Abdullah Bin Ömer
En çok hadîs bilen sahâbîlerden.
Abdullah bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört büyük halîfeden Hazret-i Ömer’in oğludur. İlk îmâna gelenlerdendir. Babası îmân ile şereflenince, o da küçük yaşta Müslüman oldu.
Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu. Bunun için Eshâb-ı kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu.
Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün ilimlerde mâhir oldu.
Çok cömert idi
Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek durumdaydı. Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi. Çok cömert olup, ikrâm etmeyi çok severdi. Akşam yemeklerini, yalnız yediği hiç vâki değildi. Mutlaka misâfir arar bulurdu.
Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan hediye getirilmişti. Dostlarından birisi ertesi gün, onu, çarşıda hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı. Evine gidip sordu:
- Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan gelmemiş miydi?
- Evet gelmişti.
- Fakat bugün onu veresiye alış-veriş yaparken gördüm.
- Doğrudur. Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp, çarşıya çıktı. Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı. İhtiyacı olanlara hepsini dağıtmış.
Gençliğinde bir rü’yâ gördü. Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının üzerine binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu. Bu sırada birileri onu Cehenneme götürmek istedi. Hemen karşısına bir melek çıkıp, “Korkma!” dedi. Sonra alıp tekrar Cennete götürdü.
Hazret-i Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Abdullah ne iyi insandır. Keşke geceleri de namaz kılsa!
O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı.
Allahtan korkmak
Allahtan başka kimseden korkmazdı. Bir gün yolculuğa çıktı. Yolda karşılarına bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını şaşırdılar. O korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki:
- Resûlullahtan işittim. “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa, hiçbir şeyi ona musallat etmez” buyurdu. Yoldan çekil de yolumuza devam edelim.
Aslan sessizce oradan uzaklaştı.
Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi. Nitekim Irak’tan ziyâretine gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek dedi ki:
- Bu iyi bir ilâçtır. Sana, Irak’tan getirdim.
- Bu ilâç neye yarar?
- Hazımsızlığa iyi gelir.
- O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver!
- Niçin?
- Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim. Bundan sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz.
Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu. Çok aradı, bulamadı. “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi. Sonra birisi gelip dedi ki:
- Deven filân kimsede.
Mescidden çıkıp giderken, hatırladı. “Ben onu alana hediye etmiştim” deyip tekrar mescide döndü.
Allah için sev!
Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine buyurdu ki:
- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi, namazı ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz.
Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini kaygılandırma! Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma! Sağlığında hastalığın ve hayatında ölüm için tedbîr al!
Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı. Bunun için, sık sık buyururdu ki:
- Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına kavuşamazsınız!
Birisi, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum” deyince buyurdu ki:
- Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun.
Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki:
“Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Hazret-i Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. Bir müddet sonra bana dedi ki:
- Ney sesi daha işitiliyor mu?
- Hayır işitilmiyor.
Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı.”
Hiç kimse yanmasın!
Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi. Nitekim bir gün Hazret-i Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti. Resûlullah efendimiz ona çok iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin beratı [kurtuluş vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu. Sebebi sorulduğunda buyurdu ki:
- Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ Rabbî! Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek, din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir. [Ebû Bekr-i Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn kitâbında yazılıdır.]
Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle olan bir çoban selâm verdi. Hazret-i Abdullah çobanı yemeğe da’vet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı. İbni Ömer ona sordu:
- Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?
Çoban da cevap verdi:
- Bu hâlde çok günler oruç tuttum. Abdullah bin Ömer hazretleri, onu denemek için dedi ki:
- Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen için etinden veririz?
- Koyunlar efendimindir.
- Efendine kaybolduğunu söylersin.
Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:
- Allahü teâlâ görüp biliyor.
Azâd ettiler
Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti. Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı. Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti.
Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu. Sür’atli koşan bir atı vardı. Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu hâlde çok heybetli idi. Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce, “Abdullah! İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler. Müslüman ordusu, büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i ekrem bir deve üzerinde olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu.
Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi.
Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye arzetti. Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki:
- Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin.
Sonra zafer nasîb oldu.
Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu. Bu muhâsarada öncü kuvvetlerinden idi. Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu.
Doksandan fazla yara vardı
Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu. Bu husûsla ilgili kendisi şöyle anlatır:
“Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan yapmış, “Eğer Zeyd şehîd olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehîd olursa, Abdullah bin Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu.
Ben de bu savaşta idim. Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık ve şehîdler içerisinde bulduk. Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası vardı.”
İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi. İyi ve güzel huylu olup, kötülükten uzaktı. Her işini ve her şeyini Allah için yapardı. Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı idi. Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki:
- Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em; gönlümün, herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara meyletmemiş olmasıdır.
Hazret-i Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe aldı. Ordu, Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e bir sancak ve emrine bin süvâri verdi.