr'in üzerin yöneltelim." Medinelilerin ise bu söze daha çok canlari sikilmis ve Müslim'in suratina inen bir samar gibi su sözleri söylemislerdi:

"Ey Allah'in düsmanlari, sizler oraya gitmek isteyecek olursaniz biz sizi birakmayacagiz. Biz sizin Allah'in beytu'l-Haram'ina giderek oranin halkini korkuya düsürmenize, oranin ihtiramini sarsmaniza asla izin veremeyiz. Allah'a yemin ederiz ki Mekke'ye saldirma imkâni bulamayacaksiniz; karsiniza bizler dikilecegiz ve Abdullah'a yardimci olacagiz."

Medineliler Harra bölgesinde sehri korumak üzere bir hendek kazmis ve bu bölgede bütün kuvvetlerini dörde bölerek dört ayri ordu olusturmuslardi. Bunlarin her biri bir tarafta sehri savunmayi üstlenmis bulunuyordu. Nihayet Müslim b. Ukbe, bütün askerlerini ve o çapulculari biraraya getirerek onlari kendisine mü'minlerin emiri sifatiyla bey'at edilmis bulunan Hz. Hanzala'nin oglu Abdullah'in üzerine yöneltti. Abdullah b. Hanzala yanindaki müslümanlarla birlikte bu Suriye ordusuna karsi koymaya çalismis ve bir hayli direnis göstermisti. Bu arada Abdullah b. Hanzala'nin yakin arkadaslarindan ve Rasulûllah'in amca çocuklarindan Fadl b. Abbas b. Rabia b. Haris b. Abdulmuttalib, kumandan Abdullah'in yanina varmis ve onunla birlikte sonuna kadar çarpisacagina, atini mahmuzlayarak su zalim ve gaddar ordunun basinda bulunan Müslim b. Ukbe'nin yanina kadar varip onu öldürecegine dair söz vermisti. Fadl b. Rabia, yanina aldigi yirmi kadar Medineli müslümanlar ile birlikte hamle üstüne hamle yapip Müslim b. Ukbe'nin bulundugu karargaha kadar ilerledi. Müslim etrafinda bes yüz kadar piyade ile kendini koruyordu. Bunlar dizleri üzerine çökmüs, mizraklariyla karsidan geleceklere karsi hazir vaziyette bekliyorlardi. Ama bu bes yüz mizrakliya ragmen Fadl b. Rabia büyük bir cesaretle atini sancagin bulundugu yere kadar kosturmus ve sancagi elinde tutan adamin kafasina indirdigi kiliç darbesiyle onu öldürmüs ve: "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki bu azginlarin baslarini öldürdüm" diye bagirmisti. Ancak Müslim, ona yanildigini ve kendisinin hayatta oldugunu söylemisti. Bu öldürülen kisi Bizansli bir genç olup Müslim'in ordusunda yer almis bulunuyordu. Bu Bizanslinin Medine'de acaba ne isi vardi. Gerçekten müslüman olmus bir kisi mi yoksa bir çapulcu veyahut da parayla tutulan bir asker miydi? Nihayet Samlilarin bu sekilde karargahina kadar ilerleyen Fadl b. Rabia b. Abbas, Yezid'in askerleri tarafindan öldürüldü. Bu arada Abdurrahman b. Avf'in oglu Zeyd de bu gelenler arasinda bulundugundan o da hayatini kaybetmisti.

Bu arada Suriye ordusu, süvari ve piyadeleriyle ve bütün gücüyle Müslim b. Ukbe'nin tesvikleriyle Abdullah b. Hanzala'nin bulundugu noktaya dogru hamle ederek saldiriya geçti. Medineli müslümanlarin üzerine saldirip, onlari tavuk keser gibi dograyip duruyorlardi. Bu arada Abdullah b. Hanzala arkadaslarini da tesvik etmeye çalisarak onlara söyle diyordu: "Su anda tam olarak düsmanla karsi karsiya gelmis ve savasin en sert anini yasiyorsunuz. Ben savasin basladigi andan itibaren bir saat içinde durumun ya lehimize ya da aleyhimize neticelendigini bekliyordum. Fakat simdiye kadar sabrettiniz; Allah'in kelâminda zikrettigi Rasulünün yardimcilarinin çocuklari ve hicret yurdunun sakinlerisiniz. Ben Rabbinizin, müslümanlarin bütün sehirleri arasinda bu sehir disinda baska bir sehirden daha razi oldugunu zannetmiyorum. Yine bütün bölge sehirleri arasinda herhangi bir sehir halkinin su anda sizinle çarpismakta olanlardan dâha çok gazab ettigini de zannetmiyorum. Kesinlikle biliniz ki sizden her biriniz mutlaka ölecektir, ölüm mukadderdir. Allah'a yemin ederim ki sehîd olarak ölmekten daha üstün bir ölüm olamaz. Iste bu firsati yüce Allah önünüze getirmistir."

Çarpismalar siddetlendikçe siddetlenmisti. Abdullah b. Hanzala samimiyetle çarpisan sekiz oglunu teker teker gözünün önünde kaybetti. Onlarin hepsi Rasulullah'in sehrine saldiran askerlerin eliyle sehid olmuslardi. Daha sonra kendisi de sehid edildi. Bu arada yine Medineliler arasinda ve Rasûlullah'in ashabinin çocuklarindan olan Abdullah b. Zeyd b. Asim ile Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensarî sehid edilmislerdi. Mervan b. el-Hakem gibi gerçekten gerçekler karsisinda insafa az gelebilecek birisi dahi Muhammed b. Amr'in öldürüldügünü ögrenince söyle demisti: "Allah rahmet eylesin onun mesciddeki bir diregin yaninda namaz kilarken uzun uzun ayakta dikildigini, Allah'in huzurunda uzun müddet ibadet ettigini çok çok görmüsümdür."

Müslim b. Ukbe Medinelileri tamamen dagittiktan sonra üç gün müddetle Rasûlullah'in sehrini yagmalatti. Ashabin ve ashab çocuklarinin mallari ve esyalari bu askerler tarafindan talan edildi. Bu durumda Medine'de bulunan sahabiler bir hayli üzülmüs ve durumdan endise duyarak çok korku duymuslardi. Rasûlullah'in yakin ashabindan ve bir çok hadis rivayet eden Ebu Said el-Hudrî büyük bir korkuyla sehrin disina çikip bir magaraya gizlenmisti. Fakat Yezid'in askerlerinden birisi onu öldürmek üzere magara kapisina kadar gelmis, ancak "Ben Ebu said el-Hudrî'yim, Rasûlullah'in arkadasi Ebu Said" deyince Sanili asker onu öldürmekten vazgeçmisti. Yezid b. Muaviye Medinelilerin kanlarini, namuslarini ve mallarini Müslim b. Ukbe'ye havale etmisti. O istedigi sekilde hüküm verecekti. Üç gün müddetle zaten Medine halkini kiliçtan geçirip mallarin yagmaladiktan sonra onlardan bey'at istedi. Müslim onlara, bildiginiz sartlar ölçüsünde Yezid'e bey'at ediniz diye söyleyince Medineli ve Kureysli iki kisi söyle demislerdi "Biz sana Allah'in kitabi ve Rasulullah'in sünneti üzere bey'at ediyoruz." Bu lafi isiten Müslim b. Ukbe derhal her ikisinin boyunlarini vurdurmustu. Mervan b. Hakem insafa gelerek ona söyle söyledi:

"Fesübhanallah, sen Kureys'den emân ile gelmis iki kisiyi nasil oluyor da öldürüyorsun?" deyince, Müslim elindeki sopayla Mervan'in boynunu dürterek onu, "Allah'a yemin ederim ki, sen de bu laflari söylemis olsan seni de öldürürdüm" diye azarlamisti. Evet Allah'in kitabi ve Rasulullah'in sünneti üzere bey'at ediyoruz diyenler öldürülüyordu. Allah'in kitabi ve Rasulünün sünnetine kimler karsi çikabilir ve böyle bir uygulamayi kimler yapabilir?

Bu arada Makil b. Sinan, bir ara Müslim b. Ukbe ile Taberiyye yakinlarinda beraber bulunmusken Yezid'in hilafetine karsi isyan eden ve Abdullah b. Hanzala'ya bey'at eden Medinelilere yardim edecegini Ensar ve Muhacirlerin yaninda yer alarak Medine'ye vardiginda bu fasikin oglu fasika yapilan bey'ati bozacaklarina dair sözler söylemis, bundan dolayi da Müslim, onu Medine'de yakalayinca öldürmüstü. Diger taraftan Müslim bu insanlari tek tek huzuruna çagirip hep ayni sekilde sorgulamis ve çok kimsenin canina kiymisti. Bunlardan birisi de Yezid b. Vehb idi. Yezid müslümanlarin yanina gelince ona "bey'at et" denildi o da: "Kitap ve sünnet üzere bey'at ediyorum" deyince, Müslim; "Onu öldürünüz" dedi. Müslim de yine Mervan'in sefaatine ragmen Müslim tarafindan öldürüldü. Bu arada Hz. Abbas'in oglu Abdullah'in oglu Ali, bey'at ettirilmek üzere Müslim'in yanina getirilince annesinin Kinde kabilesinden olmasindan dolayi, hayatini kaybetmekten kurtulmustu. Yoksa Rasûlullah'in bir amcasinin oglu daha burada öldürülecekti.

Bu arada Müslim, Ümmeyyeogullarindan herhangi bir ferdi öldürmüs degildi. Ancak yine de onlara hakaretler yapmaktan kendini alamamisti. Hz. Osman'in oglu Amr, Ümmeyyeogullarindan olmasina ragmen Medinelilerin tavrina karsi asla menfi bir davranista bulunmamis ve gönlünün onlardan yana oldugunu göstermisti. Bunun üzerine Müslim onu yanina çagirarak herkesin yaninda bir çok hakaret yaptiktan sonra sakalinin tellerini yolmus kendisine, annesine ve babasina hakaretler etmisti. Harra Olayi 28 Zilhicce 63 (27 Agustos 683) tarihinde meydana gelmisti. Bu olayda Rasûlullah (s.a.s)'in sehri yagmalanmis ve her türlü kötülük bu sehre reva görülmüstü. Isyan etmis herhangi bir Islam beldesine yapilabilmesi bir yana gayr-i müslim bir kitlenin savasa katilmasi ve isyan etmesi halinde bile onlara karsi böyle davranilamaz, masum halki kiliçtan geçirilemez ve hele hele namuslarin el uzatilamazdi. Bütün bunlar Islam savas hukukuna göre kesinlikle yasak olmasin ragmen, Hz. Peygamber'in mübarek bir harem olarak tavsif ettigi sehrine yapilmisti. Medine'nin faziletieri hakkinda Rasûlullah'in nice hadisleri vardir. O Medine'yi kurtulus ülkesi ve hicret sehri diye isimlendirirken söyle buyuruyordu: " Kim Medine hareminde kitap ve sünnete muhalif bir bid'at islerse Allah'in azabi meleklerin ve bütün insanlarin laneti o kimse üzerinde olsun" (Buhârî, Fadâilü'l-Medine,1, Müslim, el-Hacc 85/469 ve 371.) Gerek Sahih-i Buhârî ve gerek Sahih-i Müslim'de Medine'nin faziletlerine dair bir çok kimseden ve özellikle Ebu Hureyre'den hadis-i serifler rivayet edilmistir. Bu hadis-i seriflere ragmen Râsulüllah'in mübarek sehrine saldirip yagmaladilar, talan ettiler ve ashabin çocuklarinin mal ve namuslarina ellerini uzattilar. Onlarin hesabi Allah'a aittir. Onlar nasil bir sekilde cezalandiracagini Allah daha iyi bilmektedir. Fakat Muhammed b. Umara'dan nakledilen bir olay son derece ibretamizdir. Muhammed b. Umara söyle anlatiyor: "Ben ticaret maksadiyla Dimask'a gitmistim. Birisiyle karsilastim. Bana nereli oldugumu sorunca, "Medineliyim" dedim. O da dönüp Medine'nin çok kötü bir yer oldugunu söyledi. Ben ona, "Rasûlullah'in sehrine ve onun güzel bir sehir diye vasiflandirdigi yere nasil pis bir sehir diyebilirsin" diye çikistim. O; "benim orada yasadigim kötü bir hatiram vardir, bundan dolayi orayi sevmiyorum. Yezid zamaninda "Harra Olayi" meydana geldiginde benim oraya katilan askerler arasinda yer almam istendi. Ben o gece rüyamda Muhammed adinda birisini öldürdügümü ve bunun için de cehenneme atildigimi gördüm. Bu orda arasina katilmamak için çok gayret sarfetmeme ragmen zorla beni orduya kattilar. Ben rüyanin etkisiyle Medine'ye vardigimda asla kilicimi çekip. kimseye vurmadim ve kimsenin de kanini akitmadim. Zira bu rüyadan sonra bile bile cehenneme atilmaktan çekiniyordum. Ama olay bitmis ve biz de savas alaninda öldürülenler arasinda dolasirken yaralilardan birisi can çekismekte iken bana "çekil oradan ey köpek" diye seslenince "köpek" diye hitap etmesi nefsime agir geldi, kilicimi çektim ve onu öldürdüm. Sonra rüyam aklima geldi. Medinelilerden yakaladigim birini götürüp o öldürdügüm adamin kim oldugunu, bunu taniyip tanimadiklarini sordugumda, onun yerde maktul olarak yattigini gören Medineli, çok acikli bir sekilde ve hayretler içerisinde söyle dedi: "Inna illah ve inne ilayhi râciun, Bunu öldüren adam cennete giremeyecektir" Medineliye bunun kim oldugunu sordugumda bana; "Bu adam Muhammed b. amr b. Hazm'dir. Rasûlullah (s.a.s)'in döneminde dogmustu. Rasûlullah ona bizzat kendi adini vermisti." Adamin bana söylediklerini dinledikten sonra Muhammed'in ailesine gidip kisas istedim, kabul etmediler; diyet vermek istedim, reddettiler" (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, IV, 121). Iste Muhammed b. Umara Dimask'ta karsilastigi bu adamin büyük bir pismanlik içerisinde naklettigi hatirasini aktardiktan sonra, Harra olayina katilanlarin Rasûlullah nazarinda nasil kimseler olduklarini söylemeye herhalde gerek kalmaz. Zira onlar hiçbir kötülük yapmamis olsalar bile, Rasûlulah'in yaptigi bu mübarek belde üzerine ordu göndermis, ashabin çocuklarindan "biz Kur'an ve sünnet çerçevesinde bey'at ederiz" diyenleri öldürmüslerdi. Kur'ân ve sünnete bagliligini ifade eden bu insanlar vahsice öldürüldükten sonra, Harra olayina sebep olanlar hakkinda düsünmek her akli basinda olan ahirete iman eden müslümanin karar vermekte hiç de zorluk çekmeyecegi bir hadisedir.

Ahmed AGIRAKÇA
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Velid bin Abdülmelik dönemi

ENDÜLÜS'E DOĞRU -

Endülüs'ün fethi

M.İsmail Çolak



Bindik katranlanmış gemilere,

Allah; nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığında bizden alır diye...

Bu uğurda birşey istersek kolaylaşsın bize,

Hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,

Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye...

Tarık b. Ziyad



Sekizinci yüzyılda müslümanlar fetihlerde zirveye ulaşarak, doğuda ve batıda en uzak noktalara kadar ilerlemişlerdi. Kısa zamanda büyük zaferlere imza atarak, kitlelere kurtuluş yollunun açılmasına vesile olmuşlardı. Bu uğurda canlarını vermek, müminler için en büyük mutluluk kaynağıydı.

Bu fetihlerde İslâm orduları, Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarına kadar ilerlemiş, sıra Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na kavuşturan dar boğazdan geçerek Avrupa içlerine doğru ilerlemeye gelmişti.

Komutanlığını Tarık b. Ziyad’ın yaptığı İslâm ordusu, işte bu hedefe yönelmişti. Hicrî 92, miladî 711 yılında, aralarında Sahabe-i Kiram’ı görmekle şereflenmiş Tabiun’dan zatların da bulunduğu İslâm ordusu, gemilerle Endülüs (İspanya) kıyılarına geçiyordu.

Geri dönüş yok

Tarık b. Ziyad dört gemiyle, daha sonra kendi ismiyle anılacak olan Cebel-i Tarık boğazından ordusunu karşı kıyıya geçirdi. Bu nakil işi hiçbir zorlukla karşılaşılmadan tamamlandı. Çünkü bu iş için kullanılan gemiler ticaret gemileri idi ve halk bu gemilerden inen insanların yeni tüccarlar olduğunu zannediyordu. Kimse bu gemilerin İspanya’yı asırlar boyunca hakikatle diriltecek, dünya tarihini etkileyecek kuvvetleri taşıdığını bilmiyordu.

Tarık b. Ziyad, bütün askerlerini karşı kıyıya geçirdikten sonra son seferde gemiye binerek kendisi de Endülüs kıyılarına geçti. Ordusunu biraraya toplayıp, önce üzerinde bulundukları dağın stratejik konumunu inceledi ve ani saldırılara karşı hazırlıklı olmak için ordugâhın etrafına tarihçilerin “Arap Surları” diye adlandırdıkları surları çektirdi. Ve buram buram kahramanlık kokan, ilahî çoşkuyla dolu emrini verdi: “Şimdi gemileri yakın!”

Artık dönüş yoktu. Önde düşman, arkada deniz. İspanyolların “ülkemize gökten mi indiklerini yoksa yerden mi çıktıklarını bilemediğimiz bir kavim geldi” dedikleri İslâm ordusu, kılıçtan başka silahı ve düşmandan ele geçirecekleri yiyecekten başka erzakları olmamasına rağmen, tevhidi şanına layık şekilde yüceltip yaymak uğruna canlarını ortaya koymuşlardı.

Tarık b. Ziyad, öncü birlikleri keşif için ileri mevzilere göndererek ilerleyecekleri yolların güvenliğini sağladı. Daha sonra kendisi bütün ordusuyla birlikte deniz sahili yoluyla kuzeye, Kurtuba’ya yöneldi. Müslümanlar burada İspanyol kralı Rodrich’in yeğeni Bencio komutasındaki bir orduyla karşılaştılar. Bencio’nun öldürülmesine kadar direnen İspanyollar’ı dağıtan İslâm ordusu, İspanya içlerine doğru ilerlemesine devam etti.

Müslüman güçlerin zaferlerle kuzeye doğru ilerlediği haberleri kendisine ulaşan Rodrich, ülkesinin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin ileri gelenlerine bütün kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı. Kısa zamanda yüzbin kişilik bir ordu toplayarak güneye doğru harekete geçti.

Tarık b. Ziyad’ın emrindeki çoğunluğu piyade olan onikibin kişilik ordu da kuzeye doğru ilerliyordu.

İki ordu Guadalete (Bekka) vadisinde karşılaştılar. İki taraf da savaş vaziyeti aldı. Komutanlar askerlerine cesaret vermeye çalışıyor, moral kazandırıcı sözler söylüyorlardı.

Rodrich, düşman karşısında tek vücut olarak ülkeyi korumak için bütün eşraf ve ileri geleni bu savaşta bulunmaya çağırmıştı. Çünkü ülkenin geleceği bu savaşa bağlıydı.

“Kahramanlar içinden siz seçildiniz”

Tarık b. Ziyad da askerlerine heyecanlı konuşmalar yapıyor, zafer kazanmakla elde edecekleri sevap ve ganimetten bahsediyordu:

“Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyecek ve techizatı da bol. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten başka erzağımız da yoktur.

Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü akıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.

Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilâkis önce kendi canımdan başlıyorum. Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.

Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti. Çünkü sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza ve sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin İlây-ı Kelimetullah olduğuna, dolayısıyla bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız olsun. İki cihanda sizin bahadırlığınız anılacaktır.

Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich denilen azgına hücüm edip inşaallah onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten aciz değilsiniz. Eğer ona yetişemeden ölürsem, bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini tamamlayın. Düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.”

İki ordu birbiriyle karşılaştığı zaman gece olmak üzereydi. Tarık b. Ziyad, ordusuna ihtiyatı elden bırakmadan gece istirahat etmelerini söyledi.

Sabah olunca iki ordu savaş vaziyeti aldı. Rodrich, tacını giydi ve bütün ziynetlerini taktı. Tahtına oturup, uşaklarına kendisini savaş meydanına götürmelerini emretti. İpek gölgelikler altında bayrak ve sancak ormanını andıran bir kalabalıkla, önünde savaşcılarıyla müslümanlara doğru ilerledi.

Tarık b. Ziyad ise atına binmiş, ordusundaki herhangi bir asker gibi harekete geçmişti.

Müslümanların büyük kısmı piyadeydi. Zırhlı asker azdı. Başlarında beyaz sarık, ellerinde yay, kılıç ve mızraklar bulunuyordu.

İlk hücum müslümanlardan geldi. Kendilerden kat be kat büyük orduya saldırırken, İspanya’nın tarihini değiştirecek savaşı başlatmış oluyorlardı. Sekiz gün süren şiddetli çatışmalar oldu. Müslümanlar bu ölüm-kalım savaşında büyük kahramanlıklar gösterdiler.

Her iki tarafın da kayıpları büyük oldu. Savaşta ölenlerin cesetleri uzun süre ortada kaldı. Sonunda İspanyol ordusu dağıldı. Kral Rodrich, geri kalan az sayıda askeriyle kaçtı. Ancak kaçarken düştüğü bataklıkta boğularak öldü.

Bu savaş sonunda Endülüs yolu müslümanlara açılmış oldu ve uzun bir süre İslâm’ın nuruyla aydınlandı bu topraklar.

Onların hedefi Allah’ın rızasıydı ve bir kez daha anlaşıldı ki, zafer geri dönmemek üzere azmedenlerindi. Şimdi o mübarek komutanın aziz hatırası, o meşhur emrinin deyime dönüşmesiyle dilimizde yaşamakta: “Gemileri yakmak.” Ya kalbimizde?..

Kaynak: Semerkand dergisi, 09/2000
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Selahaddin Eyyubi, Kudüs
ve Haçlilar


M. Ismail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104
Kudüs ve Filistin, Nazilere sapka çikarttiran gaddar Siyonistlerin ve azmettiricisi Batili emperyalistlerin zulmüne ve soykirimina sahne olmaktan ne yazik ki kurtulamiyor.Osmanli'nin elinden çiktigindan beridir kutsal topraklarin hüzün ve esâreti bitmek bilmiyor. Zuhur eden yürek parçalayici hâdiseler dün oldugu gibi bugün de Müslümanlara sürekli Selâhaddin-i Eyyûbî'yi hatirlatiyor ve ona mersiyeler ve serenatlar yagdirmaya vesîle oluyor. Biz de bu münâsebetle, "Sark'in en sevgili Sultani" Selâhaddin'in Kudüs'e olan müthis tutkusunu, Onu Haçli tasallutundan kurtarmak gâyesiyle tesebbüs ettigi büyük cihâdini, Dogu ve Bati Alemi'nde efsânelesen kahramanligini, dillere destan seciyesini ve hâsili bunlarin günümüze mâtuf mânâ ve ibret dolu yansimalarini, biraz daha derinlemesine kaleme almaya çalisacagiz.

Kudüs'ün Fethine Giden Yol

Selâhaddin-i Eyyûbî, 1167'de amcasi Sirkuh (Musul Atabeyi Nureddin Mahmud b. Zengi'nin önemli bir komutani) ile beraber Siî Fâtimî hâkimiyetine son vermek amaciyla çikilan Misir Seferinde, onun yardimcisi sifatiyla kendini ilk kez tarih sahnesinde göstermisti. Sefer esnâsindaki el-Bâbeyn Meydan Muharebesi ve Iskenderiye Muhasarasinda sergiledigi basarilarla göz dolduran Selâhaddin, ilerisi için büyük ümitler vâdeden bir emir oldugunu herkese ispatlamasini bilmisti. 1169'da Mahmud Zengi, büyük bir orduyla Kahire'yi fethedip, idâreyi vezir tâyin ettigi Sirkuh'a birakacakti. Ancak Sirkuh çok yasamayacak; yerine 26 Mart 1169'da ittifakla Selâhaddin Eyyûbî getirilecek ve ayni zamanda Nureddin'in ordu komutani da olacakti. Iste bu tarihten sonra Selâhaddin, kendisinden tarihin bekledigi esas rolleri îfâ etmeye baslayacakti. Eylül1171'de Nureddin'in emriyle, Misir'da Fâtimî hâkimiyetini ve hilâfetini nihâyeteerdirecek ve Islâm Dünyasi'ni tehdit eden/bölen Siî-Bâtinî tehlikesini bertaraf edecekti. Ayrica, Câmiü'l-Ezher'deki Fâtimilerin propaganda merkezini kapatarak, Sünnî akideyi yaymak için medreseler açma yoluna da gidecekti.

Bu arada Selâhaddin, hep Nureddin adina hareket ediyor ve tâbiiyetini sürdürüyordu. 15 Mayis 1174'te Nureddin ölünce, devlette saltanat kavgasi bas göstermis; Emirler, Haçlilarla mücadele edecek yerde birbirlerine düsmüstü. Selâhaddin, Sam'dan gelen dâvet üzerine Ekim 1174'te Misir'dan ayrilacakti. Muhaliflerini saf disi ettikten sonra 6 Mayis 1175'te istiklâlini ilan edecek ve adina hutbe okutup para bastiracakti. Böylelikle, kendisinin ve kurucusu oldugu Eyyûbî Devleti'nin siyasî gelecegi yeni bir dönüm noktasina girecekti. 1186 yili Mart ayina kadar Halep ve Musul Atabeyliklerine hükümranligini kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a kadar olan Islâm topraklari Selâhaddin'in hâkimiyetine geçecekti. Nureddin Zengî'nin ölümüyle parçalanan Islâm birligi böylece daha da kuvvetlenmis olarak yeniden saglaniyordu. Artik sartlarin olgunlasmasiyla, Kudüs'ün fethi için de yavas yavas kapi aralanacakti.

Selâhaddin'in Kudüs'e Meftûniyeti

Hiristiyan Bati Alemi, Kudüs'ü kurtarmak gâyesiyle, tarihin o en barbar taarruzu olan "Haçli Seferleri"ne start vermekte gecikmemisti. Haçlilar, Hz. Ömer'in 638'deki Yermuk Zaferinden 460 yil sonra, I. Haçli Seferi sonunda (1099) Kudüs'ü ele geçirip, bir krallik kurmaya muktedir olacaklardi. Vahsî Haçlilar, geçmiste bir benzeri daha görülmemis canavarlik numunelerini gösterime sunmaktan zerrece çekinmemislerdi. Yapilan hunharliklar sirasinda, sehrin su tanklari kana bulanacak kadar sokaklarda 3 gün boyunca oluk oluk kan akmis, mâbetlerde bile yüz binlerce Müslüman acimasizca katledilmis ve pek çok yerde ölüler dev piramitler hâlinde yigilip yakilmisti. Kisacasi, irtikap edilen vahsîlikler, yamyamlari dâhi hicâba sevk edecek ölçüde korkunç ve târifsizdi.

Selâhaddin Eyyûbî, aradan 88 yil geçmesine ragmen, Kudüs'ün Haçlilarin tahakkümü altinda bulunmasini bir türlü içine sindirememisti. Islâm'in ilk kiblesi ve Kâinatin Efendisi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldigi mukaddes beldenin, Haçli sultasinda bulunmasini kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selâhaddin'in âdetâ bir mecnun gibi dolastigi; yemegi ve uyumayi unuttugu; gülmeyi, zevk ü sefâyi kendine haram ettigi ve Kudüs'ün fethine dek hep çadirda kaldigini tarih hazin bir biçimde kaydetmistir. Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin'deki bu derin hicrani su muhtesem sözlerle sâhikalastirmisti: "O, Kudüs hakkinda o kadar gamli idi ki, onun bu gam ve kederini daglar kaldiramazdi. O, çocugunu kaybetmis bir ana gibi sasirmis kalmisti. Atini bir yerden bir yere kosturup Müslümanlari, Kudüs'ü kurtarmak için cihâda davet ediyordu. Dâimâ hüzünle gözyasi döküyor, göz pinarlari hiç kurumuyordu. Hele Akka'ya baktigi zaman, kendine bir türlü hâkim olamiyor, halkina yapilan zulüm ve iskenceleri hatirlamak istemiyordu. Bogazina bir türlü yemek girmiyordu. O söyle diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlilarin isgâlinde oldugu müddetçe, ben nasil olur da gülebilirim, sevinebilirim, istedigim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku girebilir?!"

Hittin'deki Büyük Zafer ve III. Haçli Hezîmeti

Selâhaddin, Kudüs Haçli Kralligi'na ilk büyük seferini 14 Kasim-9 Aralik 1177'de gerçeklestirmisti. Yaklasik 10 yildir hasretle bekledigi zafer anini, nihâyet 1187'de Hittin'de yakalamisti. Ortaya koydugu muazzam inanç, cesâret ve kahramanlikla Haçlilara hâdlerini bildirmis ve Kudüs üzerindeki heveslerini inkisâra ugratmisti. Hittin'de Haçlilar, Dogu'ya saldirdiklarindan beri ilk defâ bu denli agir bir hezîmete mâruz kalmislardi. Öyle ki, Papa III. Urbanus kahrindan ölmüstü. Sultan Selâhaddin, devletini kisa sürede bölgenin tek hâkim kuvveti durumuna getirmisti. Sultan'in yaninda harplere katilan ve olaylari yaziya döken Imâdeddin, Hittin'in Islâm Tarihi'ndeki önemini söyle belirtmistir: "Haçlilar, Dogu sâhillerine geldiklerinden beridir Müslümanlar, böyle bir zafer kazanmamislardi. Diger hükümdarlarin yapamadigini Allah, Sultan'a nasip etti." 2 Ekim 1187 Cuma günü "Miraç Kandili'nde" kiliç hükmünde emanla Kudüs teslim olmustu. Fethin ardindan Mescid-i Aksa'ya gelen muzaffer Sultan,

Haçlilarca tahrip edilen ilk kiblegâhi elleriyle süpürüp gül yagi ile yikamisti. Ilk Cuma Namazi'nda, Zekiyiddin Ali el-Kurasi, fethin emsâlsiz mevkiini su hutbeyle taçlandirmisti: "Allah, kullari arasindan sizi seçmemis olsaydi, bu fazileti kazanamazdiniz. Ne mutlu size! Rasûlullah'in mûcizesi Bedir vak'alari, Hz. Siddik'in idealleri, Hz. Ömer'in fetihleri, Hz. Hâlid'in hücumlari sizinle yeniden gerçeklesti! Allah Nebîsi Muhammed (a.s.) sizi en güzel övgü ile övdü. Düsman içine dalarak gösterdiginiz kahramanligin ecrini verdi. Ona yaklasmak için döktügünüz kanlari kabul etti. Size, mutlu insanlarin karargâhi olan cenneti verdi." Kudüs'ün yeniden Müslümanlara geçmesi, Haçli Alemi'nde öyle bir sok meydana getirmisti ki, hemen Papa'nin çagrisiyla tüm Avrupali Devletler, fevkalâde kalabalik ve kuvvetli yeni bir haçli ordusu düzenlemekten geri kalmamislardi. "Krallar Savasi" olarak da bilinen III. Haçli Seferinin basinda, Alman Imparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Krali Philippe Auguste ve Ingiltere Krali meshur Arslan Yürekli Richard'in yani sira, söhretli komutanlar vardi. Bunlardan Alman Imparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke Irmaginda bogularak can verecekti. Bir ara iki ordu arasindaki dengesizligi gören Sultan Selâhaddin'in askerleri, çekingenlik göstermislerdi. Selâhaddin ise, su müthis sözlerle azim ve cesâretlerini bilemeye kâdir olmustu: "Mâdem ki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocugumuzla zevk ve sefâ içinde yasamiyoruz? Bizim vazifemiz düsmanin azligini ve çoklugunu mukâyese etmek degil, onun karsisina çikmaktir!" Netîcede Richard'in öncülügünde sulh istemek zorunda kalan Haçlilar, 1 Eylül 1192'de imzalanan anlasmayi müteakip çekilmislerdi. Selâhaddin, Haçlilari tek basina perisan edip muhtesem bir ders daha vermeye ve hüsranla geri dönmeye mahkûm etmisti. Selâhaddin sahsinda, Müslümanlarin üstünlügünü Haçlilara bir defa daha tasdik ettirmis; Kudüs ve Ortadogu'daki Islâm varligini ortadan kaldirmanin mümkün olmadigini tekrar ispatlamisti.

Ebediyete Ibret-nûmâ Irtihâli

Selâhaddin Eyyûbî, 1193'te 56 yasinda Sam'da vefat etti. Haçlilari târumar eden Kudüs Fâtihi, ölüm dösegindeyken, emri geregince sehre dagilan münâdiler, mizraga geçirilmis kefenini göstererek su ibret yüklü sözü haykirmislardi: "Ey ahâli!.. Sarkin hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak su bez parçasini götürebilecektir. Öyleyse, Allah'a kullukta gevseklik göstermeyin!.." Söhreti cihâna mâlolan Islâm Mücâhidi vefat ettiginde, geride mîras olarak biraktiklarinin dünya nâmina hiçbir degeri yoktu. Tüm mal varligi sundan ibâretti: 1 Misir dinari, 36 veya 37 Nasirî dirhemi. Koca Sultan, zühd ve takva içinde kâmil bir hayat sürmüstü.

Selâhaddin'in Mürüvveti ve Efsânelesmesi

Selâhaddin, fetihlerden sonra gösterdigi müsâmaha, merhamet ve insanlikla, Haçlilari, bidâyette isledikleri vahsetten ötürü utandirmisti. Magluplarin sefâletine gösterdigi mürüvvet ve âlicenaplik her türlü senâya degerdi. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmisti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamis; 7 bin zavalliyi toptan 30 bin dinarla âzat etmeye râzi olmustu. Ayrica, 2-3 bin kisiyi hiçbir bedel talep etmeden birakmaktan da kaçinmamisti. Selâhaddin Eyyûbî'nin sergiledigi muhtesem insanlik manzaralari, hasimlari ve Avrupali tarihçiler tarafindan bile takdirle karsilanmisti. Yerli Hiristiyanlar ve Mûsevîler onun idâresini, Frenklerinkine tercih etmislerdi. Yüce Sultan bütün bunlarla, sâdece Islâm Dünyasi'nda degil; Bati Alemi'nde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin dogmasina sebebiyet vermisti. Avrupa'da yayilan efsâneler, onun sövalyelik ruhu, asâleti, adâleti, cesâreti, mertligi ve kudreti etrâfinda yogunlasmisti. 13. ve 14. Yüzyillarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazilmisti. Basta Erakles olmak üzere, fazla sayida tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almislardi.

Selâhaddin-i Eyyûbî, Batililarin hâfizasinda engin bir hayranliga degecek kadar yer etmesine karsilik, suur altinda derin bir kâbus uyandiracak kadar unutulmaz bir tesir de birakmistir. Meselâ, Fransiz Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savasi'ni müteakip Sam'a girmis ve Sultan Selâhaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçli ruhuna tercüman olan su müstehzî sözle seslenerek; Batililar adina sanki Hittin'in öcünü almak ve kabaran öfkeyi bosaltmak istemisti: "Ey Selâhaddin! Haçli Seferi simdi bitti! Iste biz döndük!.."

Essiz Sahsiyeti ve Hafizalardaki Yeri

Sultan Selâhaddin, yüksek insanî meziyetlere mâlik, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsâmahakâr bir yapiya sahipti. Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe'yi bilen, iyi tahsil görmüs bir hükümdardi. Kur'an-i Kerim ve Ebû Temmam'in Hamase'sini çok mükemmel bir sekilde ezberlemisti. Zamanindaki çesitli âlimlerden hadis ve fikih dersleri almisti. Itikâdî mezhebi Es'arî, ameldeki mezhebi ise Safiî idi. Edebî zevkleri üstün, tarihî mâlumati engindi. Verdigi sözü tutar, insanlarin kendisine güvenini sarsmamaya titizlikle gayret ederdi. Adâlete ehemmiyet verir, gerektiginde kendisi de hâkim karsisina çikmaktan sarf-i nazar etmezdi.

Engin tevâzuu, hilmi, hosgörüsü ve cömertligi "Onunla oturan bir sultanla oturdugunun farkina varmaz; bir arkadasiyla oturdugunu sanirdi. Anlayisli, hatalari affeden, dindar, temiz, samîmi bir kimseydi. Kusurlari görmezden gelir, kizmazdi. Mütebessim davranir, yüzünü asmazdi. Bir sey isteyeni, eli bos çevirmezdi." Devrin büyük âlim ve düsünürü Abdüllâtif el Bagdadî'nin, Selâhaddin'i ziyareti münâsebetiyle sarfettigi satirlar ise en az yukaridakiler kadar çarpici: "Huzuruna vardiginizda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. Insanlar Onda, Peygamberlerde görülen meziyetlere benzer seyler görüyorlardi. Iyi-kötü, Müslim-Gayri Müslim herkes tarafindan sevilirdi."

Selâhaddin'e Bitmeyen Özlem!

Bugün Filistin'de, Selâhaddin gibi bir kurtaricinin çikmasi ve Islâm sancaginin Kudüs semâlarinda yeniden sehbâl açmasi; zâlim Siyonistlerin ve suç ortagi Batililarin hâlâ kâbusudur. Lâkin, Kudüs ve Filistin topraklarinin, istiklâl için Selâhaddin gibi kahramanlara ve liderlere muhtaç oldugu da mutlaktir. O, bu anlamda bir "sembol" ve "timsâl" mevkiindedir. Kudüs, Selâhaddin Eyyûbî'sini hasretle aramakta ve 'Çagin Firavunlarina' dur diyecek o sanli Fâtihinin çikacagi ani büyük bir inkisarla beklemektedir. Bunu, Kenan Seyithanoglu'nun "Kudüs" siirindeki özlem, nedâmet ve serzenis yüklü su efsunkâr ifadeler ne müthis bir sekilde bayraklastiriyor:

Her vuslata mehtap olmus beldeye bak!

Eyvah! Yaliyor ufkunu bir kanli safak

Sabret Kudüs'üm silmek için gözyasini

Elbet bir Ömer bir Salâhaddin çikacak.



Kaynaklar:

1)Ramazan Sesen, Salahaddin Devrinde Eyyubiler Devleti, Ist.1983, I.Ü.E.F. Yay., s.59-67.; 2)Ramazan Sesen, Salahaddin Eyyubi ve Devlet, Ist.1987, Çag Yay., s.95-200.; 3)Dogustan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, c.6, Ist.1989, Çag Yay., s.329-342.; 4)Ah. Djevad, Yabancilara Göre Eski Türkler, Ist.1978, Yagmur Yay., s.108-112.; 5)Necati Kotan, Tarih Fikralari, Ist.1988, M.E.B. Yay., s.80.; 6)Ismail Çolak, Yeni Dünya Düzeninde Osmanliyi Aramak, Ist.2000, Kirkambar Kit., s.37-38.; 7)M. Ismail Çolak, "Barbar Kim?", Tarih ve Medeniyet Dergisi, Mayis 1999, Sayi: 62, s.24-27.; 8)M. Ismail Çolak, "Kudüs'te Selâhaddin Olmak!", Anadolu Gençlik Dergisi, Mayis 2002, Sayi: 28.; 9)M. Ismail Çalik, "Batinin Barbar Yüzü: Haçli Seferleri", Yeni Dünya Dergisi, Subat 2001 Sayisi, s.6-9.; 10)M. Ismail Çalik, "Vahsetin ve Medeniyetin Gerçek Adresleri", Anadolu Gençlik Dergisi, Agustos 2001, Sayi: 19, s.48-51.; 11)Burhan Bozgeyik, Meshurlarin Son Anlari, Ist.1993, s.205.; 12) Ibrahim Refik, Tarih Suuruna Dogru, c.1, Ist.1994, s.111, c.2, Ist.1998, s.43.; 13)Muzaffer Tasyürek, "Selahaddin-i Eyyubi", Semerkand Dergisi, Ekim 1999, Sayi: 10, s.37-38.; 14)Sizinti Dergisi, Aralik 1985, Sayi: 83, s.428-429; Mart 1993, Sayi: 170, s.69.; 15)Zaman Gazetesi, 19 Eylül 1992, s.8.


Kaynak: Miço'nun sayfasi
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Roket sisteminin esasi bize aittir !

27 Temmuz 1612 Cuma günü Istanbul Beylerbeyi semtinde dogan ve 1623 yilinin 10 Eylül Pazar günü tahta çikip 16 sene, 4 ay, 29 günlük bir saltanattan sonra 8/9 Subat 1640 Çarsamba/Persembe gecesi 28 yasinin içinde vefat eden Sultan Dördüncü Murad, saltanati boyunca Revan ve Bagdat Fethi gibi muhtesem zaferler yanisira Istanbul'da iki garip olayi da görmüstür.

Bu iki olaydan ilki, dünya havacilik tarihi yönünden mühimdir. Söyle ki: Hezârfen (elinden bir çok is gelen, çok bilen) lákabli Ahmet Çelebi, takindigi iki kanat ile Galata kulesinden Üsküdar'in Dogancilar meydanina kadar basari ile uçmus ve zamanin pâdisahi Dördüncü Murad, Hezârfen Ahmet Çelebi'nin bu marifetini Sarayburnu'nda Sinan Pasa köskünden seyretmistir.

Hezârfen Ahmet Çelebi kimdir, bilmiyoruz. 17. asirda böyle bir uçusun gerçeklestiren Ahmet Çelebi'nin Okmeydani'ndaki sekiz dokuz defa uçarak ta'lim ettigini yazan Evliyâ Çelebi hakkinda nedense genis bilgi vermemistir. Kendisine "Hezârfen" lâkabi verildigine göre, Ahmet Çelebi'nin zeki, gayretli, mütesebbis bir kimse oldugu ve bu ucus icin hayli emek sarfettigi anlasilmaktadir.

Galata Kulesi damindan Üsküdar'a kadar rüzgar akimini iyi kullanarak ucmayi beceren Ahmet Çelebi'nin bu basarisini Evliyâ Çelebi "Seyahatnâme"'sinde söyle anlatiyor:

"Hezârfen Ahmed Çelebi evvelâ Okmeydani minberi üzerinde rüzgârin siddetinde kartal kanatlariyla sekiz dokuz kere havada uçarak ta'lim etmistir. Sonra, Sultan Murad Han Sarayburnunda Sinan Pasa köskünden seyrederken Galata Kulesi'nin tâ tepesinden lodos rüzgâri ile uçarak Üsküdar'da Dogancilar meydanina inmistir."

Dünya havacilik tarihi yönünden mühim olan bu uçusu Evliyâ Çelebi böyle anlatmakta ve padisahin Ahmet Çelebi'ye bir kese altin ihsan ederek Cezayir'e gönderdigini, Hezârfen'in orada öldügünü ilâve etmektedir. Bazi kaynaklar da Istanbul'da elçi olarak bulunan Busbegius'in de hatiratinda bu mühim olaydan bahsettigini ve bu elçinin yazdiklarinin Bati'daki çalismalara kaynak oldugu öne sürülmüstür.

Hezârfen Ahmet Çelebi'nin Sultan Dördüncü Murad devrindeki uçusunun bu yolda ilk olduguna dair çesitli iddia varsa da, Ahmet Çelebi kanat takinarak uçmak isinde ilk degildir. Ondan evvel Ismail Cevherî adli bir Türk de Nisanbur'da kanat takinarak uçmaya tesebbüs etmis, fakat muvaffak olamamistir. Bu zat, ünlü bir dil bilgini ve hattattir. Tahminen 950 yilllarinda Farab'da dogmus, dayisi "Divânü'l-Edeb" sahibi Ebû Ibrahim Ishak El Farabi'nin yaninda okumus, bilâhare Arapçayi ve Arapçanin bâzi lehçelerini ögrenmek üzere Bagdat'a gitmis, sonra Hicaz'a Suriye'ye geçmis, daha sonra Horasan'a gelerek dil, dilbilgisi ve hatt mevzuunda söhrete ermistir. Siir de yazan bu zatin "Mukaddime" (Giris, baslangiç, M.K.) adinda küçük bir dilbilgisi, aruz ile ilgili "Arûzu'l-Varaka" ve "Sihâhu'l-Arabiye" adli mühim bir lügati vardir. Hatt sanatindaki mahareti ile yazdigi Kur'an-i Kerim'ler ise o devirde her yerde istiyakla aranmistir!...

Ismail Cevherî dil bilginligi yanisira uçmaya heves eden ve bu yolda ölen ilk Türk olarak da ünlüdür. Kuslari inceleyen, kanat genisliklerini tesbit eden, ancak fen adami olmadigindan bunlari iyi hesaplayamayan Ismail Cevherî 1010 yilinda kapi gibi iki büyük sathi vücuduna baglayip Nisanbur'da Eskicami minaresinden bir rivayete göre de evinin damindan kendisini bosluga birakmis ve hizla yere düsüp ölmüstür.

Hezârfen Ahmet Çelebi bu kanat takinarak uçmak isini Ismail Cevherîi'den sonra ikinci defa tecrübe eden ve basariya ulasan kimsedir.

***

Yine Sultan Dördüncü Murad devrinde vukuu bulan ikinci garib olay ise, Lâgarî veya Lâgri Hasan Çelebi ismindeki zatin yedi kollu bir fisege binip bunu atesleyerek göge yükselmesi ve fisekdeki barut bitince kollarindaki kanatlari açip süzülerek yere inmesidir!...

Bu uçus da basari ile neticelenmis ve Lâgarî - Lâgri Hasan Çelebi'nin bu basarisi roket sisteminin esasi sayilmistir!..

Okuyalim bu zatin macerasini yine Evliyâ Çelebi'nin "Seyahatnâme"'sinden:

"-Murad Hân'in Kaya Sultan adli kizi, dogdugu gece akika senligi oldu. Lâgri Hasan Çelebi, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fisek icad etti. Sarayburnu'nda Hünkâr huzurunda fisege bindi. Talebeleri fitili ateslediler. Lâgri: "Padisahim seni Allah'a ismarladim" diyerek ve dualar ederek göklere çikti. Yaninda bulunan fisekleri atesleyip denizin yüzünü ayinlatti. Gökkubbede büyük fisegin barutu kalmayip da yere dogru inerken, ellerinde olan kartal kanatlarini açip Sinan Pasa köskü önünde denize indi. Kendisine bir kese akça ihsan olunup, yetmis akça ile Sipahi yzildi. Sonra Kirim'da Selâmet Giray Hân'a gidip orada vefat eyledi. Rahmetli yakin dostumuzdu. Allah rahmet eyleye."

Baskalarinin türlü efsaneyi evlâdlarina tarih diye okuttugu devrimizde biz geçmisin bu basarilarindan neden korkariz bilinmez!... 1955'de yurdumuza gelen Amerikan Hava Kuvvetleri Kurmay Baskanligi Ilmî Istisare Kurulu üyesi ve NATO Arastirma Grubu Baskani Prof. Theodor Karman, Istanbul'da Teknik Üniversite salonunda verdigi konferansta, roket sistemini ilk defa 17. asirda bizim kullandigimizi söyler ve eski eserlerden projeksiyonla naklettigi resimlerle bunu izah ederken, biz bu gerçeklere neden sahip çikmayiz anlasilmaz !

Tipki ilk havan topunu Bizans'i fethimizde kullanildigini, Haliç Tersânesi'nde yapilip halen Dolmabahçe Sarayi'nda bulunan ve hâlâ çalisan saatleri ve daha neleri neleri baskalarina duyuramadigimiz gibi, Hezârfen Ahmet Çelebi'nin 17. asirda gerçeklestirdigi basarili uçusu ve Lâgari-Lâgri Hasan Çelebi'nin bugunkü roketlere esas olan ayni yüzyildaki "Roket uçusu"'nun tarih sayfalarinda gömülüp kaldigi gibi!..

Mustafa Müftüoglu

Milli Görüs-und Perspektive, 11/1996
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
HAÇLI SEFERLERI

Islâm düsmani papalarin Kudüs'ü müslümanlari hakimiyetinden kurtarmak ve müslümanlari Anadolu ve Avrupa'dan atmak gayesiyle baslattiklari seferlere verilen âd.

Islâmiyetin hristiyanligin aksine büyük bir süratle yayIlmasi, müslümanlarin Suriye, Filistin ve Anadolu'ya hakim olarak Iznik'in baskent oldugu yeni bir devleti kurmalari, hristiyan aleminin dini lideri papayi ve hristiyanligin hâmîsi olarak kabul edilen Bizans Imparatorunu ciddi bir sekilde endiselendiriyordu. Bu yüzden hem Islâmiyetin yayilisini durdurmak hem de sosyal ve ekonomik sIkinti içinde olan Avrupa'yi bu durumdan kurtarmak için Bati Avrupa'da Vatikan kilisesinin önderliginde yogun bir faaliyet baslatildi. Papa II. Urbanus Hz. Isa'nin dogum yeri olan Kudüs'ün ve kutsal saydiklari makamlarin müslümanlar tarafindan kirletildigini, Kudüs'e giden hristiyan haci adaylarina zulüm ve iskence yapildigini öne sürerek böyle mukaddes bir beldenin müslümanlarin baskisindan kurtarIlmasi için bütün hristiyanlarin canla basla seferber olmalari gerektigini söyleyerek halki sefere katIlmalari için tahrik ediyordu. Halbuki uzun süredir bu kutsal topraklar hristiyan haci adaylari tarafindan ziyaret ediliyor, bu konuda onlara engel olunmak söyle dursun yardim bile ediliyordu. Filistin'de kendilerine ayrIlmis hastaneleri, kilise ve manastirlari hatta kütüphaneleri bile vardi. Öte yandan Bati Avrupa'da halkin içine düsmüs oldugu ekonomik kriz ve sIkintidan da ancak dogunun baharat yollarinin ele geçirIlmesiyle kurtulabilecegi söylenerek halk bu sefere katIlmaya tesvik ediliyordu. Bütün bu gayelerin gerçeklesmesi de ancak hristiyan aleminin yek vücut halinde hareket etmesiyle mümkün olabilirdi.

Birinci Haçli Seferi:

Papa II. Urbanus 18-28 Kasim 1095 tarihleri arasinda bütün Bati Avrupa'nin ileri gelen din adamlarinin katildigi bir toplantida bu büyük harekâta süratle hazirlanmalari gerektigini hatirlattiktan sonra Ilk büyük haçli kafilesinin harekete geçmesini temin etmistir. Ertesi yil yani 1096'da Pierre L'Ermitte adli bir kesisin idaresinde heyecanli fakat disiplinsiz bir haçli kitlesi düzensiz bir vaziyette Belgrat, Nis, Sofya, Filibe ve Edirne yoluyla Istanbul'a gelmis ve 6 Agustos 1096'da Bizans Imparatoru Alexios Kommenos tarafindan Anadolu yakasina geçirIlmistir. Savas disiplininden uzak bu haçli kitlesi Eylül 1096'da Anadolu Selçuklu Sultani I. Kiliç Arslan tarafindan bozguna ugratIlmistir.

Bu haçli sürülerinin Kiliç Arslan tarafindan imha edIlmesi üzerine Avrupa'da prensler, dükler ve zirhli askerlerden olusturulan ordularla yeni bir hareket baslatIlmistir. Birincinin aksine tam bir disiplin içinde bulunan bu ordular savas kabiliyeti yüksek sövalyelerden olusuyordu. Meshur kontlarin idaresinde dört kol halinde harekete geçen yeni haçli kuvvetleri 1097'de yine Imparator Alexios tarafindan Anadolu'ya geçirildi. Mayis 1097'de Iznik'i kusatan Haçlilar müstahkem surlarla çevrili sehri sIkistirmaya basladilar. Anadolu Selçuklu Sultani Kiliç Arslan bu sirada Malatya'da bulunuyordu. Üstün haçli kuvvetleri karsisinda basarili olamayacaklarini anlayan müslüman askerler sehri Bizans kumandani Butumites'e teslim etmek üzere müzakerelere basladiklari sirada Kiliç Arslan gelince teslimden vazgeçerek haçlilarla kanli bir mücadeleye girdiler. Selçuklu sultani I. Kiliç Arslan ordusunu Iznik hIsari önündeki ovada savasa soktu. Çok çetin geçen bu çarpismalar sirasinda her Iki tarafin da agir kayiplari oldu. Sonunda Kiliç Arslan Iznik'i kendi mukadderatina birakarak haçlilari daglik bölgelerde ve geçitlerde sIkistirmak gayesi ile geri çekildi. Haçlilar siddetli hücumlar sonunda Iznik'i ele geçirerek Bizans'a teslim ettiler.

(19 Haziran 1097). Kiliç Arslan böylece yalniz baskentin degil oradaki asker ve hazinelerini de kaybederken haçli kuvvetleri de Eskisehir istikametinde ileri harekâta devam ettiler. 30 Haziran 1097'de Eskisehir ovasinda Haçlilari tekrar sIkistiran Kiliç Arslan arkadan yetisen zirhli birlikler karsisinda geri çekIlmek zorunda kaldi. Anadolu içlerine çekilirken de muhtelif yörelerdeki Türk birliklerini kendisine katIlmaya çagirdi. Bu arada Danismend Gazi ve Kayseri bölgesi emiri Hasan ile ittifak yapti.

Haçlilar Eskisehir ovasinda birkaç gün dinlendikten sonra Bizanslilarin tavsiyesine uyarak Konya'ya dogru yola çiktilar. Türk birlikler zaman zaman yaptiklari baskinlarla Haçlilara agir kayiplar verdirdiler. Hâçlilar Agustos ortalarinda Konya'ya varip Meram'da bir süre dinlendikten sonra Eregli'ye hareket ettiler. Kiliç Arslan bu sirada tekrar haçlilarin karsisina çikti fakat savasa girmeye cesaret edemedi. Haçlilar Eregli de Iki kola ayrildilar. Bir kismi Kilikya istikametinde yola devam ederken büyük bir bölümü de Kayseri'ye yöneldi. Emir Hasan yol boyunca Haçlilarla kahramanca savastiysa da müslümanlarin Kayseri'yi bosaltmalarina engel olamadi. Haçlilar Kayseri'yi geçip Göksün ve Maras yoluyla Antakya'ya dogru ilerlediler.

Ana Haçli ordusu Konya Eregli'sine vardigi sirada Kilikya'ya giden Baudouin de Boulogne, Maras'ta birlesik haçli ordusuna katIlmis ve daha sonra Antakya istikametinde ilerleyen ordudan tekrar ayrilarak Urfa bölgesine gitmistir. Telbâsir'de bulundugu sirada kendisine yapilan davet üzerine Urfa'ya hareket etmis ve 10 Mart 1098'de Urfa Haçli Kontlugu'nu kurmustur. Antakya'ya varan haçli kuvvetleri ise burçlardan birini korumakla görevli Ermeni asilli Firûz ile anlasarak 3 Haziran 1098'de sehri isgal etmisler ve burada Antakya prensligini, kurmuslardir.

Haçlilarin Suriye bölgesine inmeleri ve müslümanlarin mallarina ve canlarina kastetmeleri sebebiyle beliren hosnutsuzluk üzerine halife Mustazhir Sultan Berkyaruk'a bir elçi gönderdi ve ordularinin gücü kuvveti artmadan haçlilara karsi cihad için gerekli hazirliklarda bulunmasini Istedi. Berkyaruk da askerlerine "Amîdu'd Devle ile birlikte cihada çikmalarini emretti (491/1097-1098). Hille Arap emîri Sadaka da ayni maksatla harekete geçti ve öncü birliklerini Enbar'a gönderdi. Fakat haçlilarin çok büyük bir orduya sahip oldugu duyulunca müslümanlarin cesareti kirildi. Bu durum Franklarin Suriye'de iyice yerlesmeleri ve daha ileri bir harekâta devam ederek Kudüs'ü isgal etmeleriyle neticelenecektir.

Kudüs, Tâcu'd-Devle Tutus'un hâkimiyetinde idi. Bilâhere Artuk oglu Sokman'a ikta' etmisti. Haçlilarin Antak ya'yi isgalini ve bütün müslümanlari kiliçtan geçirmelerini firsat bilen Fâtimîler Efdal b. Bedru'l-Cemâlî'nin komutasinda gönderdikleri ordu ile Kudüs'ü muhasara ettiler ve manciniklarla tas yagmuruna tuttular. Sehri kirk gün koruyan Artukoglu 0l-Gazi ve Sokman sonunda Kudüs'ü onlara teslim etmek zorunda kaldilar.

Haçlilar Antakya'dan sonra asil hedefleri olan ve Fâtimî emîri 0ftihâru'd devle tarafindan idare edilen Kudüs'e yöneldiler. Aç ve per Isan bir halde olan bu kutsal sehri günlerce muhasara ettiler. Nihayet 15 Temmuz 1099 tarihinde ele geçirdiler. Bir kisim müslümanlar Mihrab-i Davud'a siginip 3 gün mücadele verdiler, fakat daha sonra eman ile teslim olmak zorunda kaldilar. Franklar Mescid-i Aksâ'da yetmis bin müslümani kiliçtan geçirdiler. Altin ve gümüs kandillere, sayisiz denecek kadar degerli esyaya sahip oldular. Böylece hedeflerine ulasan haçlilar Kudüs'te Lâtin Devleti'nin Ilk kralligini kurdular.

Bu müslüman katliami karsisinda Kadi Ebu Sa'd el-Herevî baskanliginda Suriye'den gelen heyet müslümanlarin acikli vaziyetlerini gözler önüne serip yardim diledi. Halife gözleri yasartan ve gönülleri ürperten bu durum karsisinda Kadi Ebu Muhammed ed-Damagânî, Ebu Bekr es-Sasî, Ebu'l-Kasim ez-Zencânî, Ebu'l-Vefâ b. Ukayl, Ebû Sa'd el-Hulvânî, Ebu'l-Hüseyn b. Semmâk'i emirleri ve mü'minleri cihada tesvik etsinler diye gönderdi ise de çogu yaslilik ve hastaligim bahane etti. Bunlardan Ebu'l-Vefâ, Ebû Sa'd el-Hulvânî ve Ebu'l-Hüseyn Hulvân'a geldiklerinde Sultan Berkyaruk'un veziri Mecdu'l-Mülk'ün katledildigini duyup geri döndüler. Böylece bu hayirli tesebbüsten de hiç bir sey elde edilemedi. Sultan Berkyaruk ve digerleri taht kavgalarindan firsat bulup da bu konularla ilgilenemediler.

Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethettigi zaman hristiyan halka can ve mal emniyeti, din ve vicdan hürriyeti tanidigini ve onlara nasil Islâmî ve Insanî bir muamelede bulundugunu bilenlerin onun bu âlicenap hareketiyle hristiyanlarin Kudüs'ü isgal ettikleri zaman sergiledikleri vahsice davranislari birbirleriyle mukayese ederek Hz. Ömer'in bu asilce davranisi karsisinda saygi ile egIlmeleri gerekir. Ama bu gibi olaylar Islâm'in ve müslümanlarin merhametli davranislari ile Islâm düsmanlarinin gaddarca tavirlarinin karsilastirmak arasinda son derece önemlidir.

Ikinci Haçli Seferi:

Atabeg 0m adeddin Zengi'nin 1144'te Urfa'yi fethi bütün Avrupa'da çok büyük yanki uyandirdi. Islâm dünyasinin bagrina bir kama gibi saplanan Urfa Haçli Kontlugu'nun yIkilmasi ve Urfa'nin tekrar Islâm topraklarina katIlmasi müslümanlari büyük bir sevince bogarken hristiyanlari da ayni sekilde üzüntüye sevketti. Urfa'yi üs olarak kullanip el-Cezire ve Suriye'deki müslüman halka zulüm ve iskence eden hristiyanlar Aziz Bernard'in tesvikleri ve Papa III. Eugenius'un 1145 tarihli fermaniyla yeni bir haçli seferi için hazirliklara basladilar. Papanin çagrisi üzerine Fransa krali VII. Louis ile Alman Imparatoru III. Konrad bu sefere katIlmaya karar verdiler ve 1147'de ayri ayri hareket ettiler. Konrad Dorylaion yakinlarinda Anadolu Selçuklu sultani I. Mesud'a maglup olarak sIkinti içinde yoluna devam etti. Kral Louis de Antakya üzerinden Kudüs'e hareketle burada Konrad ile bulustu. Iki haçli lideri Sam'a sardirmaya karar verip 50.000 kisilik büyük bir orduyla harekete geçtiler. Sam âtabegi Emir Üner, Musul atabegi Nureddin Zengi'den yardim Istedi. Bir müddet Sam'i kusatan haçlilar hiç bir basari elde edemeden geri döndüler. Böylece Ikinci haçli seferi hedefine ulasamadan sona erdi (1148).

Üçüncü Haçli Seferi:

Büyük Islâm mücahidi Salâhaddîn-i Eyyûbî'nin Misir'da hâkimiyeti ele geçirerek Fâtimi devletine son vermesi haçlilar için de agir bir darbe olmustu. Salahaddin 1187'de Hittin'de kral Guy de Lussignan'i maglup etmis ve Gerçek Haç'i ele geçirmisti. Haçlilar Islâm dünyasina geldikleri tarihten beri böyle agir bir darbeye maruz kalmamislardi. Salâhaddin-i Eyyubî bu savasta Kudüs haçli kralligina bagli kuvvetlerin büyük bir kismini imha etmis oldugu için ciddi bir mukavemetle karsilasmadan Taberiyye, Nâsira, Nablus, Akkâ, Hayfa, Sayda, Cübeyl ve Beyrut'u, 4 Eylül 1187'de de Askalan'i zaptetti. 20 Eylül 1187'de Kudüs'ü muhasara etmeye basladi ve 2 Ekim 1187 Cuma günü (27 Receb 583) Mirac gecesinde fethetti. Bu zafer Islâm âlemini hakli olarak büyük bir sevince bogdu. Salahaddin-i Eyyubî de tipki Hz. Ömer gibi esir alinan hristiyan ahaliye sefkat ve merhametle muamele etti. Sehirdeki haçlilar fidye ödeyerek kurtuldular. Fakirlerden hiçbir fidye alinmadan diledikleri yere gönderildi. Kadinlara, çocuklara ve hristiyan din adamlarina her türlü kolaylik gösterildi. Iste ****en sekiz yil önce Kudüs'e giren haçli zalimlerinin davranisi ile Selahaddini Eyyûbî'nin davranislari arasindaki fark Iki ümmet arasindaki farktir.

Kudüs'ün fethi ve Haçli hakimiyetindeki bir çok sehrin müslümanlarin eline geçmesi Avrupa'da tepkiyle karsilandi ve Papa VII. Gregorius'un çagrisiyla Kudüs'ü kurtarmak amaciyla yeni bir sefer için hazirliklara baslandi. Çagriya Ilk katilan Sicilya krali Guglielmo 1189'da baslatilan sefere katilamadan öldü. Papaligin tahrIkiyle Alman Imparatoru Friedrich Barbarossa, Fransa krali Phlippe Auguste ve Ingiltere krali Arslan Yürekli Richard ile Italyan sehir devletleri de gemileriyle bu sefere katildilar. Haçlilar bu seferde sahip olduklari muazzam donanma sayesinde Selahaddin'e karsi uzun süre mukavemet edebildiler. Kral Philippe ile Richard 1191'de Akkâ önlerinde bulusup sehri muhasara ettiler. Haçlilar karsisinda tutunamayan Akka emiri teslim oldu (1191). Bu arada kral Richard ile anlayasamayan Philippe ülkesine döndü. 1192'de Yafa ile Sur arasindaki sahil seridi Franklara birakilarak 3 yil 8 aylik bir anlasma imzalandi. Üçüncü Haçli seferinde haçlilarin yegane kazanci Kibris'i elegeçirmeleriydi. Haçlilar daha sonra burayi önemli bir üs olarak kullandilar.

Dördüncü Haçli Seferi

Dördüncü haçli seferinin amacindan saptirildigini gören Papa bu düsüncenin bütün Hristiyan alemine yayIlmasindan korkarak yeni bir sefer için kollari sivadi. Halk arasinda haçli seferlerine katIlma arzusu bütün siddetiyle devam ediyordu. 1212 yilinda binlerce çocuk ayni düsüncelerle sefere katIlmisti. Bunun üzerine Papa III. Innocentius 1215 tarihinde yeni bir sefer için çagrida bulundu. Kutsal Roma Germen Imparatoru II. Friedrich de bu sefere katIlmaya söz vermisti ancak daha sonra ülkesinde kalmasi uygun bulundu. Papa'nin bu seferi gerçeklestirebIlmesi için önemli miktarda paraya ihtiyaci vardi. Venedik ve Cenova'ya müracaat ederek yardim Istedi. Onlar ancak Misir'a bir sefer düzenlenirse para yardiminda bulunacaklarini söylediler. Maksat dini olmaktan çok ticârî bir hüviyet kazanmisti. Uzak Dogu'ya giden ticaret yolunun Misir ve Kizil Deniz'den geçmesi sebebiyle bu yöreye hâkim olmak istiyorlardi. 1218'de Kudüs kralliginin yasal varisi Jean de Brienne önderliginde yola çiktilar. 1219'de Dimyat'i isgal ettiler. Bir Fransiz birligi de Anadolu istikametinde yola koyuldu. Eyyûbiler endiseye kapilarak Kudüs'ü teslim etmeye razi olduklarin bildirdi ve baris talebinde bulundular. Fakat papalik elçisi buna yanasmadi ve 1221 Temmuzunda Kahire'ye dogru hareket etti, fakat Nil'i geçemedi. Eyyubî hükümdari el-Melikü'l-Kâmil haçlilari Dimyat'tan uzaklastirmayi basardi. Neticede haçlilar daha kötü sartlarda bir anlasmayla razi oldular (1221). Bu sefer papaligin önderliginde düzenlenen son haçli seferi oldu.

Altinci Haçli Seferi:

Bu haçli seferi karakter bakimindan digerlerinden farkliydi. Papa, III. Honorius Kutsal Roma Germen Imparatoru II. Friedrich'i Kudüs'ü elegeçirerek orada krallik tacini giymeye tesvik etti. 1227 yilinda sefere çIkilmak üzereyken salgin bir hastalik yüzünden bundan vazgeçildi ve geri dönüldü. Yeni Papa IX. Gregorius Imparatorun hastaligi bahane ederek geri dönmesinden hoslanmadi ve onu aforoz etti. Bunun üzerine II. Friedrich papaliktan ayri olarak kendi basina Misir'a hareket etti. Eyyûbi hükümdari dahili mücadeleler yüzünden haçlilarla ciddi olarak mücadele edemedi. II. Friedrich ile anlasarak Kudüs, Nâsira ve Beytüllahm'i haçlilara teslim etti (1229). el-Melikü'l-Kâmil'in bu davranisi Islâm alemini üzüntüye bogdu. Salâhaddin-i Eyyûbi'nin binlerce sehit vererek fethettigi bu mukaddes beldeyi onlara teslim etmesi ihanet olarak kabul edildi. Nihayet el-Melikü's-Salih devrinde sehir yeniden müslümanlar eline geçti (1246).

Yedinci Haçli Seferi:

Fransa krali IX. Louis yeni bir sefer arzusundaydi. Papa IV. Innocentius da onu destekledi ve 1245'te hristiyan lara yeni bir çagrida bulundu. Kral Louis Fransiz ve 0ngilizlerden olusan bir orduyla yola çikti (1248). Eylül ayinda Kibris'i alip Misir'a dogru yola çikti. 1249'da Dimyat'i zaptettiler. Robert de Artois adli haçli kumandani Mansûra'ya bir sefer düzenlediyse de yenilip geri çekildi. Daha sonra bizzat Kral Louis Kahire üzeri ne yürüdü fakat Islâm ordusuna yenilerek Turansah'a esir düstüyse de serbest birakildi.

Sekizinci Haçli Seferi:

Mogollari Aynicâlut'ta agir bir bozguna ugrattiktan sonra Kutuz'u öldürerek tahta geçen Baybars Haçlilara karsi yogun bir kampanya baslatti. 1265'te Kaysâriyye, Hayfa ve Arsuf'u, ertesi yil Galilea'yi, 1268'de Antakya'yi ele geçirdi ve 1271'de Haspitalier sövalyelerinin karargâhini zaptetti. Bu gelismeler Avrupa'da büyük yanki uyandirdi. IX. Louis yeni bir sefer için hazirliga basladi ve 1270'de Tunus'u isgal etmek gayesiyle harekete geçti. Onun yolda ölümü üzerine Prens Edward kumandasindaki haçlilar basari saglayamadilar. 1289'da Trablussam, 1291'de de haçlilarin son kalesi Akkâ düstü. Papa IV. Nicholaus ve halefleri dogudaki hristiyanlara yardimci olmak amaciyla tesebbüse geçtilerse de sonuç alamadilar. Fransa ile Ingiltere aralarindaki çekismeler yüzünden bu hareketi yeterince destekleyemediler. Üstelik Avrupa ekonomik açidan da giderek zayif düsmüstü. Haçli seferleri daha sonraki asirlarda devam etmekle beraber bunlarin gayesi artik kutsal topraklari elegeçirmek degil Avrupa'daki Osmanli ilerleyisini durdurmakti.

Osmanlilarin Balkanlara girip Bulgaristan'i ve Sirbistan'in bir kismini ele geçirmesi üzerine bütün Avrupa Hristiyan dünyasi hazirladigi birlesik ordularla Osmanlilar üzerine saldiriya geçtiler. Kurulan Balkan ittifakiyla Bulgarlar, Sirplar, Macarlar, Arnavutlar ve Ulahlar Kosova'da müslümanlara saldirdilarsa da büyük kayiplar vererek geri çekildiler. Fakat birkaç yil sonra Balkan ittifâkina katilan milletlere ek olarak Fransiz, Italy an ve 0ngilizlerin de yer aldigi büyük bir Haçli ordusu daha harekete geçip Balkanlarda müslümanlara saldirdi. Nigbolu'da meydana gelen s avasta Haçlilar büyük bir bozguna ugratildilar.

Günümüze kadar devam eden Batililarin saldirilari I. Dünya savasinda Osmanliyi yikarak daha sonralari Kuzey Afrika ve Ortadogu'yu istila edip birçok küçük devletçikler kurarak emperyalist bir ruhla sömürmeye baslamislardir. Bütün bunlar yetmiyormus gibi Islâm dünyasinin merkezinde mukaddes Kudüs çevresinde Yahudi devletini kurmakla veya bu devletin kurulmasi için en büyük yardimi saglamakla haçli zihniyetlerini bir kez daha ortaya koydular. Filistin, Kesmir ve Afganistan'in isgali Kibris konusundaki tutumlari haçli zihniyetinin bir devami olarak yasanirligini sürdürmektedir.

Abdülkerim ÖZAYDIN
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
cami8.jpg


Önceden verilen haberler

Muhyiddin-i Arabi, Osmanli Devleti'nin kurulusundan bir asir önce yasamis olmasina ragmen, Edirne kütüphanesinde bulunan ve Efrani tarafindan tercümesi yapilmis olan "Seceretü'n-Nu'mâniyye" adli eserinde, Osmanli devrinde zuhur edecek pek cok hâdiseyi aynen haber vermistir. Osmanli Devleti'nin kurulusundan ve Sam'la Misir'in fethinden Yavuz Selim'in Sam'a girmesiyle kendi kabrinin ortaya cikarilacigina kadar bir düzine hadiseden rümuzlu bir sekilde bahseder. Yine ayni eserde, Hafiz Pasa'nin dokuz ay muhasara etmesine ragmen Bagdat'i alamiyacagi ve fethin 40 gün icinde Dördüncü Murad'a müyesser olacagi anlatilir. Dünyaya gelmesinden asirlar önce, Sultan Abdülaziz'in katledilecegini haber verir. Muhyiddin bin Arabi, bu eserinde Rus-Japon savasindan söz ettigi gibi, müslümanlarin düsmanlariyla muharebe edeceklerinden ve neticede galip geleceklerinden de bahseder. Türkler hakkinda da " Türkler icin muzaffariyat ve saadet var " der

Bitlisli Mustafa Müstak Dede, Divan'inda Ankara'nin bassehir olacagini 70 sene evvelinden haber vermisti. Siirinin misra sonlarina düsürdügü harfler, Osmanlica olarak yanyana dizildiginde -elif, nun, kaf, ri, he- Ankara'yi gösterdigi gibi, bu hadisenin savaslar neticesi gerceklesecegini ve Haci Bayram'dan bahisle de, Ankar'nin bassehir olacagini gayet acik bir sekilde ifade etmektedir.

Mevlânâ, yedi yüz ( 700 !, M.K. ) yil evvel, " çok küçük canlilar görüyorum; agizlari var ve yiyorlar " diyerek mikrop veya bakterilere isaret ediyordu.

Kaynak: ZAMAN Gazetesi Namaz vakitleri takvimi, 10.06.1996
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Ibn Teymiye üzerine bir degini

Geçmise yönelik ilim ve düsünce adamlarindan en fazla tenkit edilenlerden biri de Ibn Teymiye’dir. Hatta ülkemizde son çeyrek asirda bazi sahislara “Ibni Teymiyeci” seklindeki bazi isnadlari bildigim için açikçasi Ibn Teymiye’ye dair okumalarimi ve tuttugum notlari okuyucularla paylasmada oldukça yavas ve ürkek davrandigimi söyleyebilirim.

Fakat Ibn Teymiye ismi üzerindeki spekülasyonlarin çoklugu kanatimce onun iyi taninmamasindan kaynaklanmaktadir. Çünkü kimileri onu yenilenme karsiti olarak görür, kimileri ise, onu en önemli yenilikçi olarak görür. Bu tuhaf, tuhaf oldugu kadar da çelisik ile yaklasimar bir yana, Ibn Teymiye, hakikatte bidatlara, asiriliga ve dine sokulan hurafelere karsi açikça cephe alan bir bilgedir. Nitekim Islâm dünyasinin Haçli Savaslarina maruz kaldigi, Islâm’in asli temellerinden uzaklastirilmaya, asabiyetler ve taassuplarla örülmeye çalisildigi bir dönemde Ibn Teymiye, Islâm dünyasindaki sapmalara karsi çikmis, Islâmin aslî kaynaklara dönüsünün zarurî oldugunu savunmustur. Özellikle de, bid’at saydigi yenilesmeden uzak kaldigi da bir gerçektir.

Koyu bir selefi ve Hanbeli görüsü benimseyen “Ibn Teymiye hakkinda söylenebileceklerin en azi, onun ilim ve eylem, düsünce ve kiliç adami oldugudur. Adi, düsünce ve eylem olarak cihadla taninmistir. Pratik hayatini, gerçek Islâm’in bayragini yükseltme ve bid’atler ile sapikliga direnme ugrunda cihada adamistir... Öte yandan, Ibn Teymiye, dünyadan el etek çekmis idealist bir düsünür degildir. Kilici almis ve savas alaninda cihada katilmistir. Mogollar’a karsi cihada, mülhid (ateist) ve bozgunculara karsi cihada... (1).”

Kisacasi, O, kilicini ve kalemini birlikte kullanmis, Islâmi ödünsüz bir sekilde savunmus ve bu ugurda çesitli zorbaliklara, zulümlere katlanmistir. Dimask kalesi hapishanesinde iki yillik bir tutukluluktan sonra vefat etmesi de onun inancindan, imanindan, düsüncesinden taviz vermediginin somut bir isaretidir.

Ibn Teymiye’nin pekçok eserinin yaninda en meshur olani ise, siyasetnâme türünün en önemli örneklerinden birisi olan “es-Siyasetu’s-ser’iyye fi islahi’r-râ’i ve’r-ra’iyye” adli eseridir. Bu eserinde Ibn Teymiye, “Islâm hukukun anayasa, idare, maliye ve ceza hukuku gibi kamu hukukunun alt dallarina ait bazi konulari da ele alir; hatta bu yüzden eseri Fransizca’ya çeviren H.Laoust tercümesine “Ibn Teymiye’ye göre kamu hukuku” adini vermistir. Söz konusu eser yetkin bir akademisyen olan Vecdi Akyüz tarafindan dilimize kazandirilmistir.

Ibn Teymiye’nin siyasete iliskin eserinde benim en dikkatimi çeken “görev istenmez, verilir” anlayisinin islendigi ilk bölümdür. “Emanetler” basligini tasiyan bu ilk bölümden asagidaki satirlari iktibas ediyorum:

“Hz. Peygamber (s.a) söyle buyurur. “Kim müslümanlarin isini üstlenir de, daha ehil olani varken baskasina bir is verirse, Allah ve Peygamberine hainlik etmis olur”. Bir baska rivayette “kim, içlerinde taklid (tayin) edeceginden daha çok halkin sevgisini kazanmis biri bulundugunu bilerek, bir topluluga emir tayin ederse, Allah’a, Peygamberine ve müminlere hainlik etmis olur” buyurur...

“Hz. Ömer (r.a) “Kim müslümanlarin herhangi bir isini üstlenir, sonra da, aralarindaki dostluk ve yakinlik dolayisiyla birine is verirse, Allah’a, Peygamberine ve Müslümanlara hainlik etmis olur.” demektedir.

“Veliyyu’l-emr’in, ilmî, askerî, mülkî siniftaki ve diger hükümet islerindeki valileri, hakimleri, ordu komutanlarini, küçük-büyük askeri birlik komutanlarini, hazine vazifelileri, katipler, mühürdarlar, harac, sadaka ve müslümanlarin diger mallariyla ilgili memurlarin üstlendikleri ise en ehil olanini arastirmasi ve tespit etmesi gerekir. Tayin edilen bu memurlarin da, bu islerin her birine en ehil olani getirmesi ve kullanmasi gereklidir... (2)”

Ibn Teymiye, nakli esas alan, akla ise buna göre yer ayiran bir düsünürdür. Nitekim, “Siyaset” adli eserinde de kaynaklara; yani âyet, hadis ve ilk Müslümanlarin tatbikatini esas alan bir idare tarzinin esaslarini çizmeye çalisir.”

Ben, Ibn Teymiye ile ilgili bu kisa deginiyi burada noktalarken, onun “Siyaset/es-Siyasetü’s-Serriyye” adli eserini okuyucu dostlara tavsiye ediyorum.

Dipnot:

(1) Huriye Tevfik Mücahid, Fârâbi’den Abduh’a Siyasi Düsünce, (Çev. Vecdi Akyüz) Iz Yayincilik, Istanbul 1995, s. 165.

(2) Ibn Teymiye, Siyaset/es-Siyasetü’s-Seriyye, (Çev. Vecdi Akyüz), Dergah Yayinlari, Istanbul 1985, s. 37-38.

Fahrettin GÜN

Kaynak: Milli gazete, 25.04.2000
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Murabitun Hareketi ve Murabitlar Devleti

(1056 – 1147 m.)


Mehmet FATSA


Giris: Selman-i Farisi'nin, Iran'in kültür tarihinde temsil ettigi misyon gibi Bilal-i Habesi adinin da Afrika'nin siyasi tarihinde simgesel bir anlami vardir. Bu nedenle Islam ordularini komuta edenlerin, kitayi "Bilalilestirmek" gibi bir amaçlarinin daima oldugunu söylemek yanlis degildir. Afrika'nin siyah tenli insanlarini gören her bilinçli müslüman Hz. Bilal gibi bir sahsiyeti hatirlamadan edememistir. Onu, "kölelikten gelmis bir siyah" olarak görmek yerine, "mü'minlerin efendisi" kabul ederek, bütün siyahlari "Bilallestirmek" temel ilke olmustur.

Müslümanlar açisindan böyle bir tarihi anlam tasiyan bu topraklar, Batililar için,Pon savasindan bu yana, "istah kabartici bir pasta" olma özelligini bütün çaglar boyunca sürdürmüstür. Nitekim, bir "din savasi" gibi gösterilmeye çalisilan Haçli Seferlerinin, aslinda ekonomik amaçlar tasidigini artik herkes bilmektedir. Özellikle, kesiflerden sonra yasanan sömürgecilik döneminin, Sanayi devriminden sonra, uluslar arasi emperyalizme dönüsmesi, bu kara kitanin "kara talihi"ni de belirleyen en temel gerekçe olmustur diyebiliriz.

Iste bu mütevazi çalisma, önceleri kitanin Islamlasmasini saglayan, daha sonraki asirlarda da, bahsini ettigimiz sömürgecilere karsi örgütlenmis ve önemli basarilar elde etmis sufi hareketlerin, tarihi arka planini ortaya koymayi amaçlamaktadir.1

Afrika'nin müslümanlasma sürecinin 615 yilinda yasanan "ilk hicret" olayina kadar indigini biliyoruz. Hz. Ömer döneminde gerçeklestirilen ilk fetihlerden sonra, Ukbe b. Nafi ve Musa b. Nusayr'in, Berberi kabileler ile mücadaleleri, bu süreçte ayri bir yer teskil eder. Özellikle Emevi halifesi Ömer ibn Abdülaziz'in arzusuna uyularak, Berberi kabileler arasina gönderilen bilginlerin, bunda daha fazla etkili oldugu bilinen bir konudur. Iskenderiyeli rahip Arius'un "monofizit" ilkelere dayali olarak kurdugu Arianizm mezhebinin, Ortadox Bizans'a ragmen bu kitada yayilmis olmasi ve "gerçek hristiyanliga yakin" ilkeler tasimasi, Islamiyetin de burada yayilmasini kolaylastirici bir neden olarak görülebilir. Buna ragmen Islamlasma süreci, yüzyillarca devam etmis, puta tapan ve kötü aliskanliklarini kutsallastiran ilkel kabileler arasinda Islamiyetin köklesmesi kolay olmamistir.

calig63.jpg


Abbasiler döneminin "esitlikçi ve özgürlükçü" politakalari nedeniyle gelisen fikri ve tasavvufi akimlar, ülkenin diger yerlerinde oldugu gibi, Afrika'nin iç kesimlerinde de etkisini göstermis, bir çok mahalli lider veya kabile reisi, Islami kabul ettikten sonra basinda bulundugu kabileler ile birlikte bu akimlardan birine intisap etmistir.2

Afrika insaninin mistik yapisi ve gizemli kavramlara olan ilgisinin bir gerekçe olarak kabul edilmesi durumunda, Islamiyet'in daha çok neden tasavvuf kanaliyla bu cografyada yayildigi anlasilmis olur. Daha Islam dininin ilk vahyedildigi zamanlarda, Afrikali bir kölenin müslüman olduktan sonra yasadigi "dramatik" hayatin, bir bakima bu cografyada yasayan siyah insanlar için simgesel bir anlaminin oldugunu da unutmamak gerekir.

Murabitun hareketinin etkili oldugu miladi 11. ve 12. yüzyillarda Islam dünyasinin genel siyasi durumunun çok da iç açici olmadigi görülmektedir. Bagdat merkez olmak üzere Asya'da sembolik gücünü korumaya çalisan Abbasi halifeliginin karsisinda, en ciddi tehdit olarak duran Batini hareketinin3, bütün K. Afrika, Suriye, Bati Arabistan ve Sicilya'yi içine alacak sekilde Fatimi devletini, Basra Körfezi'nin kuzeybati havzasi (Kirman)ni içine alacak sekilde de Büveyhogullari devletini kurdugunu görüyoruz. Bu iki devletin siiligi yaymaya dayanan politikasi, Batini fikir akimlarina dayanan terör hareketlerinin de güçlenmesine ve Sünni devletlerin içeride zayif düsmelerine imkan saglamistir. Fatimilerin, Haçlilari, Islam dünyasi üzerine kiskirtmalarini da bu politikanin bir yansimasi olarak görmek gerekmektedir.

Batini devletlerin takip ettikleri politikalarin genel ekseni, tarih boyunca hep Sünni devletleri içeriden zayiflatmaya yönelik olmustur. Bu durum Islam dünyasinda, bir tehlike ve tehdit olarak halen devam etmektedir.Tarihimizde birer Sünni devlet olarak yer almis olan Gazneliler'in, Selçuklular'in, Aksitler'in ve sonraki asirlarda Osmanlilar'in disarida ve içeride en fazla mücadele etmek durumunda kaldiklari akim Batinilik olmustur diyebiliriz.4

Çalismamizin konusunu olusturan Murabitun hareketi de, kurulusundan yikilisina kadar Batini fikir akimlari ile mücadele etmek durumunda kalmistir. Bu bakimdan Murabitlari önemli kilan faktörlerden biri de Batini hareketlerle mücadele etmis olmalaridir. Batinilerin Islam dünyasina ve tarihine yasattiklari sancili süreç, ayrica bir inceleme konusu olarak da ele alinabilir.

Murabitun Hareketinin Dogusu: Hareketin lideri olan Abdullah b. Yasin, Büyük Sahra ile Fas siniri arasinda yasayan Cuzuli kabilesine mensuptur. Ispanya'da Kurtuba sehrinde basladigi tahsiline, bölgenin ünlü fakihi Veccac b. Zellu el-Lamti'nin yaninda (Sus'ta) devam etmis ve burada Darülmurabitin adiyla kurulmus olan ilk ribatta egitimini tamamlamistir.5

Bu dönemin Afrika müslümanlik tarihine dair fazla bilgi içermeyen kaynaklarin satir aralarinda elde ettigimiz bilgilere bakarak, onun Berberilerden Cüdale kabilesi reisi Yahya b. Ibrahim'in davetine uyarak, Büyük Sahra'nin güneyinde yasayan ve kelime-i sahadetten baska Islamla bir iliskisi olmayan kabilelere Islam dinini ögretmeye basladigini ifade edebiliriz.6

Abdullah b. Yasin'in irsad faaliyetlerinin ilk dönemlerde, bahsi geçen kabileler arasinda umdugu basariyi saglayamadigini görüyoruz. Bu nedenle o, kendisine siki bagli kimselerle, Senegal nehri çevresine çekilmis ve bu nehir üzerinde bulunan adada ilk "ribat"tan faaliyetlerini yürütmeye baslamistir. Bu degisiklik sonuç vermis, çevredeki kabilelerden, bilhassa Senhacelerin bir kolu olan Lemtune kabilesinde etkili olmustur.Böylece, "murabitun" hareketi, merkezi Senegal olmak üzere çevrede yayilmaya baslamistir.7

Kaynaklardan ögrenebildigimize göre Murabitlar hareketi sadece bir züht hareketi olarak toplumun degisik kesimleri içinde yayilmakla kalmamis, giderek bir devlet disipliline dönüsmüstür. Özellikle Senhaceleri'in bir kolu olan Cudale kabilesi reisi, Islami bilgilere vakif, kültürlü ve cesur bir insan Yahya b. Ibrahim'in destegi ile, Murabitun hareketi çevrede bulunan diger kabilelerin de intisabi ile hizla yayilmaya baslamistir.

Abdullah b. Yasin'in baslattigi bu sufi hareketin, kabileler arasinda yayilip devletlesmesinde, doktrininin ikna ediciligi yaninda, süphesiz hareketin askeri bir disipline dönüsmüs olmasi da yer alir. Farkli bölgelerde yasayan kabileler arasinda kurulun ribatlarda meskun muridandan olusan fedailerin, hareketin prensipleri dogrultusunda belirlenmis kurallari uygulamalari ve ticaret yollarinin güvenligini saglamalari ile, bölgede huzur ve adaletin tesisi sonucu kurulan bu devlete, tarihte Murabitun Devleti denilmistir.8

Lemtune, Cudale ve Senhace kabilelerinin kendisine baglanmasindan sonra, Abdullah b. Yasin, sayilari 30.000'i asan, dini ve askeri yönden iyi yetistirilmis bir ordu tesekkül ettirmis ve baslarina da dava arkadasi Yahya b. Ibrahim'i, daha sonra da Yahya b. Ömer'i getirmistir. Sicilmase hakimi Mesut es-Zenati gibi9 mahalli liderlerin halka ve alimlere zulmetmesi üzerine, fetih faaliyetlerine girisilmistir.

Murabitlar Devleti: Yahya b. Ömer'in sehit düsmesi üzerine, 1056 yilinda "emirü'l-müslimin" ünvani ile Ebubekir b. Ömer (lemtuni) is basina getirilmistir.Bazi kaynaklar, Murabitlar devletinin kurulusunu bu tarihle baslatirlar.10Bunun sebebi, esas fetihlerin bundan sonra yasanmasi olmalidir.

Islam dinine sikica bagli ve Bati kaynaklarinda "Almovarides" seklinde geçen Murabitlar, ehl-i sünnet mezheplerinden Malikiligi benimsemisler ve cihat düzenine dayanan devletlerinin sinirlarini,Misir'dan Atlas okyanusuna, Nijer havzasindan Ispanya'da Ebro nehrine kadar genisletmislerdir.Baskentleri ise Merakes sehridir.

Abdullah b. Yasin'in manevi liderliginde kurulan ve giderek genisleyen Murabitlar Devleti'nin, Ebubekir b. Ömer'in emirligi döneminde büyük fetih hareketine giristigini görüyoruz. Ilk hedef olarak Fatimilerin bir kolu olan Sii Sus prensligi ortadan kaldirilmis, iyi yetistirilmis bir komutan olan Yusuf b. Tafsin'in de yardimi ile ele geçirilen bu prenslikte sii akidesine son verilip Maliki mezhebinin esaslarina dayanan yeni bir idare kurulmustur. Murabitlar bundan sonra Mesmudalar idaresindeki, Magrip topraklarina girmisler ve buranin bir kismini ele geçirmislerdir.Daha sonra da, Afrika'nin bati kismina egemen olan Fana Kralligina son vererek, sufi hareketin yayilma alanini da genisletmislerdir. 1059'da Temasna bölgesinin hakimi olan putperest Bergavatalarla yapilan savasta Abdullah b. Yasin sehit düsmüstür.11

Ebubekir b. Ömer Lamtuni'den sonra devletin basina sirasi ile su isimler geçmistir:

1- Ebu bekir b. Ömer Lamtuni (1056-1061)

2- Nasiruddin Yusuf b. Tafsin (1061-1106)

3- Ebu'lHasan Ali b. Yusuf (1106-1143)

4- Ebu Yusuf Tafsin b. Ali (1143-1145)

5- Ebu Ishak Ibrahim b. Tafsin (1145-1146)

6- Ishak b. Ali (1146-1147).12

Murabitlar, esas ihtisamli dönemini Yusuf b. Tafsin döneminde yasamislardir. Onun zamaninda, zahidlerden olusan Islam ordusu, Ispanya'ya çikartma yaparak Hristiyanlari Zellaka Meydan Muharebesinde (1086) agir bir yenilgiye ugratmislardir. Diger müslüman emirlerin de itaat etmesi ile Ispanya'da Murabitlar devri baslamis, böylece bölgede Islamin hakimiyeti bir kaç asir daha uzamistir. Onlarin bu faaliyetleri, Islam dünyasinda büyük yanki uyandirmis, hatta Abbasi ve Selçuklu hükümdarlari üzerinde büyük tesirleri olan Nizamiye medreselerinin bas rektörü Imam Gazali Hazretleri, Emir Tafsin'i ziyaret için yola çikmis, ancak Misir'a geldiginde vefat haberini duyup geriye dönmüstür.

Murabitlarin Ispanya hakimiyeti 1147 yilina kadar, yarim asirdan fazla sürmüstür. Onlarin hakimiyeti döneminde yetistirilen Islam bilginleri ve sufilerin gayretleri ile Islam dini, Moritanya, Senegal, Gana, Yeni Gine, Nijerya, Mali ve Gambiya gibi yerlere yayilma imkani bulmustur.

Tarihçilerin, bu devletin üç temel nedenden dolayi yikildigini ifade ederler:

* Ispanya'nin alinmasindan sonra, buranin safahat hayatina kendilerini kaptiran, çöl kültürüne bagli Bedevilerin, benliklerini ve cihatçi ruhlarini kaybetmeleri.

* Ibn Rüst ve Ibn Hazm gibi rasyonalist Endülüslü feylosoflarin meydana getirdikleri fikir anarsisine halkin ve mutasavvif yöneticilerin hazir olmamalari.

* Batinilerin yikici faaliyetleri karsisinda, mukavemet edici bilimsellik sürecini olusturamamis olmalari.

Balear adalarinda 79 yil (1126-1205) hüküm süren Beni Ganiye melikleri de Murabitlara bagli olarak yasamislardir. Akdeniz'in batisinda yer alan bu adalar ülkesinde bundan sonra, egemenligi ele geçirmis olan Sii Muvahhitler'in dönemi de dahil edilecek olursa, müslümanlarin buradaki hakimiyet süreleri, Aragon istilasina kadar, 518 yil sürmüstür.

Islam dünyasinin Magrip kanadini olusturan ve Berberi kabileler arasinda Islamin yayilmasini saglayan Murabitlar devleti, Gazzali ekolüne bagli olarak bir asir kadar bölgeye hükmetmis, ancak yukarida ifade edilen sebeplerle ve en çok da,Batini Muvahhitlerin saldirilari ile, 1147'de kesin olarak yikilmistir.

Netice:

1- Murabitun hareketi, Sunni/Sufi bir harekettir. Islamin coskulu bir biçimde yasandigi ve bu nedenle de kisa sürede yayilarak kita disina tastigi anlasilmaktadir.

2- Cihat faaliyetini esas alan bir hareket olmasi, Islam dininin Hristiyan veya putperest olan Berberi kabileler arasinda yayilmasini kolaylastirmistir.Bu durum tasavvufun, Afrika'nin Islamlasmasinda en üst seviyede katki sagladigini bize göstermektedir.

3- Islam dünyasinda çok ciddi bir sorun olan Batini anarsizmi, bu devletin de iç ve dis politikasinin en önemli belirleyicisi olmustur.Bu yüzden Murabitun hareketinin ilgi alanlarindan biri de, Batinilikle mücadele olmustur. Afrika kitasinda Sia'nin yayilmasini engelleyen, tarihsel açidan çok önemli bir görev üstlenmistir.

4- Sii Erdebil tarikati hariç tutulacak olursa, Islam dünyasinda devlet kuran ve kendi esaslarini devletin kurumlarinin sekillenmesine yansitan Murabitun hareketi, bu yönü ile Senusilige benzemektedir.

5- Islam dünyasinin baska yerlerinde, daha çok toplum içinde "irsad" misyonunu üstlenerek örgütlenmis olan tasavvufi hareketlerden çok farkli olarak, Imam-i Gazali'nin sistemine uygun gelistirilen tasavvuf egitiminin askeri nitelik tasimasi, onun giderek devlet düzenine dönüsmesini de saglamistir.

6-Murabitun hareketi, daha çok Afrika'da görülen "ihyaci ve islahatçi" sufiligin bidayetini teskil eder. 19. yüzyilda etkin bir sufi hareket olarak karsimiza çikan Senusiligin; hatta 20. yüzyilda Misir ve Suriye'de, etkili siyasi muhalefet örgütlenmesi olarak bilinen Ihvan-i Müslimin hareketinin arka planinda,Murabitlarla baslayan bu ihyaci tarihi gelenek vardir.

Dipnotlar:
-----------------
1- Afrika'da ortaya çikan belli basli tarikatlar: Rahmaniyye, Kadiriyye, Seyhiyye, Ebu Aliyye, Ticamiyye, Teybiyye, Zeyniyye Bin Nahyiye, Derkiyye,Sazeliyye ve Senusiyye genis bilgi için bkz. Prof. Dr. Fazlur Rahman, Islam trc. M. Aydin-M. Dag, Ist. 181; Filibeli Sehbenderzade, Ahmet Hilmi Efendi'nin, 1905 yillarinda yazdigi Senusiler ile ilgili Osmanlica eser.; 2- Prof. Dr. Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel Islam Tar. trc. S. Tug, c.2. s. 338. Ist. 1980; Islam tarihinde ilk hicret olayi için bkz. Ibnü'l Esir El Namil Fi't-Tarih, c. 2, s. 66, trc. A. Özaydin, Ist. 1987; 3- Batinilikle ilgili olarak bkz. Fazlur Rahman, a.g.e Islam Ans. "Batini mad.; M. Semseddin, Hurufattan Hakikati, Ist. 1332 A. Ates "Batiniyye mad. I. A. 2339; 4- Islam Ans (TDV), "Batinilik" md. P.M. Holt Haçlilar Çagi, s. 79-81, Ist. 1999; Ayrica Gazneliler için bkz. Prof. Dr. Erdogan Merçil. Gazneliler Devleti Tarihi, TTK, Ank. 1989; Y.Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, c.1, TTK, Ank. 1947 T. W. Arnold, Isl. Tar. s. 314, Ank. 1982; Abdülkerim Özaydin, "Abdullah b Yasin el-Cuzuli", Islam Ans. (TDV). 142, c.1, Ist. 1988; Dogustan Günümüze B. Is. Tar. 3/444-491; 5- bkz. Islam Ans. (TDV), "Batinilik" mad.; Prof. Dr. Erdogan Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, TTK. Ank. 1989; Y.Hikmet Bayur, Hindistan Tar. c. 1, TTK, Ank. 1947; 6- T. W. Arnold, Isl. Tar. s. 314, Ank. 1982; Abdülkerim Özaydin, "Abdullah b. Yasin el-Cuzuli" Islam Ans. (TDV) s. 142, c.1, Ist. 198; A. Özaydin, a.g.e, s. 142; Arnolt, Yahyali B. Ibrahim'in, Senhace Kabilesine mensup oldugunu nakleder.; 7- Doç.Dr. Ünver Günay, "Zenci Afrida'da Isl. " Atatürk Ünv. Isl. Ilimler Fak. Derg. s. 109, sayi 4, 1980; 8- C. E. Bosworth, Islam Devletleri Tarihi, trc. E. Mercil-M.Ipsirli, s. 34, Ist. 1980; Yilmaz Öztuna Devletler ve Hanedanlar, c. s. 225, K.B.Yay., Ank. 1996; 9- Özaydin, 1/442, M. Larouse 963-64; 10- Öztuna, 1/225; 11- bkz. Groller International Americana Eneyelopedia 1/122-123, Ist. 1983, Özaydin, 1/142; 12- Öztuna 1/225, Islam Ans.(MFB), 8/586, Ist. 1960; Dogustan Günümüze B. Isl. T. 5/331-338, Ist. 1992

Kaynak: Miço'nun sayfasi
 

Bilgi / İnfo

satcafesi.net kar amacı gütmeyen bilgi & paylaşım üzerine kurulu ücretsiz bir forum sitesidir,Üyeler her türlü bilgiyi,dosya,video,resim,vs. önceden onay olmadan paylaşabilmektedir,bunedenle oluşacak herhangi bir illegal paylaşımdan satcafesi sorumluluk almamaktadır,T.CK.na aykırı paylaşım görüldüğünde iletişim kısmından bizlere bildirmenizi rica ederiz.

Yasal Haklar

Foruma gönderilen mesajlardan öncelikle mesaj sahipleri sorumludurlar. Forum yöneticileri başkalarının mesaj veya konularından sorumlu tutulamazlar. Ancak yasal nedenlere bağlı herhangi bir şikayet durumunda, yetkililer bilgilendirildiği takdirde ilgili düzenleme yapılacaktır.
Üst