gittigidiyor

*** Osmanlı Devleti'nde Önemli Kişiler ***

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Hasan Can

Yavuz' a yoldaş ve sırdaş olan nedim; Hasan Can

Hafız Mehmet Akkoyunlu sarayının mescidine bakan kendi halinde bir müezzindir. Ancak onda öyle bir ses vardır ki, bülbüller bile imrenir. Kâh volkanlar gibi coşar, kâh akar sular gibi. O yanık Kahire aksanı ile okumaya başladı mı, dinleyenler bir hoş olur. Cemaatin gözleri dolar, yanaklardan sıcak damlalar kayar.

Şah İsmail’in fitne kaynattığı günlerde doğu Anadolu’da cinayetler, baskınlar birbirini izler, halk canından bezer. Geceleri kapı sürgüler, camlara kepenk çekerler. Havada tarifi zor bir ağırlık vardır. Hani sıkıntı, kasvet karışımı bir şey. Kargaşa gitgide büyür ve gün gelir Akkoyunluları da sarar. Öyle çok cami yıkılır ve öylesine mâsum katledilir ki, görenler haçlı geçti sanır.

İşte Yavuz’un “İslam âlemine birlik” parolasıyla yola çıktığı demlerde Hafız Mehmet Tebriz’e gider. Büyük Veli Kemâleddin Erdebili’nin hizmetine girer.

Çaldıran zaferinden sonra Erdebili Hazretleri’nin ziyaretine gelen Sultan’ın gözü onca insan arasında Hafız Mehmed ile oğlu Hasan’a takılır. Bunlar isimsiz insanlardır, ancak yüzlerinde iç ferahlatan bir samimiyet vardır. Birden kanı kaynar ve niye öyle yapar bilemez, onları İstanbul’a davet eder. Hafız Mehmed’in işi bellidir: Müezzinlik! Hasan Can’ı ise yanına alır, nedim edinir. İlerliyen günlerde yanılmadığını görür. Bu genç sıradan biri değil, hem gönül ehli, hem âlimdir. Bir çok lisan bilir. İkisi arasında tarifsiz bir yakınlık başlar. Sırdaş, yoldaş olurlar. Hani o, beyninden geçenleri kafatasından saklayan Selim sadece ona açılır.

BEKLENEN RÜYA
Yavuz’un Mısır seferine niyetlendiği günlerdir. Evet Son Abbasi Halifesi Mütevekkilallah’ın gücü yoktur, ancak yine de onu incitmekten çekinir. İbn-i Kemâl Paşa ve Zembilli Ali Efendi, Sultanı iknaya çalışırlar. Evet bu seferin lüzumuna herkesten çok o inanır, ama yine de huzursuzdur. Yemekten içmekten kesilir, uykuyu dağıtır. Sabahlara kadar ibadet eder, buruşuk kağıtlara karışık şekiller çizer. “Ah!” der, “Ah bir işaret gelse.”

İşte uykusuz geçen bir gecenin ardından Hasan Cana sorar:
-Nerelerdeydin?
-Azıcık dalmışım efendim.
-Öyleyse rüyanı anlat.
-Dikkate değer bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum.
-Olacak iş mi yani, bir insan uyusun da rüya görmesin. İyi düşün görmen lâzımdı!

Hasan Can çıkar. “Tuhaf” der, “Sultan bir işaret bekliyor ama ne?” Tam o sırada bir başka Hasan (Kapıcıbaşı Hasan Efendi) yaklaşır. “Ben” der “garip bir rüya gördüm, ama şimdi bunu nasıl anlatmalı sultana?”

Hasan Can onu adeta aparır, koparır, çıkarır Yavuz’a. Sultan “buyur!” der, o başlar anlatmaya:
-Hünkârım akşam çadırınızın önünde nöbetteydim. Bir ara içim geçti. Ya da öyle olduğunu sanıyorum. Zira mekân aynıydı ve ben ayaktaydım. Baktım dört atlı çadıra yaklaşıyor. Hemen davrandım, önlerine çıktım. Güya “Kimsiniz, necisiniz?” diye sorgulayıp çevirecektim onları. Ancak vuruldum sanki. Dondum kaldım. Atlar çok asildi ve yere basmıyorlardı. Süvariler hem çok heybetli, hem çok sevimliydiler. Bırakın hesap sormayı, eteklerine kapanmak, ellerini öpmek için yanıp tutuşmaya başladım. Esrarengiz ziyaretçiler hünkârımızı sordular. Çadırdan ışık sızıyordu. “Meşgul olmalı” dedim. Öndeki “İyi” dedi, “Rahatsız etme. Sabahleyin geldiğimizi söylersin. Biz Server-i Kâinatın eshabındanız. Efendimiz Selim Han’a selâm söyledi ve buyurdular ki: Haremeynin hizmeti kendisine verildi!” Ve geldikleri gibi uzaklaştılar. Bir anda ufukta kayboldular. Sancakları ışıklı izler bıraktı. Tam “bunlar kim ola?” diye düşünüyordum ki bir ses “Nasıl tanımazsın” dedi. “Öndeki Hazreti Ebubekir, yanındakiler, Ömer, Osman ve Ali! Radıyallahüanhüm ecmain.

Yavuz heyecanlıdır. Rüyayı tek kelimesini kaçırmadan dinler ve nedimine döner. “Bilir misin Hasan, biz emir olunmadıkça kıpırdamayız. İşte şimdi tamam. Artık çıkabiliriz yola.”

SİNA DENEN BELA
Sina Çölü kelimenin tam mânâsı ile belâdır. Yer sarıdır, gök sarı. Güneş tepsi kadar iri, hava toz yüklüdür. Kum dağları biteviye yer değiştirir ve klavuzlar dönektir. Sonra çölün tek vahası yoktur. Molalar ayrı derttir. Sıcak kum vücudu kuşatır ama, kumun az altı yılan, çiyan kaynar. Kunduralardan akrepler çıkar. Kaypak zemin yorucudur. Dahası toplar, çadırlar, hasırlar Yerinden kıpırdamayan ağırlıklar.

İşte askerin tâkâtını zorladığı anlardan birinde Yavuz Selim atından atlar, yürümeye başlar. Eh sultanın yürüdüğü yerde, hayvanına binmek kimin haddine? Bu işe mana veremeyen vezirler önceleri susmayı dener, yutkunup dururlar. Yavuz’a tek kelime söyleyemezler ama, güçleri Hasan Can’a yeter. Fırsatını bulup çevirirler. “Yetti gayri!” derler, “Astırırsanız astırın, kestirirseniz kestirin! Ama itirazımız var!”
-Neye?
-Askeri yürütmenize!
Hasan Can mânâlı mânâlı güler. Önce boynu bükük, gözleri yarı kapalı yürüyen sultanı gösterir, sonra vezirlerin kulağına eğilir “Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem yaya olarak yol gösteriyor” der, “eğer yakışır diyorsanız, binelim atlarımıza”

İnanın imdad-ı İlahi ortadadır. Nitekim hiç olmadık şeyler olur. Orduya kara kara bulutlar gölge yapar, sahraya görülmedik yağmurlar yağar. Bu çölü 13 günde geçen ikinci bir ordu yoktur. Anlaşılan o ki, halifelik İslam’ın zinde gücüne bahş olmaktadır. Türk’e!

CEZA MI, CAİZE Mİ?
Bir gün Yavuz, Hasan Can’a “Biliyor musun?” der, “Bu gece Muhammed Bedahşi Hazretlerini gördüm. Beyaz bir elbise giymiş, yolculuğa hazırlanıyordu.” Hasan Can gayri ihtiyari “Ahiret yolculuğu olsa gerek” der. Yavuz’un bu cevaba canı sıkılır. “Sen bilmez misin?” der, “Rüyalar tabire bağlıdır. Eğer Şeyh’e bir hal olursa gözüme gözükme!”

Çok geçmez. Muhammed Bedahşi hazretlerinin vefat haberi gelir. Sultan Halimi Çelebi’ye döner: “Şimdi ben bu Hasan’ı cezalandırmaz mıyım?” der. Halimi Çelebi “A be çocuk niye ağzını tutmazsın” gibilerden teessürle bakar. Lâkin Hasan Can hâl ehlidir, rahattır. “Araştıralım efendim” der, “Eğer benim tabirimden sonra vefat ettiyse, cezaya hazırım, ama önce vefat ettiyse sultanımız bu fakire bir caize (hediye) verse gerek”

Araştırırlar. Hasan Can haklı çıkar. Sultan çıkarır kaftanını, ona bağışlar. Dahası keseler dolusu altın verir. Hasan Can kaftanı sırtına alır, ama altınları fakir fukaraya dağıtır. Sevabını bağışlar Bedahşi Hazretlerinin nurlu ruhuna.

AKIBET HAYR
Biliyorsunuz hayatı muhteşem zaferlerle dolu olan Yavuz, genç yaşında küçücük bir çıbana boyun eğer. Son nefesini verirken Hasan Can yanındadır.
Yavuz sorar:
-Hasan bu ne hal?
-Şimdi Allah ile olacak zamandır sultanım.
-Ah be Hasan. Sen bunca zamandır, bizi kimle bilirdin?

Yavuz’un konuşmaya mecâli yoktur. Mushaf-ı şerifi işaret eder. Hasan Can o berrak sesiyle Yasin-i Şerif’e başlar. Yine volkanlar coşar, sular akar. Sultanın yüzünde huzurun izleri hâlelenir. Sonra latif bir tebessüm yayılır. Koca sultan ayan beyan güler, belki de ilk kez böyle güler...

“Nasıl bre?”
Mısır seferine çıkacakları gün kayıkla Üsküdar’a geçerler. Nedendir bilinmez Sultan, yoldaşına takılır. “Hasan Can kahvaltı yaptın mı?”
Hasan Can cevap verir “Beli (evet) sultanım!”
-Yumurta seversin değil mi?
-Beli sultanım!

Aradan yıllar geçer. Yollar, muharebeler, insanlar, şehirler... Nihayet Mısır seferi biter, İstanbul’a gelirler. Şimdi yine sandaldadırlar. Ama bu kez yönleri Sarayburnu’nadır. Sultan ansızın Hasan Can’a döner “Nasıl bre?”
Cevap ışık hızıyla gelir: “Rafadan sultanım!”
Birlikte düşünmek, beraber hissetmek... “Hemhâl olmak” denilen şey bu olsa gerek.

Hasan Can Hazretleri Bursa Yeşil Türbe haziresinde medfûndur.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Hoca Saadettin

Sultanı zafere zorlayan müderris Hoca Saadettin

Hoca Saadettin Hasan Can gibi bir zirvenin çocuğudur, haliyle mükemmel yetişir. Daha küçük yaşlarda Karamanlı Mehmed’in tedrisinden geçer, Ebu Suud Efendi’nin dizi dibinde oturur. 20 yaşında müderris olur. Muratpaşa, Yıldırım ve Sultaniye medreselerinde Fıkh, Hadis ve Tefsir okutur. Sahn-ı Seman medreseleri müderrisliğine (üniversite rektörlüğü gibi bir şey) getirildiğinde henüz çok gençtir.

Hoca Saadettin Şehzade Murat’a hocalık yaptığı için Hocaefendi diye anılır, ardından III. Mehmed’i okutur. İşte bu yüzden ona Cami’ür-Riyaseteyn derler.

HAÇOVA’YA DOĞRU
1590’lı yıllarda Avusturyalılar’la aramız açılır. Hatta Estergon, Kili ve İbrail kaleleri düşmanın eline geçer. Avrupa’da zor günler yaşanır vesselâm.

Mehmed han tenâkuzlar içindedir. Evet. Bizzat başında kendisinin bulunacağı bir sefere çıkmak ister, ancak etrafındakiler: “Aman Sultanım Allah esirgesin” derler, “Eğer zat-ı şahanelerinizin başına bir hal gelecek olursa devletimiz ipi kopmuş tesbih gibi dağılır. Al-i Osman’a yazık olur”.

Saadettin Efendi ise Sultana cesaret verir. “Asker sizi başında görmeli!” der. Zira Kanuni’den bu yana sefere çıkan sultan yoktur ve saraydan yönetilen ordular sıradan rakipler karşısında bile bocalar. Hoca Saadettin “Bu son fırsat” diye çizer altını “Eğer cihad ruhunu kaybedersek, bir daha iflah olmayız!”

Sadece Hoca Saadettin değil, omuzunda yük hissedenlerin alayı öyle düşünürler. Mesela Anadolu’nun üç güneşinden (Şems-i Tebrizi, Akşemseddin, Kara Şems) biri olarak tanınan Şemseddin Sivasi hazretleri, o yaşına rağmen kılıç kuşanır, katılır saflara. Görünüşte bir garip ihtiyardır, ama ruh kazandırır orduya. Himmeti ona keza.

Sultan Mehmed’in hocasına itiraz etmesi düşünülemez, hoş öyle bir şansı yoktur. Nitekim 100,000 kişilik bir ordu kurar, çıkar yola. Hoca Saadettin Padişah’ın yanındadır. Sultan Mehmed, Ösek önlerinde Rumeli Beylerbeyi Sokolluzade ve Kırım Kuvvetleri ile buluşur. Bazı vezirler padişahı gayrete getirir Viyana’yı kuşatmayı teklif ederler. Hocaefendi mükemmel bir tarihçidir, geçmişi iyi bilir. “Hayır!” der, “Bunu daha önce denedik. Avusturyalılar Almanya içlerine çekiliyor ve bizim muhasaradan yıldığımız demlerde düşüyorlar tepemize. Bana sorarsanız Eğri kalesini alalım. Avusturya ile Romanya’yı ayıralım.

ÖNCE EĞRİ KALESİ
Öyle de olur. Osmanlılar Eğri kalesini alıp Romanya’dan gelebilecek yardımlara mani olurlar. Ancak Avusturyalılar hâlâ çok güçlüdürler ve Haçova denilen meydanda yerlerini alırlar. Yanlarında Arşidük Maksimilyan gibi becerikli bir komutan, seçme Macar ve Alman askerleri vardır.

Mehmed Han’ın bünyesi çok zayıftır ve aylar süren yolculuk padişahı eritip bitirir. Birileri yine fısıldamaya başlarlar. “Aman Efendim!” derler, “Sıhhatinizden endişedeyiz, yetkilerinizi sadrazama devredin, dönün geri.” Hoca Saadettin ise “Yoldan bizar olmayan var mı ki?” der, “Meşakkatsiz zafer kazanıldığı nerede görülmüş. Bir kale feth etmekle yılanın kuyruğuna bastınız, artık başını ezmeden dönemezsiniz geri!”

Hoca Saadettin dahasını yapar, Kur’an-ı kerimi açar ve “Düşmanlarınız aman dileyip silahlarını terk edinceye kadar onlarla savaşın. Hasmınıza sırtınızı dönmeyin!” mealindeki ayet-i kerimeleri okur.

Padişah hakikaten bitkindir. At üzerinde duracak mecali yoktur. Hoca Saadettin olmasa bir gün ordugahta durmayacaktır ama...

İkbâl hesabı olanlar “Ah canım sultanım, siz bu hallere düşecek insan mıydınız” diye ağıtlar yaka dursun, mübarek, padişaha “Bu güne kadar bir sultanın gaza meydanından çekildiği görülmemiştir!” diye çıkışır, “Siz Osman Gazi neslisiniz. Ecdadınızın ruhunu incitemezsiniz!”

Ve gelir dayanır muharebe günü. İki ordu Haçova’da yerlerini alırlar ve cenk başlar. Zırhlı düşman süvarileri direkt merkeze yüklenirler. Çelikten dalgalar saflarımızı kağıt gibi ezerler. Öyle ki padişah otağına girmek üzeredirler. Sultan Mehmed, Efendimizin (sallallahü âleyhi ve sellem) hırkasına bürünür ve imdadı ilahi için yalvarır. Bu arada sağ cenah tamamen dağılır ve haçlılar ordugahı yağmalamaya başlarlar. Hatta Cephane sandıklarının üstüne çıkarlar.

Padişah ağlamaklıdır, Hoca Saadettin’e döner. “Peki Hocam” der, “Şimdi ne yapsak gerek?” Sesinde teessür vardır… Belki de biraz teessüf.

Mübarek eriyip giden safları görmez bile. Bir bildiği olan insanların rahatlığı ile “Bu cenk halidir” der, “Siz gönlünüzü hoş tutun, Zafer ehl-i İslâmındır!”

YAMAKLARIN ÇIRAKLARIN ÇIKIŞI
Ama manzara hiç de öyle görünmez. Haçlılar çadırlara girerler ve askerimizde panik başlar. Hoca Saadettin kargaşanın ortasına koşar. Geri hizmetlere bakan aşçı, yamak, deveci, katırcı takımını toplar ve haçlılara tava, kepçe, kamçı, değnek öyle bir saldırırlar ki, bir anda kavganın seyri değişir. Nitekim Çağalazade komutasındaki süvariler pusudan çıkar, hücuma geçerler. Osmanlı’nın sağ kolunu bozan düşmanı bataklıklara sokarak helak ederler. Haçlılar bu savaşta tam 50,000 seçme askerlerini kaybeder. Silahları ve hazineleri Osmanlıların eline geçer. Tarihçi Hammer sebep ve neticelerini ortaya dökerek der ki: Bu zafer Osmanlı için öyle kıymetlidir ki, ne Mohaç, ne de Çaldıran onunla mukayese edilemez. Öyle ki Avusturya diye bir devlet kalmaz, imparator yıllarca asker bulamaz.

Hoca Saadettin sefer dönüşü kendini kitaplarına ve sevenlerine verir. Ulemanın kutbu haline gelir ve ilerde her biri birer Hoca Saadettin olacak onlarca talebe yetiştirir. Hoca Efendi benzeri az bulunan bir tarihçidir. “Tac üt Tevarih” adlı eseri meraklısına hazinedir.

Mehmed Han, Hocasının himmetini unutamaz. Bostanzade Mehmed Efendi’nin vefatı üzerine onu Şeyhülislâm yapar. Hoca Saadettin insanlarla iç içedir. Türkçe sorana Türkçe, Arabça sorana Arabça cevap verir. Mübarek, güleryüzlü ve latifelidir. İnsanları eğlendirerek eğitir.

Hoca Saadettin Alemlerin Efendisi gibi, o hikmetli eşiğe takılır. Tam 63 yaşında vefat eder. O sıra Ayasofya camiinde bir hatim cemiyetindedir. Mübarek yaşadığı gibi ölür ve elbette öldüğü gibi haşr olunur.

Hoca Saadettin'in nurlu naaşı Eyüp Camiinin karşısındaki Dar-ül kurra bahçesine defnedilir. (Saçlı Abdülkadir mescidinin yanıbaşındadır)
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
İbrahim Paşa

Mısır Hidivi, Osmanlı Devlet Adamı

1789 yılında Kavala'da doğdu. Babası Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dır. Babası Mısır'da yarı bağımsız bir idare kurduğu sırada İbrahim Paşa İstanbul'daydı. İbrahim Paşa, buradan Mısır defterdarlığına tayin edildi. Kölemen ve vahhabilerin isyanlarını bastırmak üzere Yukarı Mısır’daki Said'e gönderildi. Burada bedevilerle mücadele etti. Vahhabi hareketi Suriye ve Irak'ı tehdit etmeye başlayınca, babası tarafından bu sorunu çözmekle görevlendirildi. İbrahim Paşa, bunun üzerine 1816 yılında Hicaz'a hareket etti. Bir süre Medine'de kaldı. Halka iyi davranarak kendine taraftar topladı. Bu sırada kendisine ‘Paşa’ unvanı verildi. El-Reis ve El-Şekre gibi önemli yerleri ele geçirdi, isyanı bastırdı. Mora isyanı başlayınca, Osmanlı devleti tarafından yardımı istenen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, isyanın bastırılması işini oğlu İbrahim Paşa'ya verdi.

İbrahim Paşa, Osmanlı donanması ile birleşmek üzere Rodos'a gitti. Sonra Mora'ya geçti. Modon'a girdi. Navarin'i kuşattı ve teslim olmaya zorladı. Yunanlılara yardıma gelen İngiltere, Fransa ve Rusya, Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktı. Bu sırada Yunanistan bağımsızlığını ilan etti.

İstediği Suriye valiliğini alamayan Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İbrahim Paşa'yı Suriye'ye gönderdi. Kısa sürede Kudüs ve Nablus'u aldı. Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus gibi şehirleri ele geçiren İbrahim Paşa, burada sükuneti sağlamaya çalıştı. Müslüman olmayanlara bazı imtiyazlar verdi. Halkın ve Avrupalıların takdirini kazandı. Üzerine yollanan Osmanlı kuvvetlerinin hepsini yenen İbrahim Paşa, Adana'ya kadar ilerledi. Daha sonra da Osmanlıların kendisini durdurmak için atadıkları Mehmed Reşid Paşa ile karşılaşmak üzere Konya'ya gitti. Yapılan savaşta İbrahim Paşa, Osmanlı Ordusunu yendi ve Kütahya'ya kadar ilerledi. Yapılan Kütahya antlaşması gereği Suriye, Filistin ve Adana Mısır'a bırakıldı. İbrahim Paşa Suriye genel valiliğine getirildi. Bir süre sonra, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Osmanlılar arasındaki antlaşmazlık, Mısır valiliğinin veraset usulü ile hidivlik sıfatı ile Mehmet Ali Paşa ailesine bırakılması ile son buldu. İbrahim Paşa, bu gelişmelerden sonra Suriye'yi terk etti ve Mısır'ın içişleri ile uğraşmaya başladı. Babasının yaşı ilerleyince Mısır idaresini eline aldı. İstanbul'a çağrılarak valiliği tasdik edilen İbrahim Paşa, Mısır'a dönüşünden kısa bir süre sonra, 1848 yılında Kahire'de öldü.
 
Son düzenleme:

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
İdrisi Bitlisi

3544.jpg


Osmanlı Devlet Adamı


İdrisi Bitlisi, Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’nin oğlu, Ebul Fadl Mehmet Efendi'nin babasıdır. Bitlis’te doğmuştur. Bundan dolayı kendisine “İdrisi Bitlisi” veya “Bitlisli İdris” denir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, 1452 - 1457 tarihleri arasında doğduğu tahmin edilmektedir.

Esas ismi İdris’tir. Tam künyesi; Mevlana Hakimeddin İdris Mevlana Hüsameddin Ali-ül Bitlisi’dir. Kendileri Mevlana - Hakimeddin lakaplarıyla anılmış, bazı kaynaklarda ise Kemaleddin lakabı kullanılmıştır. Babası gibi bir süre Akkoyunlu Devleti'ne hizmet etmiştir. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın vefatı üzerine Oğlu Yakup Bey, 1478 tarihinde hükümdar olarak Akkoyunlu tahtına oturmuştur. Bu tarihten hemen sonra Mevlana İdris, Yakup Bey'in sarayına divan katibi olarak girmiştir. Yakup Bey'le beraber yanında Azerbaycan’dan Erran’a kadar bir seyahat yapmış ve “Risâle-i Hazâniyye” isimli eserini yazmıştır. Bu eser, bu seyahatle ilgilidir. Mevlana İdris, Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına lalalık yapmıştır. Bu durumdan dolayı Hoca Saadettin, İdrisi Bitlisi’yi “Kutlu Müderris” olarak övmüştür.

Osmanlı Sultanı II. Bayezid 1485 yılında Memluklulara karşı büyük bir başarı elde etmişti. Bu başarısından dolayı Akkoyunlu Hükümdarı Yakup Bey, II. Bayezid’e bir tebrik-name göndermiş ve İdrisi Bitlisi’nin kaleme almasını istemiştir. Mevlana İdris yazdığı bu tebrik-namede her türlü edebi ve diplomatik hüneri göstermiştir. Bu olaydan sonra İdrisi Bitlisi, hem Yakup Beyin ve hem de II. Bayezid’in sevgi ve büyük teveccühlerini kazanmıştır. Daha önce yazdığı tebrik-nameden etkilenen II. Bayezid, İdris-i Bitlisi’yi sarayına davet etmişti. Şah İsmail’in bu hareketlerinden hoşlanmayan İdris, daha önce aldığı davete icap ederek İstanbul’a, II. Bayezid’in yanına gitmeye karar vermiştir. Tebriz’den ayrılıp Osmanlı sarayına gelen İdris’i, Sultan II. Bayezid çok güzel bir şekilde saygı ve hürmetle karşılamıştır. Kendilerini sarayına almış, hediyeler vererek maaş bağlamıştır. Yavuz Dönemi, İdrisi Bitlisi’nin en çok rağbet gördüğü dönemdir. İdrisi Bitlisi bu dönemde Osmanlı siyasetinde aktif bir rol üstlenmiştir. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile beraber Şah İsmail’e karşı Çaldıran Savaşına katılmış, hatta savaştan sonra Tebriz’de bir süre daha kalarak halkı Osmanlı yönetimine bağlamaya çalışmıştır. Tebriz’deki Ulu Cami'de halka vaiz ve nasihatlerde bulunmuş, Tebriz’de kurulan karakol ve gözlemci kuvvetlere komutanlık yapmıştır. Çaldıran Savaşı'ndan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu vilayetlerinin Osmanlı yönetimine geçmesi için görevlendirilmiştir. İdris’in buradaki başarılardan dolayı Yavuz Sultan Selim, Bitlisli İdris’i mükafatlandırmıştır. Kendilerine bir ferman göndererek, Diyarbakır bölgesini kendisine vermiş, ayrıca 1516 yılında Yavuz tarafından ihdas edilen ve merkezi Diyarbakır olan Arap Kazaskerliği rütbesiyle İdris-i ödüllendirmiştir. Böylece Bitlisli İdris, Osmanlı'nın en büyük rütbesi olan Kazaskerlik rütbesi ile taltif edilmiştir. Bununla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun yönetimi İdris-i Bitlisi’ye verilmiştir.

İdrisi Bitlisi bu işlerle de yetinmeyerek, Yavuz Sultan Selim’in Memlûklular'e karşı verdiği siyasette de başarılar elde etmiştir. Öncelikle Musul ve Urfa’nın Memlûklular'dan alınarak Osmanlı topraklarına katılmasını sağlamıştır. Daha sonra Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır seferlerine katılarak 1516 ve 1517 yıllarındaki Ridaniye ve Mercidabık Savaşlarına Sultan ile beraber katılmıştır. Mısır’ın fethinden sonra bu ülkenin nasıl idare edileceği hususunda görüşlerini Yavuz’a anlatmış ve Yavuz tarafından takdirle karşılanmıştır. Nitekim Mısır’ın idare edilmesinde İdris’in görüşleri temel alınmıştır. İdris-i Bitlisi, yirmi yıldan fazla bir süre Osmanlı Devleti'ne hizmet etmiştir. Mevlana İdris-i Bitlisi, ömrünün son yıllarını İstanbul’da ilmi çalışmalara ve eser yazmaya ayırmıştır. 12 Kasım 1520 yılında İstanbul’da, Yavuz Sultan Selim’in vefatından kısa bir süre sonra hakkın rahmetine kavuşmuştur. Bütün kaynaklar ölüm yerinin İstanbul olduğunda birleşmiş, ancak ölüm tarihi hakkında farklı tarihler ileri sürmüşlerdir. Mevlana İdris-i Bitlisi’nin 65 - 70 yıl yaşadığı sanılmaktadır. İdris-i Bitlisi’nin mezarı, bugünkü Eyüp semtinde kendi adıyla anılan “İdris Köşkü” ve İdris Çeşmesi” denilen yerde muhterem hanımları Zeynep Hatun tarafından vakfederek yaptırdığı mescidin bahçesindedir.

İdris-i Bitlisi’nin Bilinen Eserleri:
1 - Heşt Behişt
2 - Selim - Name:
3 - Risâle-i Hazâniyye
4 - Risâletü’l-İbâ an Mevâki’i’l-Vebâ
5 - Tercüme-i Hayâtü’l-Hayavan
6 - Risâle-i Bahâriyye Yâ Râbi’a’l-Ebrar:
7 - Risâle-i fi’n-Nefs
8 - Şerh-i Haşiye-i Tecrid
9 - Münâzara-i Işk bâ Akl
10 - Râfizilere Reddiye
11 - Kenzü’l-Hafi fi Beyâni Makamati’s-Sûf
12 - Mir’ât’l - Uşşak
13 - Tuhfe-i Dergâh-ı Âli
14 - Şerhu Fusûsi’l-Hikem
15 - Hakku’l-Musin fi Şedhi Hakki’l-Yakin
16 - Şerhu’l-Hamriyye
17 - Şerh-i Manzume-i Gülşen-i Raz
18 - Kanun-i Şahenşâh
19 - Mir’atü’l-Cemal
20 - Münâzarâtü’s-Savm ve’l-iyd
21 - Tercüme ve Tefsir-i Hadis-i Erba’in
22 - Şerhu Esrâri’s-Savm min Şerhi Esrâri’l-İbadin
23 - Risâle Der İbâhat-ı Ağâni
24 - Tercüme ve Nazm-ı Hadis-i Erba’in
25 - Hâşiye alâ Tefsir-i Beyzâvi
26 - Kasâid ve Münşa’ât ve Müraselât
27 - Mecmu’a-ı Münşa’ât
28 - El-Münşa’ât



HAKKINDA YAZILANLAR

Kutlu Müderris İdris-i Bitlisi
Prof.Dr. Mehmet Bayraktar
Biyografi Net Yayınları

Doğu ve Güneydoğu'nun bazı illeri, merkezi İran olan Safevi Devleti'nin işgali altındaydı. 1514 tarihinde yapılan Çaldıran Savaşı'nda Safevi ordusu büyük bir yenilgiye uğradı.

İdris-i Bitlisi, Çaldıran Zaferi'nden yeni dönen Yavuz Sultan Selim'e, Doğu ve Güneydoğu halkının ve eşrafının Osmanlı hakimiyetine girme isteğini bildirdi, isteği olumlu karşılayan Yavuz Sultan Selim, İdris-i Bitlisi'yi bu işle görevlendirdi. Yavuz Sultan Selim'den bölge ileri gelenlerine hitaben yazılmış Emirnameler alan İdris-i Bitlisi, bölgenin Osmanlı egemenliğine girmesini sağladı.

Bu karardan sonra Osmanlı Ordusu, Safevi baskısı altındaki Diyarbakır ve Mardin'i ele geçirerek, bölge halkını esenliğe kavuşturdu.



Mevlâna Hakîmüddin İdris-i Bitlisî
M. Törehan Serdar
Ötüken Neşriyat

İdris-i Bitlisî, Yavuz Sultan Selîm gibi tâvizsiz bir cihan pâdişahının dostluk ve güvenini kazanmış büyük bir şahsiyettir. Şah İsmail’in inanç ve siyaset olarak ortaya koyduğu tehlikeyi Yavuz Sultan Selim gibi İdris-i Bitlis&i...
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Kıbrıslı Kamil Paşa ( 1832)- (1913)

Kıbrıslı Mehmed Kâmil Paşa Sadrazam, Maarif Nazırı, Evkaf Nazırı, vali ve yazardır.1832 yılında Lefkoşe'de doğdu.Maliye Nazırı Abdullah Paşa'nın babası, Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur'un dedesidir.Öğrenimini Kıbrıs'ta ve Mısır'da Harbiye'de yaptı.Subay çıktıktan sonra Binbaşılığa kadar Mısır'da kaldı.1860 yılında Kıbrıs Evkaf Müdürü, 1864 yılında Sayda Mutasarrıfı, bir çok ilin valisi,

Dahiliye Müsteşarı oldu.1879 ve 1882 yıllarında iki kez Evkaf Nazırlığı, 1880-1881 yılları arasında Maarif Nazırlığı yaptı.1885-1891, 1895-1895, 1908-1909 ve 1912-1913 yılları arasında dört kez sadrazamlıkta bulundu. İzmir Valiliğine atandı.Valilikten azledilip Rodos'a sürgün edilince, İzmir'deki İngiliz konsolosluğuna sığındı.II. Abdülhamid'in teminat vermesi üzerine İstanbul'a döndü.Üçüncü sadrazamlığından İttihat ve Terakki partisinin devlet işlerine karışması yüzünden istifa etmişti.Mısır'a giderek Hindistan gezisine çıkan İngiltere Kralı V. Georges ile görüştü. Mısır'dan dönüşünde 1911 yılında Devlet Şûrası Başkanı oldu.Son sadrazamlığından Babıalî baskınında İttihat ve Terakkicilerin darbesiyle ayrılmış oldu.Lefkoşe'ye çekildi.1913 yılında Lefkoşe'de 81 yaşında iken vefat etti. Mezarı Lefkoşe'deki Arap Ahmed Paşa Camisi bahçesindedir.

Kaynak:Osmanlı Tarihi Yazarları M.Orhan Bayrak İstanbul 1982 sf.130-132
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Korkud Çelebi ( 24.10.1469)- (02.11.1512) Korkud Çelebi 1470 yılında Amasya'da doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid'dir. Yavuz Sultan Selim'in ağabeyidir. Dedesi Fatih Sultan Mehmed'in yanında sarayda eğitim gördü ve Arapça, Farsça gibi dilleri öğrendi. Fatih Sultan Mehmed'in 3 Mayıs 1481 günü ölümü üzerine, babası Amasya'dan İstanbul'a gelinceye kadar, saltanat naipliği yaptı. 30 Aralık 1483'te Saruhan (Manisa) sancakbeyliğine atandı. 1501 Ekim ayında Midilli'yi kuşatan Hıristiyan donanmasına karşı asker gönderdi. Kardeşi Şehzade Ahmed'in etkisi ile Antalya sancakbeyliğine gönderildi. Yeniden eski sancağına dönmek istediyse de, bu dileği reddedildi. Nisan 1509'da, hacca gitmek gerekçesi ile Antalya'dan İskenderiye'ye gitti. Memluk Sultanınca dostça karşılandı. Mısır'da bir yıldan
fazla kalan Korkud, babasınca affedilerek Antalya'ya döndü.

Korkud Çelebi, kardeşi Şehzade Selim'in (Yavuz Sultan Selim), 1511'de Trabzon'dan Kırım'a gitmesinin yol açtığı karışıklıktan yararlanarak, İstanbul'a daha yakın olan Manisa'ya taşındı. Mart 1512'de, Şehzade Selim ile Şehzade Ahmed arasındaki mücadelenin doruğa çıktığı günlerde, İstanbul'a gitti. Yeniçerilerden kendisini desteklemelerini istediyse de, Şehzade Selim yanlısı olan yeniçeriler bu öneriyi reddettiler. Sultan İkinci Bayezid'in 24 Nisan 1512'de Şehzade Selim lehine tahttan çekilmesi üzerine, kardeşinin padişahlığını tanıdığını açıkladı.

Yeniden Manisa'ya gönderilen Korkud, bazı devlet adamlarının ağzından yazılan ve padişah olmasını isteyen mektuplara olumlu cevap verince, Yavuz Sultan Selim, 1513'te Manisa'ya geldi. Korkud Çelebi kaçmak istediyse de, Bergama yakınlarında yakalanarak Bursa'ya getirildi ve burada boğularak öldürüldü.

Sancakbeyliği sırasında Ege'de ve Akdeniz'de denizciliğin gelişmesi için çalışan Korkud Çelebi, aralarında Hızır Reis (Barbaros) ailesinin de bulunduğu birçok denizciyi koruması altına almıştı. Aynı zamanda bilim ve müzikle ilgilenmiş olan Korkud Çelebi, çeşitli eserler vermiş, Harimi mahlasıyla şiirler yazmıştır.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Köprülü Fazıl Mustafa Paşa ( 03.12.1636)- (17.12.1690)

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, 1637 yılında İstanbul'da doğdu. Köprülü Mehmed Paşa'nın ikinci oğlu, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın kardeşidir. İkinci Viyana Kuşatmasını izleyen günlerde iş başına getirilmiş, aldığı köklü ve yerinde tedbirlerle İmparatorluğun yıkılmasını geçici bir süre için de olsa durdurmayı başarmıştır.

Sultan İkinci Süleyman ve Sultan Üçüncü Ahmed dönemlerine rastlayan görev süresi sadece iki yıl sürmüştür. Ağabeyi gibi çok iyi bir öğrenim görmüş, kültürlü, zeki, ileri görüşlü bir devlet adamıdır. Müderris olmuş, 1680'de vezir rütbesiyle Silistre valiliği ve Babadağı serdarlığına atanmıştır. Sultan Dördüncü Mehmed'in tahttan indirilmesinde rol oynamış, bu olaydan sonra Kandiye ve Sakız muhafızlığına atanmıştır. Avusturyalıların Serasker Recep Paşa'yı Belgrad önlerinde yenilgiye uğratmasından sonra, devletin her açıdan zor durumda olduğu bir ortamda, 1689 yılında sadrazamlığa atanmıştır.

Sadrazam olur olamaz iç karışıklıkları bastırmakla işe başlayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, halkı ezen gereksiz vergileri ortadan kaldırmış, saraydaki değerli eşyaları darphanede paraya çevirerek maliyeyi düzeltmiş ve ordudaki asker sayısını azaltarak orduyu yenilemiştir. Avusturyalıların üzerine yürüyerek Niş, Budin ve Belgrad'ı geri almış, 1691 yılında savaş alanında şehit düşmüştür.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Kuyucu Murad Paşa ( 08.11.1534) 1535 yılında doğdu. Söylentiye göre Hırvat asıllıdır. Sarayda yetişti. 1557'de Mısır valisi Mahmud Paşa'nın kethüdası oldu. Yemen Savaşı'ndaki büyük yararlıklarından ötürü, 1571'de Yemen'e beylerbeyi olarak atandı. Daha sonraki yıllarda, çeşitli ancak beyliklerinde bulundu. Üç kez Diyarbakır valiliğine verildi. İran seferinde esir düştükten sonra kaçıp İstanbul'a gelmeyi başardı. Bundan sonra Kıbrıs, Diyarbakır ve Halep valiliklerinde bulundu.

Macaristan seferinden sonra da, bu ülkenin serdarı ve sadrazamı oldu. Sadrazamlığında olumlu işler yaptı. İran'a karşı başarı kazandı ve Anadolu'daki iç isyanları bastırdı. Barış görüşmelerinin devam ettiği bir sırada Diyarbakır'da öldü. Bir söylentiye göre düşmanları tarafından zehirlendi. Aynı zamanda koyu bir dindar olup, Nakşibendi tarikatına bağlılığı ileri sürülür. İstanbul'da Veznecilerdeki türbesinde gömülüdür.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Mahmut Şevket Paşa


2747.jpg


1856 yılında Bağdat’ta doğdu. Basra mutasarrıfı Kethüdazade Süleyman Bey'in oğludur. İlk ve ortaöğrenimini Bağdat'ta tamamladıktan sonra İstanbul'a gitti. 1882'de kurmay yüzbaşı olarak Mekteb-i Harbiye'yi bitirdikten sonra bir süre Girit'te görev yaptı; ertesi yıl Mekteb-i Harbiye'de öğretmenliğe başladı.

Bir süre Baron von der Goltz'un maiyetinde çalıştı, silah satın alma komisyonu üyesi olarak Almanya'ya gitti. 1884'te kolağası, 1886'da binbaşı, 1889'da kaymakam oldu. 1891'de miralaylığa yükseldi. Aynı yıl yeniden Almanya'ya gitti ve uzun süre orada kaldı. Dönüşünde (1899) mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi ve Tophane-i Amire Muayene Komisyonu başkanı vekilliğine atandı. 1901'de ferik oldu. 1905'te birinci ferik rütbesiyle Kosova valiliğine atandı. Bu görevi sırasında Makedonya sorununun çözümü için harcadığı etkin çabalar nedeniyle ordu içinde ve halk arasında saygınlık kazandı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Selanik'te bulunan 3. Ordu komutanlığına atandı. Bu görevdeyken 31 Mart Vakası’nın çıkması üzerine, daha sonra Hareket Ordusu olarak anılacak olan birlikleri İstanbul'a gönderdi. Kendisi de 22 Nisan 1909'da İstanbul'a giderek komutayı ele aldı ve sıkıyönetim ilan etti.
II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesinden sonra kurulan İbrahim Hakkı Paşa kabinesinde harbiye nazırı oldu ve güçlü bir konuma yükseldi. Ama İttihat ve Terakki'nin baskısı sonunda görevinden istifa etmek zorunda kaldı. İttihat ve Terakki'nin gerçekleştirdiği Babıali Baskını olarak adlandırılan hükümet darbesinden sonra sadrazamlığa getirildi. Bu dönemde Balkan Savaşı yenilgisinin sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı. Osmanlı Devleti'nin ıslahat programı konusunda İngiltere, sınır anlaşmazlıkları konusunda da İran'la arasında doğan sınır sorunlarını çözmeye çalıştı. Bir yandan da hem İttihat ve Terakki'ye karşı gelişen muhalefetle, hem de İttihat ve Terakki içindeki çekişmelerle uğraştı. Gerek bu iç ve dış sorunlar, gerekse asıl iktidarın İttihat ve Terakki'nin elinde olması, yapmak istediği reformları gerçekleştirmesini engelledi. 11 Haziran 1913'te Beyazıt Meydanı'nda makam otomobili'nin içindeyken uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Hürriyet-i Ebediye Tepesine gömüldü.

ESERİ

HARBİYE NAZIRI SADRAZAM MAHMUT ŞEVKET PAŞA'NIN GÜNLÜĞÜ
Adem Sarıgül-IQ Yayınları

FİLİPİNLİ MÜSLÜMANLARA OSMANLI YARDIMI (s.106)
26 mart salı 1913 günü harbiye Nezaretinden Bab-ıali'ye geldim Hüseyin Cahit Bey'i kabul ettim Bir müddet konuştuk. Sonra Hariciye nazırı Prens Sait Halim Paşa geldi. Sulh işlerini bir an evvel ele almamız icap ettiğini söyledi. Hükümet toplantısına girdim. Filipin Adaları Müslümanlarının geçenlerde halifeleri sıfatıyla Zatı Şahaneye gönderdikleri heyet hakkında konuştuk. Amerika Birleşik Devletleri Filipin müslümanlarının ayaklanmalarından şikayetçiydi. Filipinler'e bazı din adamları ve din kitapları göndermeye, Amerikalılarla iyi geçinmek nasihatinde bulunmaya karar verdik. Buna karşılık Amerika'dan da bazı meselelerde bizi desteklenmesini isteyecektik. Bu hususta Amerikan Sefiri ile görüşmek üzere sadaret müsteşarı Adil bey'i vazifelendirdim..........

1 Mayıs 1913 (s. 186)
Saat beşte hükümet toplantısı başladı. Nahiyeler kanununu, 36. Maddesine kadar müzakere ettik. Filipin Adalarına dört din adamımızı göndermeye karar verdik. Eski Hakan Sultan Hamit zamanında Filipinlere din adamaları göndermiş iyi neticeler almıştık...............

DÜYUN-I UMUMİYE'NİN DURUMU (s. 168)
24 Nisan çarşamba sabahı Harbiye Nezareti Düyun-ı Umumiye ve reji işleriyle uğraştım. Düyun-ı Umumiye memleketimizin en iyi müessesiydi. Hiçbir müessesemizi bu derece muntazam bir hale sokamamıştık. Meşrutiyet'ten sonra Düyun-ı Umumiye teşkilatında bazı aksaklıklar olmuşsa da, gene de iyi işliyordu. ( Burada Paşa Hazretleri aslında bir itirafta bulunuyor. 1908'in Temmuzuna kadar gayet iyi işleyen Devleti Osman-i Meşrutiyet'le birlikte tam bir enkaza dönüşmenin sinyallerini vermeye başlamıştır. Bir devlet idaresinin nasıl hercü merç olduğunu Ahmet Şerif’in Anadolu'da Tanin adlı kitabında, Mehmet Tevfik Biren’in hatıralarında detaylı bir şekilde görülebilir.)

DÜYUNU UMUMİYE'nin LAĞVEDİLMESİ (s.248)

Alman Büyükelçisi Baron Von Wangenheim, çok kuvvetli bir Yunanistan'ın veya Bulgaristan'ın Türkiye'nin başına bela kesileceğini, her iki devlet arasında muvazene bulunmasının şart olduğunu, Avusturya'nın , Sırbistan'a olan düşmanlığından dolayı Bulgaristan'ı kayıtsız şartsız tutması hususunda Berlin'in ayrı fikir beslemediğini söyledi. Fransa Sefiri girdi:
- Yarın Paris'e gidiyorum, dedi; arzı vedaa geldim. Borçlarınız bir müddet sonra ödenecek ve duyunu umumiye idaresi lağvedilecektir. Fakat bu çok mükemmel bir idaredir. Onu örnek alarak maliyenizi ıslah etmenizi, bir dost sıfatıyla söylemeye cüret ediyorum.
Mösyö Bompard'ın son mütaalası yerindeydi. Fakat bir şey söylemedim.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Mehmed Emin Ali Paşa ( 1814)- (1871)

büyükelçi, hariciye nazırı, sadrazam


1814 yılında İstanbul Mercan'da doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, Mısır Çarşısı aktarlarındandı. 1830 yılında bir aile dostunun aracılığıyla Divan-ı Hümayun kalemine girdi. Burada kendisine Ali mahlası verildi.

1833 yılında Tercüme Odası'na girdi. 1835'te Avusturya İmparatoru Birinci Ferdinand'ın tahta çıkışını tebrik için Viyana'ya gönderilen heyette ikinci başkatip olarak bulundu. 1837'de Petersburg'a gönderildi. Dönüşünde Divan-ı Hümayun tercümanlığına tayin edildi. 1838'de Londra elçisi, Reşid Paşa'nın Paris'e geçişinden sonra da maslahatgüzarı oldu. Reşid Paşa'nın takdir ve himayesini kazandı. Kısa zamanda yükseldi. Devletin çeşitli kademelerinde görevler aldı. Kırım Savaşı sonunda Paris'te toplanan konferansta Osmanlı Devleti'ni temsil etti. 30 Mart 1856 tarihli Paris Barış Antlaşmasını imzaladı. Islahat Fermanı ve Paris Antlaşmasından dolayı Reşid Paşa'nın ağır eleştirilerine maruz kaldı.

Bir çok kez hariciye nazırlığı ve sadrazamlık görevlerinde bulundu. 7 Eylül 1871'de öldü ve Süleymaniye Camii'ne defnedildi.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Mehmet Ata ( 1856)- (1919) Tarihçi, yazar, gazeteci ve Maliye Nazırıdır.1856 yılında Halep'te doğdu.Yazar Dr. Galip Ataç ile yazar Nurullah Ataç'ın babasıdır.Doğu ve Batı Kültürü ile yetişti. Galatasaray Lisesi Edebiyat Öğretmeni, Maliye Mektupçusu ve 1908 yılından sonra Islahat-ı Maliye Komisyonu Üyesi oldu.1916 yılında bir hafta süre ile Maliye Nazırlığı yaptı. Ömrünün son yıllarını gazetecilikle geçirdi. "Mefhari" veya "Ata" imzası ile gazete ve dergilerde bir çok makalesi yayınlandı.Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu. 1919 yılında İstanbul'da 63 yaşında iken vefat etti. Mezarı Divanyolundaki II. Mahmud Türbesi Bahçesinde 6'ncı adadadır.

Eserlerinden bazıları:Devleti Osmaniye Tarihi (Hammer’den tercüme), İktitaf (faydalanma-okullar için edebiyat antolojisi ve okuma kitabı), Elmenak (almanak-takvim kitabı)

Kaynak:Osmanlı Tarihi Yazarları M.Orhan Bayrak İstanbul 1982
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Özdemiroğlu Osman Paşa ( 17.07.1526)- (28.08.1584)


Osmanlı Devlet Adamı


1527 yılında Kahire'de doğdu. Annesi Mısır Abbasi Halifeleri soyundan, babası ise Mısır Çerkez Memlüklerindendir. Mısır'da sancakbeyliği ve Mısır emirihaclığı yaptı. Yemen, Habeş ve Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Lala Mustafa Paşa'nın maiyetinde Osmanlı-İran savaşlarına katıldı ve Şirvan Beylerbeyi oldu. Kırım Hanı Mehmed Giray'ın yardımı ile Karabağ, Mugan ve Kızılağaç'a kadar bütün kuzey Azerbaycan'ı ele geçirdi. İranlılar Şirvan'ı ele geçirdi. Kefe Beylerbeyi Cafer Paşa kumandasında yardımcı kuvvetler gelince İmam Kuli Han'ı Meşale Savaşı'nda yendi. Bu savaştan sonra Şirvan kesin olarak Osmanlı hakimiyetine geçti. İstanbul'a dönünce ikinci vezir olarak Divana girdi ve 1582 yılında sadrazam oldu. 1585 yılında Ferhad Paşa'nın yerine İran cephesi serdarlığına getirildi. Alivar'da yapılan savaşta, İran veliahtı Hamza Mirza'yı yendi. Tebriz, Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti. Daha sonra İran'la yapılan bir savaşta İran kuvvetleri başarı gösterdi. Bu savaş sırasında hastalandı. Tebriz yakınındaki Şenbi Gazan'da 1585 yılında vefat etti. Vasiyeti üzerine Diyarbakır'da defnedildi.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Pargalı İbrahim Paşa Osmanlı Devlet Adamı, sadrazam


1493 yılında bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğdu. 6 yaşında İstanbul’a getirildi. Kanuni’nin şehzadeliği sırasında Manisa’da onun maiyetinde bulundu. Kanuni padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul’a geldi. Osmanlı devletinde çeşitli görevlerde bulundu.

1521 yılında Belgrad’ın fethinde görev aldı. 1522′de Rodos seferine katıldı. 1523′te sadrazamlığa getirildi. 1524′te Kanuni’nin kızkardeşi Hatice Sultan ile evlendi. Mısır Beylerbeyi unvanı verildi. Mısır’da asayişi sağlamakla görevlendirildi. Macaristan seferine katıldı ve Mohaç Savaşı’nın kazanılmasında önemli rol oynadı.

Daha sonra Anadolu’daki isyanları bastırmakla görevlendirildi. Anadolu’da aldığı tedbirlerle isyanları sona erdirdi. I. Viyana Kuşatması ile sonuçlanan 2. Macaristan seferine katıldı. Avusturya imparatorunu Osmanlı sadrazamına eşit sayan 1533 tarihli İstanbul Antlaşması’nın müzakerelerini yürüttü. Safevilere karşı düzenlenen Irakeyn seferine katıldı. Tebriz’i aldıktan sonra Kanuni’nin kuvvetleriyle birleşti ve Bağdat’ın fethinde görev aldı. Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı döneminde 1523-1536 yılları arasında sadrazamlık yaptı. 13 sene sadrazamlık yaptı. Pargalı, frenk, damat, makbul ve maktul lakaplarıyla anıldı.

Farsça, Rumca, Sırpça ve İtalyanca biliyordu. Bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan İbrahim Paşa Sarayı’ndan başka, İstanbul, Mekke, Selanik, Hezergrad (Razgrad) ve Kavala’da cami, mescit, okul, medrese, zaviye, hamam ve çeşme gibi eserler inşa ettirdi.

Irakeyn Seferi sırasında yaptığı bazı uygulamalar sebebiyle padişahın güvenini kaybetti. 15 Mart 1536 tarihinde ölüm cezasına çarptırıldı.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Recaizade Mahmut Ekrem ( 1847)- (1914)

1560.jpg


1847 yılnda İstanbul'da doğdu. Özel öğrenim gördü. Mekteb-i İrfan'ı bitirdi. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Öğretmenlik yaptı. Şûrâ-yı Devlet ve Meclis-i Âyân üyeliği, Evkaf ve Maarif Nazırlığı yaptı. Tasvir-i Efkâr gazetesinin yönetiminde bulundu. Hayattayken üç oğlunun ve özellikle de Nijad'ın ölümü, onu yıktı, hayata küstürdü. Sanat için sanat anlayışını savundu. Eski-yeni edebiyat tartışmalarının merkezinde yer aldı. 1914 yılnda öldü.

ESERLERİ
Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebâb, Zemzeme, Pejmürde, Nijad Ekrem ve Nefrin adlı şiir kitapları bulunmaktadır.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Rüştü Ilgar ( 02.07.1971)

akademisyen


2 Temmuz 1971 tarihinde Çanakkale'de doğdu. 1988 yılında ise Ayvacık Mehmet Akif Ersoy Lisesini bitirdikten yüksek öğrenim hayatına İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü ile başlamıştır. 1992 yılında lisans eğitimimi tamamlamış, aynı yıl İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Geoekoloji Bölümünde yüksek lisans eğitimine başlayıp Çanakkale Boğazı ve Yakın Çevresinin Ekolojisi isimli tezini hazırlamıştır. 1994 yılında İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsünün Denizel Çevre Anabilim Dalının, Deniz ve Kıyı Koruma Bilimdalında doktora eğitimine başlamıştır. Çanakkale Boğazı ve Çevresi Ekosisteminin Coğrafi Açıdan İncelenmesi konulu teziyle 11.07.2000 tarihinde doktorasını tamamlamıştır.

İyi derecede İngilizce ve orta derecede Fransızca bilmektedir. İstanbul Üniversitesinden alınan Jeomorfolog ve Ekoloji Uzmanı, Bilgisayar Programcılığı unvanları mevcuttur.

Meslek hayatına ise Tercüman Gazetesi muhaberat bölümünde başlamıştır. Milli Eğitim bünyesinde birçok resmi okulda çalıştan sonra son olarak M.E.B. Cağaloğlu Anadolu Moda Tasarım Meslek Lisesinde Müdür Yardımcılığı görevi yapmıştır. Doktorasını tamamladıktan sonra Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesinde görev almıştır. Halen adı geçen fakültenin Coğrafya Eğitimi Anabilimdalı Başkanlığını yürütmekte olan Yard.Doç.Dr.Rüştü ILGAR, Eğitim Fakültesi bünyesinde Çevre Bilim, Yer Bilimleri, Coğrafyada Özel Öğretim Yöntemleri derslerini okutmaktadır.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Sahak Abro

Osmanlı Devlet Adamı


1825 yılında İzmir’de doğdu. Babasının adı Cevahircioğlu Hacı Ohannes’tir. Aslen Belgratlı olan İzmirli Abro ailesindendir. İzmir’de Fransızların Propaganda ve Ermenilerin Mesrobyan okullarında yabancı dil ve edebiyat öğrenimi aldı. Türkçe, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Ermenice ve Rumca biliyordu.

1849’da 24 yaşında maaşsız olarak Babıâli Tercüme Odası’na girdi. 1839’da Kaptan-ı Derya Ahmet Paşa’nın tercümanlık hizmetinde, 1839-1842 arasında Sadaret tercümanlığında, Viyana ve Paris Sefareti baştercümanlığında bulundu. Bir müddet Babıali Tercüme Odası’nda istihdam edildi. İzmir Meclisi tercümanlığında bulundu.

Tercüme Odası’nda çalıştığı süre içinde Hariciye Nezareti’ne gelen Fransızca ve İngilizce evrakı tercüme işiyle meşgul oldu. Nisan 1851’den itibaren Takvim-i Vekâyii’nin Fransızca’ya çevrilmesi işini de üzerine aldı.

Takvim-i Vekayii’nin Fransızca’ya çevrilmesini 1856’ya kadar devam ettirdi.

1855’te Mustafa Reşit Paşa’nın isteği üzerine “Avrupa’da Meşhûr Ministroların Tercüme-i Hâllerine Dair Risâle” isimli kitabı yazdı.

Ermeni cemaati ile de yakından ilgilendi. 28 Şubat 1852-8 Ağustos 1853 tarihleri arasında Krikor Margosyan’la birlikte Noyyan Ağavni (Nuh’un Güvercini) adıyla haftalık Ermenice bir gazete çıkardı. Bu gazete daha sonra maddi imkânsızlık nedeniyle kapandı.

Tahrirat-ı Ecnebiye Müdürlüğünün ilga edilmesiyle 14 Ağustos 1862’de Hariciye Nezareti Tahrirat-ı Hariciye Kitabeti’ne atandı. 26 Mart 1867’de Tahrirât-ı Hariciye Kitabeti’nden azledildi. Azledilmesinden sonra yaklaşık dokuz buçuk sene başka bir göreve atanmadı.

30 Eylül 1875’te fahri olarak Kürtlerin iskanıyla ilgili Babıâli’de teşkil edilen komisyonun üyesi oldu.

19 Eylül 1876’da Bulgaristan’ın idari durumunu müzakere etmek amacıyla oluşturulan Filibe Fevkalâde Komisyonu’na atandı.

Sadece Osmanlı bürokrasisi içinde değil, aynı zamanda Ermeni cemaati içinde de önemli görevler üstlendi. 14 Mayıs 1853’te Patrikhane Genel Meclisi üyeliğine, 30 Haziran 1855’te Patrikhane Genel Meclis Loğotet vekilliğine, 1855 ve 1859’da Patrikhane Nizamname Komisyonu üyeliğine seçildi. 17 Temmuz 1864’te Ermeni Cemaati Genel Meclisi Başkanlığına, 25 Ağustos 1865’te Nizamname Kurulu Üyeliğine, 27 Şubat 1870 ve 4 Haziran 1876 tarihlerinde iki kez Cismani Meclis Başkanlığına, 17 Eylül 1887’de de Cismani Meclis üyeliğine seçildi.

Ölümüne kadar Şurâ-yı Devlet üyeliği yaptı. 8 Ağustos 1900 tarihinde öldü.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Sahip Molla

şeyhülislam


1838 yılında İstanbul’da doğdu. Osmanlı İmparotorluğunun son şeyhülislamlarındandır. Pirizadeler ismi ile bilinen eski bir aileye mensuptur. Babası Kazasker İbrahim İsmet Bey'di. Devrin tanınmış ilim adamlarından özel dersler aldı. Meşihat ve Adliye'de çeşitli memurluklarda bulundu. Uzun süre Şurayı Devlet Azalığı yaptı. Meşruiyet'ten sonra Ayan Azası oldu (1908). Bir yıl sonra şeyhülislamlığa getirildi. Sekiz buçuk ay bu makamda kaldı. Kendi isteğiyle çekildi. Kısa bir süre sonra, 1910 yılında öldü.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Said Halim Paşa ( 1864)- (06.12.1921)


494.jpg



sadrazam


1864 yılında Kahire’de doğdu. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu ve vezir Halim Paşa’nın oğludur. Küçük yaşta ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Özel tahsil gördü. Kardeşi Abbas Halim ile birlikte İsviçre’de siyasî ilimler dalında yüksek tahsil yaptı. Döndüğünde (1888) Şûrâ-yı Devlet Azâsı tâyin edildi. Muhtelif nişanlarla taltif olunup “Rumeli Beylerbeyliği” payesine erişti (1900). Kardeşi ile birlikte Mısır’a gönderildi. Meşrutiyet’in ilanı üzerine İstanbul’a döndü.

Önce Şûrâ-yı Devlet Reisi (1912), Mahmud Şevket Paşa’nın sadrâzamlığında Hâriciye Nazırı (1913) ve onun ölümünden sonra sadrazam oldu (1913). Balkan Harbi’nin sonu ile Birinci Dünya Harbi’nin ilk yıllarında sadrazam olarak kaldı. Osmanlı Devleti’nin harbe katılmaması için gösterdiği gayretler fayda vermedi. İttihatçıların, elindeki yetkileri yavaş yavaş almaları neticesinde, önce üzerinde bulunan hariciye nazırlığını, sonra da sadrazamlığı bıraktı (Şubat 1917). Mütareke’de yurt dışına kaçmayı reddetti. Harp suçlusu olarak yargılanması için kendisi müracaat etti. İstanbul’un işgalinden sonra 10 Mart 1919’da tutuklandı. 22 Mayıs’ta İngilizler tarafından, öteki siyasî mahkûmlarla birlikte Malta adasına sürüldü. Burada iki yıl kadar kaldıktan sonra 29 Nisan 1921’de bırakıldı. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca biliyordu. İstanbul’a kabul edilmediği için Roma’da oturdu. 6 Aralık 1921 tarihinde bir Ermeni tarafından şehit edildi.

ESERİ:

Buhranlarımız


HAKKINDA YAZILANLAR

1.Bir İslamcı Düşünür Said Halim Paşa
M.Hanefi Bostan
İrfan Yayınları / Araştırma Dizisi

... Bu araştırmada Said Halim Paşa'nın hayatı ve eserleri ele alınmakla kalmayıp, yer yer devrin siyasi olaylarına da değinildi. Siyasi olayların incelenmesinde Paşa'nın söz ve yazılarına da yer verildi.

Elinizdeki eserin, unutulmuş ve yanlış tanıtılmış şahsiyetleri gerçek yönleriyle ortaya koymak ve ayrıca dönemin tarihi hadiselerinin de gerçek yüzünü meydana çıkarmak açısından büyük bir boşluğu dolduracağı inancındayız.
 

cemel

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
350
Tepkime puanı
4
Puanları
18
Yaş
40
Savcı Bey

Türk-İslam tarihi sayılamayacak kadar çok kahramanlarla doludur. Saru Batu Savcı Bey’de bu sayısız kahramanlardan birisidir.

Saru Batu Savcı Bey, Oğuzların Bozok kolunun Kayı Boyu’na mensup olup Ertuğrul Gazi’nin üç oğlundan en büyüğüdür. Osmanlı Devleti’ni ve hanedanını kuran Osman Gazi ve Gündüz Bey’in ağabeyleridir.

Saru Batu Savcı Bey’in doğum yeri ve tarihi hakkında elimizde sarih bir bilgi yoktur. Doğum yeri olarak Domaniç Saru-han köyü ve Söğüt Savcıbey köyü üzerinde tartışmalar vardır. 1476-1512-1530 tarihli Söğüt’e ait tahrir defterlerinde Savcıbey isimli bir köy yoktur, bu köy ismini sonradan yakın tarihlerde almıştır.Dolayısıyla Saru Batu Savcı Bey’in doğum yeri olarak Domaniç Saru-han köyü ihtimal dahilindedir. Doğum tarihi hakkında her hangi bir kayda rastlanmamıştır.

XIV.asırdan itibaren yazılmaya başlayan Osmanlı tarihlerinde Saru Batu Savcı Bey hakkında pek çok rivayetler vardır:
“Ertuğrul Gazi, büyük oğlu Saru Batu Savcı Bey başta olmak üzere diğer oğullarını da daha çocukluklarında iken hususi bir önem vermiş, itina ile yetişmelerine gayret göstermiştir.
XIII.asırda Batı Anadolu cihad memleketi olduğu için bölgede gaza niyetiyle pek çok gazi, alperen, mücahid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. İşte öyle bir ortamda Saru Batu Savcı Bey iyi bir eğitim ve öğretim gösterilerek büyütüldü.
İslami ilimler öğretilerek, İslam terbiyesiyle yetiştirildi. Devrin örf ve adetince mükemmel bir askeri talim ve terbiyeyle yetişti. Gazilerin gazalarını ve meşhur Türk-İslam mücahidlerinin, alimlerinin, evliyalarının menkıbelerini dinleyerek şuurlandı.
Babası Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarından silah talimi gördü. Devrin silahlarını (kılıç-ok-kargı) maharetle kullanmasını, ata inmeyi ve muharebe taktiklerini öğrendi. Babasının gaza yoldaşlarının gazalarını dinleyip üstün idarecilik vasıflarını geliştirdi.
Gençliğinde İslam’ın cihad emrini, cihan mefkuresini yerine getirmek ve Kayıhanlılar’ın şanını yüceltmek için babası Ertuğrul Gazi’nin yanında gazalara iştirak ederek kumandanlık vasıflarını geliştirip, kuvvetlendirdi. Babası Ertuğrul Gazi devri ve vefatından sonraki devirlerde vukubulan gazalarda mühim roller oynadı. Babasıyla katıldığı gazalarda (Moğollara karşı zafer-İnegöl akını-Karacahisar’ın zaptı) gösterdiği muvaffakiyetler ile babasının ve gazilerin takdirini kazandı.

Babası Ertuğrul Gazi’nin vefatına kadar küçük kardeşi Osman Gazi ile birlikte Kayı Boyu’nun idaresinde, işlerinde yardımcı oldu. Özellikle babasının son yıllarında vekaleten beyliğin idaresiyle ilgilendiler. Sadarete dirayetli bir şahsiyet olan Saru Batu Savcı Bey, babasının vefatıyla küçük kardeşi Osman Gazi ile birlikte Kayı Boyu’na altı sene (1281-1287) idarecilik yaptı.

Saru Batu Savcı Bey, karakter ve karizmasıyla iyi bir teşkilatçı, cesur bir kumandan mükemmel bir liderdi. Askeri dehası, cesareti, zekası ve aksiyonu ile (kardeşi Osman Gazi ile birlikte) katıldığı gazalarda (Ermenibeli zaferi-Kulacahisar’ın fethi-İkizce/Domaniç zaferi) gösterdiği muvaffakiyetle, kumandanlığa layık olduğunu ispatladı. Bir kumandana lazım gelen bütün vasıflara haizdi. Saru Batu Savcı Bey, ilkeli ve dürüst idare anlayışı, uzak görüşlülüğü ve etkin devlet adamlığı gibi nitelikleriyle kendisinden sonraki liderlere de yol göstermiştir.

Ertuğrul Gazi’nin riyaseti döneminde elindeki savaşçı sayısının az olmasından dolayı barış merkezli bir siyaset izlenmiştir veya Konya Sultanı’ndan yardım almıştır. Domaniç ve Söğüt’e yerleşme sürecinde komşu Bizans tekfurlarıyla (İnegöl-Karacahisar-Bilecik) ve Türkmen Beyleri ile (Germiyan) iyi geçinmeye çalışan bir riyaset devrinden ibarettir. Ertuğrul Gazi çevresinde bulunan beyliklerin ve devletlerin durumlarını ve siyasi şartları gayet iyi değerlendirerek başında bulunduğu aşiretini ve kendisine bağlı yerlerde yaşayanları, bu beylikler arasında komşuları ile daima iyi geçinerek güçlü bir durumda huzur ve rahat içinde (sulh/sükun) yaşatıyordu. Kayıhanlılar yurt tutmak, zamanındaki beylikler ve devletler arasında güçlü ve etkili bir mevki edinmek amacıyla Selçuklu Devleti’nin batı hududunda bir Selçuklu uç beyliği olarak müsademe ve muhasama yapmışlardır.

Saru Batu Savcı Bey ve Osman Gazi’nin birlikte idare ettikleri yıllar (Tuğrul ve Çağrı Beyler-Bilge Han ve Kültegin birlikteliği gibi) Kayıhanlı’ların taarruza geçtiği yıllardır. Bitinya denilen coğrafyada yayılma, fetih harekatı yeni başlamıştır. Kayıhanlı Beyliği’nin (Osmanlı Beyliğ) dış siyasetinin esaslarını tesbit edilmiştir ki, buna göre, komşu Türk beylikleri ile iyi münasebetlere devam edilecek, Bizans tekfurları (valiler) daima baskı altında (fetih) tutulacaktı. Bu mefkurenin bir uzantısı olarak da Saru Batu Savcı Bey’in riyaseti devrinde Ermenibeli Muharebesi, Kulacahisar’ın fethi, Domaniç/İkizce Muharebesi, İnegöl ve Karacahisar’a akınlar gerçekleşmiştir.

Saru Batu Savcı Bey, kendisine atfolunan faziletlerle hakiki bir Türkmen asilzadesiydi. Emsalsiz derecede secaati kadar da mert bir insandı. Karakter bakımından halim selim olup kendine güvenen, yerinde ve zamanında en doğru kararı alan, tedbirli, ileri görüşlü, adil, merhametli, sabırlı ve faziletli idi. Hayırseverliği yanında insan sevgisi de onun şiarıydı. Çok yönlü bir kumandan olarak; azim ve irade kudreti, vakar ve ciddiyeti, insanlara karşı cömert ve şefkatli oluşu, makul hareket eden açık ve samimi siyasetiyle, dirayetli, sebatkar iyi ahlak meziyetlerine sahip bir insandı.

Saru Batu Savcı Bey, yiğitlik ve sehametiyle yani akıl ve zekasıyla beraber olan kahramanlığıyla maruftu. Dindar, namdar ve zühd, takva ve salahda zamanın meşahirindendi. Bu hususiyetlerinden olsa gerek Cenab-ı Hak şehadet mertebesi ile müşerref kılmış, en büyük mertebeye mahzar olmuştur. Şerefli bir hayattan sonra, 1287 yılında Osmanlı-Bizans arasında kuvvetleri arasında yapılan Domaniç İkizce Savaşı'nda Allah’ın sevgili kullarından birisi olarak şehitlik şerbetini içmiştir.”Mezarı Kütahya/Domaniç-Karaköy'de Akmeşhed/Alçay mevkiindedir.(Her yıl bu köyde anma törenleri yapılmaktadır.)

Saru Batu Savcı Bey’de bulunan en belirgin meziyet; onun diplomat özelliğine sahip olmasıdır. Kayıhanlılar’ın dış politika meselelerinde Kayıhanlılar’ı temsil etmekle görevlendirilen bir şahsiyettir. Saray adabı olarak resmi kabul ve ziyaretlerdeki merasimi, teşrifatı (protokolü) ve törenlerde uygulanan davranışları iyi bilirdi. Sözlü iletişimi, ifade kabiliyeti yüksek olan Saru Batu Savcı Bey’in etkileme ve ikna yeteneği çok güçlüydü. Konya Selçuklu Sultanı’na özellikle Saru Batu Savcı Bey’in gönderilmesinde pozitif enerjisi, bilgi birikimi ve muhakeme gücüyle diplomatik iletişim yeteneğinin etkili olduğu muhakkaktır.
 

Bilgi / İnfo

satcafesi.net kar amacı gütmeyen bilgi & paylaşım üzerine kurulu ücretsiz bir forum sitesidir,Üyeler her türlü bilgiyi,dosya,video,resim,vs. önceden onay olmadan paylaşabilmektedir,bunedenle oluşacak herhangi bir illegal paylaşımdan satcafesi sorumluluk almamaktadır,T.CK.na aykırı paylaşım görüldüğünde iletişim kısmından bizlere bildirmenizi rica ederiz.

Yasal Haklar

Foruma gönderilen mesajlardan öncelikle mesaj sahipleri sorumludurlar. Forum yöneticileri başkalarının mesaj veya konularından sorumlu tutulamazlar. Ancak yasal nedenlere bağlı herhangi bir şikayet durumunda, yetkililer bilgilendirildiği takdirde ilgili düzenleme yapılacaktır.
Üst