gittigidiyor

Eski Türk Edebiyatı

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Eski Türk Edebiyatı

XIII. asırdan sonra Türk cemiyet hayatında çeşitli zümre ve çevrelerin teşekkülü, değişik edebî mahsullerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Saray, konak, medrese çevrelerinde ve bunlara yakın topluluklarda okumuşlara mahsus yeni bir edebiyat doğmaya başlamıştı. Kaynağını ve örneğini daha çok İran edebiyatından alan, İslâm kültürünün bütün kollarından belenen, Türk ruhunun hususiyetlerini aksettiren ve mahallî çizgileri veren bu edebiyat, 600 yıldan fazla devam etmiş ve canlılığını kaybetmekle beraber günümüze kadar gelmiştir.
Yüksek zümre edebiyatı denen ve asırlar boyunca dil ve muhteva bakımından örnek teşkil ettiği ve okullarda okutulduğu için "klasik" kabul edilen bu edebiyat, umumiyetle Divan edebiyatı ismiyle tanınmıştır. Bu suretle adlandırılmasına sebep, bu edebiyatın daha çok manzum eserlerden meydana gelmesi ve şiir kitaplarına "divan" denmesidir.
Divan şiiri Anadolu'da XIII. asırda Selçuklular zamanında Hoca Dehhânî ile başlamıştır. XIV. asırda Ahmedî, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dâî gibi şairlere sahip bulunan bu edebiyatın ilk büyük üstadı XV. asırda yaşamış olan Şeyhî'dir. Fatih devrinde Ahmet Paşa ve daha sonra Necâtî'yi yetiştiren Divan şiiri XVI. asırda Zâtî, Bâkî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahya, Nev'î, Fuzûlî, Rûhî-i Bağdâdî, Hâkanî, XVII. asırda Şeyhülislâm Yahya, Nef'î, Nâilî, Necâtî, Nev'î-zâde Atâî, Nâbî, Sâbit. XVIII. asırda Nedim, Şeyh Galib, Râgıb Paşa, XIX. asırda Yenişehirli Avni, Ziya Paşa gibi büyük sanatkârların eserleriyle fevkalâde bir gelişme göstermiştir.
İslâm kültürü kaynağından beslenen ve bilhassa başlangıçta İran edebiyatını örnek alan Divan edebiyatımız muhteva itibariyle çok çeşitli unsurlara dayanmaktadır. Divan edebiyatının iç zenginliğini ve özünü teşkil eden ve bugün onu iyi anlamak için bilinmesi gereken bu eski kültür ve bilgi malzemesi şunlardır :
1- Dinî inançlar (âyet ve hadisler)
2- İslâmî ilimler (tefsir, kelâm, fıkıh)
3- İslâm tarihi
4- Tasavvuf ve remizleri
5- İran mitolojisi (şahsiyetler ve hâdiseler)
6- Peygamber kıssaları, mûcizeler, efsaneler, rivayetler
7- Tarihî, efsanevî, mitolojik şahsiyetler ve hâdiseler
8- Çağın ilimleri (hikmet, kimya, hendese, tıp vs.)
9- Türk tarihi ve millî kültür unsurları
10- Devrin edebiyat anlayışı ve edebî bilgileri (belâgat)
11- Dil malzemesi (deyimler, atasözleri; Arapça ve Farsça kelimeler, şekiller, tamlamalar, birleşik sıfatlar vs.)Eski Türk Edebiyatı
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (1)

Türkler islâmiyetle VIII. yüzyıldan itibaren Maverâünnehir’de karşılaştılar. Ruh, töre ve tabiatlarına uygun, hayatlarına yabancı olmayan bu dini kolayca benimsediler. islâmiyette, önceki değerlerinin daha gelişmiş şeklini buldular. Güzel sanatların çeşitli dallarında eski kültürleri ile islâm’ı birleştirdiler.
Türklerin, islâm medeniyeti içine girmeden, kendilerine has bir edebiyatları vardı. Türkler, islâmiyet dairesine bu edebiyat zenginliğiyle birlikte geldiler. Arap ve Fars Edebiyatını tanıdılar. Bir hazırlık devresinden sonra girdikleri bu yeni kültür ve medeniyet dairesi içinde eserler vermeye başladılar. Bu eserleri verirken pek çok kelime ve terim yeni girdikleri kültür dairesinin dillerinden aldılar.
Arap ve Fars edebiyatının kurumlaşmış gelenekleri Türk edebiyatı geleneklerinden çok ayrı ve çekiciydi.Türk aydını çok işlenmiş ve olgunlaşmış Fars edebiyatı karşısında nasıl bir tavır aldı? ilk örnekler tam olarak elimizde değildir. Ancak şiirde eski nazım şekilleri ve önceden işlenilen konular yanında, yeni nazım şekillerini kullandılar ve yeni konulara yöneldiler. Hece ölçüsü yanında aruz vezni ile de şiirler yazdılar. Sagu ve koşuk gibi nazım şekillerinden başka kaside, mesnevî, gazel tarzında şiirler kaleme aldılar.
Türkler bunları yaparken doğrudan doğruya Arap edebiyatını değil, kendilerinden önce islâm medeniyeti içine giren Farsların edebiyatını örnek aldılar. Ortaya konan eserlere, başta Kur’an olmak üzere, hadisler, siyer, eski mitolojiler, tarih, menkıbeler ve sosyal hayat geniş ölçüde girer. Türk edebiyatı da zamanla ortak islâm edebiyatının önemli bir parçası oldu.

XI. ve XII. Yüzyılda Türk toplumu içinde Arapça ve Farsçayı bilen yeni bir aydın zümre doğdu. Bunlar, öğrendikleri Arapça ve Farsçanın yanında, bu dillerde meydana getirilmiş edebiyatın da etkisinde kaldılar. Bu yüzyıllarda Fars şiirine heveslenen Türk asıllı şairler Farsça eserler yazma arzusuna düştüler ve örnekler verdiler. Farsçayı edebiyat dili olarak benimsediler. Türk hanedanlarının saraylarında edebiyat dili Farsça oldu. Samanoğullarının, Gaznelilerin, Büyük Selçukluların zamanında Türk aydınları arasında Farsça edebiyat dili olarak benimsendi. Farsça yazanlar takdir gördü. Türkçe, olgun örnekler verecek teşvikten mahrum kaldı. Bu dönemde ortaya konulan Türkçe eserlerde ilim ve din alanında Arapça, edebiyat alanında da Farsça kelimelerin kullanılması giderek yaygınlaştı. Hece vezninin yerini aruz vezni almaya başladı. Eski Türk nazım şekilleri yanında mesnevî ve gazel gibi yeni nazım şekilleri de kullanıldı.
Bu durum daha çok Farsçanın yoğun olarak kullanıldığı Türk siyasî hakimiyeti altındaki bölgelerde görüldü. Halkı Türk olan bölgelerde ise Türkçe ile eser verme daha XI. yüzyıldan itibaren başladı. Bu yüzyıllarda meydana getirilmiş eserler daha çok öğüt verici nitelikteki şiirlerdir. Bu tür eserlerin başında devlet yönetimi ile ilgili olarak 1070 yılında Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig görülür. Onu XII. Yüzyılda Edip Ahmet Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakâyık’ı takip eder. Kutadgu Bilig ve Atebetü’l-Hakayık aruz vezni ile yazılmaları, Arapça ve Farsça kelimeleri bünyesinde almaları ve muhtelif islâmî unsurları taşımalarına rağmen iran şiirinin tam hakimiyetini taşımazlar. Hatta nazım şekli olarak bile tam benzerlik göstermezler. Atabetü’l-Hakayık baştan sona dörtlüklerle yazılmıştır. Ahmet Yesevî de hikmet tarzında yazdığı şiirlerde bu nazım şeklini kullanmıştır. Bu hikmetlerde islâm inanç ve ahlâkı ile birlikte tasavvuf duygusu da işlenmiştir.Hikmet tarzı gelenek hâlinde Ahmet Yesevî’den sonra da devam etmiştir. Kâşgarlı Mahmud’un Türk boyları arasından derlediği ve Dîvânü Lûgat-it Türk isimli eserine aldığı dil ve şiir örnekleri Türk şiirinin kendi geleneklerini sürdürdüğünü gösterir.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (2)

Türkler XI. yüzyılın ikinci yarısından sonra Anadolu’da Anadolu Selçukluları ile kesintisiz bir hakimiyet kurmuştur. Ancak bu dönemde de Farsça Türk saraylarında hakimiyetini sürdürdü. Sultan ve emirlerin himayesinde Türk şair ve edipler Türkçe yerine Farsça eserler verdiler. Türkçeye geçiş birden olmadı. Küçük küçük bazı denemelerle Türkçe Anadolu edebiyat dünyasında boy vermeye başladı. Bu önce Farsça mısralar arasında Türkçe kelimeler, Farsça şiirler içinde Türkçe mısralar şeklinde görüldü. Ayrıca bir mısraı Farsça diğeri Türkçe olan mülemmalar da Anadolu’da ilk Türkçe şiir örnekleridir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin eserleri böyledir. Baştan sona Türkçe ile yazılmış ilk şiirleri Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’e aittir.

XIII. ve XIV. yüzyılın siyasî ve sosyal durumu bir hayli karışıktır. XIII. yüzyılın başlarında Anadolu Selçuklu devleti eski gücünü kaybetmeye başlamıştı. Bu yüzyılın ortalarında, doğudan gelen Moğol akınları durdurulamadığından siyasî birlik bozuldu. Bunun sonunda bazı isyanlar çıktı. Bu çözülme ile birlikte XIV. yüzyılda Anadolu’da çeşitli beylikler görüldü. Yüzyılın sonuna gelindiğinden Osmanlı Beyliği Anadolu’da Türk birliğini yeniden kurmayı başardı.
Siyasî ve sosyal karışıklıklar, beyliklerle ortaya çıkan yeni kültür merkezleri, edebiyatta bir canlılık meydana getirdi ve Türkçe eserler verilmeye başlandı. Yeni kurulan beyliklerde beyler, kültürle ilgili çalışmaları desteklediler. Hatta çeşitli eserlerin yazılmasını ve tercüme edilmesini istediler. Bazı beylerin bizzat eser yazdığı da görüldü. Karamanoğlu MehmetBey’le başlayan Türkçenin resmî dil olma durumu diğer beyliklere de yayıldı.
XIII. yüzyılın en önemli kültür merkezi Konya’dır. Sadreddin-i Konevî, Mevlânâ Celâledin-i Rumî bu merkezin önde gelen isimleridir. Moğol istilâsı sonucunda meydana gelen karışıklık ve belirsizlik Anadolu’da bir iman ve kültür buhranı doğurdu. Fakat Mevlâna ve Yunus gibi şahsiyetler, bu buhranın derinleşmesini önlediler. Bunlar ve bunların yolunda gidenlerin başlattığı tasavvuf anlayışı gitgide yayıldı. Aslında bu cereyan daha önce Anadolu’ya gelen Ahmet Yesevî’nin dervişleri ile başlamıştı. Orta Asya ve özellikle Horasan’dan Anadolu’ya akın akın gelen Türkmen şeyh ve dervişleri halka tasavvuf neşvesini anlatmak ve duyurmak için Türkçeyi kullandılar.
Türkler arasında islâmiyet’in yaygınlaşmasında tasavvufun büyük rolü vardır. Nitekim Anadolu’nun Türk ve islâm ülkesi olmasını sağlayanlar arasına Ahmet Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği dervişleri mühim bir yer tutar. işte bu yüzyıllardaki kültür ve edebiyat hayatında bu anlayış çok etkili olmuştur.Mevlânâ ve Yunus, sadece dönemlerinde değil daha sonraki yüzyıllarda da şair ve yazarlarımızın yanı sıra her kesimden insana tesir etmişlerdir. Böylece dinî-tasavvufî Türk şiiri diye ayrı bir edebiyat kolu doğmuştur. Üstelik tasavvuf anlayışı, diğer sanat dallarında da etkili olmuştur.

Edebiyatımızda pek çok şairimiz bu anlayışı çeşitli şekillerde eserlerinde işlemişlerdir. Klâsik şairlerimizin eserleri tasavvufî söyleyişlerle doludur.





İslamiyet'in Kabulüne Kadar Olan Türk Edebiyatı

a) Göktürk Edebiyatı: Türklerde yazılı edebiyat, mevcut bilgilerimize göre, Göktürkler zamanında, 7. yüzyılda başlamıştır. İlk yazılı metinlere bu dönemde rastlanır. Orhun Anıtları, Moğolistan'ın kuzeydoğusunda, Orhun ırmağının eski yatağı ile Koşuçaydan Gölü civarındadır. Bu anıtlar, üç yazıttan oluşmuştur:

· Tonyukuk Yazıtı (miladi 720)
· Kültigin Yazıtı (miladi 732)
· Bilge Kağan Yazıtı (miladi 735)

b) Uygur Edebiyatı: Uygurların tarihine bağlı olarak 745-840 arası ve 840'dan sonrası olmak üzere iki bölümde incelenmektedir. Dokuz Oğuzlar olarak da bilinen birinci döneme ait bilinen en önemli anıt, Uygurların 2. Kağan'ı Moyunçar adına dikilendir. On Uygurlar olarak da bilinen ikinci dönem ise oldukça farklıdır. Maniheizm dininin kabulü ile yeni bir alfabe kullanılmaya başlanmıştır.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (3)

XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu’da Hoca Dehhanî ile Ahmet Fakih, Türkçe eserler verirler. Selçuklu sarayında bulunan bu şairler, Anadolu’daki edebiyatımızın ilk önemli temsilcileridir.
XIV. yüzyılda görülen ilk eser Yunus Emre’nin Riasâletü’n,Nushiyye’sidir.Yunus Emre, divanında toplanan şiirleriyle, sadece bu yüzyılın değil, bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerindendir. Yunus, çok geniş bir coğrafyada okunmuş, benimsenmiş ve etkileri yüzyıllarca devam etmiştir. Gülşehrî, Feridüddin-i Attar’ın didaktik ve tasavvufî yönü ağır basan Mantıku’t Tayr adlı eserini, aynı adla Türkçeye kazandırdı. Âşık Paşa da Garibnâme adlı kitabı ile Türkçenin o devirde en hacimli eserini vermiştir. Bu eser, konusu itibariyle Anadolu’da tasavvuf anlayışının temel kitabı olur.Garibnâme XIV. yüzyılda Türkçenin mükemmel bir abidesidir. Bu saydığımız şairler, aynı zamanda mutasavvıftırlar.Yine bu yüzyılda Yusuf ile Züleyha mesnevîsinin yazarı olan Şeyyad Hamza, naatlarıyla dikkati çeker. Hoca Mesud, Erzurumlu Darir, Şeyhoğlu Mustafa, Seyyid Nesimî, Ahmedî ve Kadı Burhaneddin XIV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren belli başlı şairlerdir. XIV. Yüzyılda artık Klasik Türk şiirinin alt yapısı hazırlanmış, gelenekleri belirginleşmeye başlamıştır.
XIII. yüzyılda Nasreddin Hoca’nın fıkraları kültürümüzün bir başka cephesini verir. Ayrıca Battalnâme, Hamzanâme ve Saltuknâme nesir sahasında ve halk hikâyeleri tarzında yazılan eserlerdir. Geçen yüzyıla nispetle bu yüzyılda; gazel, rubaî, tuyuğ, kaside nazım şekilleri gelişerek devam etmiştir.
XV. yüzyılın başındaki Ankara Savaşı (1402), siyasî açıdan bir talihsizlik oldu. Anadolu’da Türk birliği tamamlanmak üzere iken devlet fetret dönemine girdi. Edebî faaliyetlerde bir durgunluk görüldü. Ancak Çelebi Mehmed, dirayeti ile kısa zamanda duruma hâkim oldu. Devlet yeniden kuruldu. Oğlu II. Murad’la birlikte edebî ve ilmî alanlarda canlılık başladı. Ahmedî ve Şeyhoğlu Mustafa gibi usta şairler bu yüzyılın başında da eser vermeye devam ettiler.
Sultan II. Murad devrinde pek çok eser yazıldı. Bunda, padişahın kendisinin şair olması yanında, edebiyat ve kültür meselelerine önem vermesinin de etkisi vardır. II. Murad’la birlikte kültür ve edebiyat faaliyetleri Osmanlı sarayına taşındı. Nitekim din, tasavvuf, ahlâk, tarih ve aşk konularını işleyen bazı eserlerin yazılıp tercüme edilmesini II. Murad istemiştir. II. Murad, ayrıca Türkçeye önem veriyor, eserlerin açık, anlaşılır bir dille yazılmasını istiyordu. Hatta dili anlaşılmayan bazı eserlerin yeniden sade Türkçe ile tercümesine önem veriyordu. Onun zamanında Anadolu Türk birliği de kuruluşunu hemen hemen tamamlamış bulunuyordu. Oğlu II. Mehmed de aynı yolda devam etti. istanbul fethedilince ilim ve kültür faaliyetleri burada gelişip yeşerdi. Fatih Sultan Mehmed kendisi de, babası gibi şair bir padişahtı. Avnî mahlası ile şiirler yazan Fatih, divan tertip eden ilk Osmanlı padişahıdır. Fatih’ten başka II. Bayezid, Cem Sultan ve Bayezid’ın oğlu Şehzade Korkut da edebiyat alanında eserler verdiler
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (4)

XV. yüzyılın başlarında Süleyman Çelebi Mevlid ismiyle şöhret bulan Vesiletü’n-necât adlı mesnevîsini yazdı. Bu eser mevlid türünün ilk örneği oldu. Bunu Abdülvasi Çelebi’nin Miraçnâme, Hatiboğlu’nun Letayifnâme, Kemal Ümmî’nin Kırk Armağan adlı eserleri izledi.
Klâsik edebiyatımızın kurucusu durumunda olan büyük şairler bu yüzyılda yetişti. Ahmed-i Daî, Şeyhî, Ahmed Paşa ve Necatî bu şairlerin önde gelenlerindendir. Bunlardan başka Atâyî, Mesihî, Zeynep Hatun, Mihrî Hatun gibi divan sahibi şairler de bu dönemde yetiştiler.
Bu yüzyılda mesnevî alanında önde gelen şair Hamdullah Hamdi’dir. Divan’ından başka Yusuf ve Zeliha, Leylâ ve Mecnun, Tuhfetü’l-uşşak, Kıyafetnâme ve Ahmediyye adlı eserleri ile bir hamse meydana getirdi. Ahî, Behiştî, Tacizade Cafer Çelebi, Revanî, Devletoğlu Yusuf bu yüzyılın diğer mesnevî şairleridir. Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye’si ile ün kazandı. Muînî, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini Türkçe’ye tercüme etti ve açıklamasını yaptı. Hatiboğlu Muhammed de H.812/M.1410 yılında Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalât adlı eserini Arapça mensur şeklinden, manzum olarak Türkçeye çevirdi.
Bu devrin diline Eski Anadolu Türkçesi denir. Böyle olmasına rağmen eserden esere dilin ifade gücü ve olgunluğunda gelişme görülür. Bu eserlerde genellikle anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Ancak bu yüzyılın sonuna doğru yazılan eserlerde Arapça ve Farsçadan alınan kelimelerin sıklığında bir artış görülür.
Nesir alanında verilen eserlerin başında 1401 yılında Şeyhoğlu’nun yazdığı Kenzü’l-küberâ gelmektedir. Bundan başka Şeyh Ahmet Kırk Vezir’i, Eşrefoğlu Rumî Müzekki’n-nüfus’u yazar.Secili ve sanatlı nesirde Sinan Paşa Tazarrunâme’yi ortaya koyar. Ayrıca o, Maarifnâme’yi yazar, Tezkiretü’l-evliya’yı tercüme eder. Tercüme alanında başka eserler de vardır. Bunlardan biri, II. Murad’ın Mercimek Ahmed’e Farsçadan Türkçeye çevirmesini söylediği Kabusnâme’dir.Yazıcıoğlu Ahmed’in Envârü’l-âşıkîn’i de tercüme eserler arasında yer alır. Hümâyunnâme ile Kelime ve Dimne de bu yüzyılda tercüme edilen eserlerdendir.
Bu yüzyılda Orta Asya Türk edebiyatının en büyük temsilcisi, Çağatay Türkçesi adı ile Anadolu Türkçesinden biraz farklı bir dille eser veren Ali Şir Nevâî’dir. O, yazdığı manzum ve mensur eserleriyle Türk kültürüne, diline ve edebiyatına büyük hizmette bulunmuştur. Herat, şair bir hükümdar olan Hüseyin Baykara sayesinde canlı bir kültür merkezi hâline gelmiştir.

Habibî de Azerbaycan’da yetişen şairlerin önde gelenlerindendir.
XVI. yüzyılda, Türk edebiyatı, XV. yüzyılda belirginleşen geleneklerinin üzerinde büyük bir gelişme gösterir. Osmanlı Devleti’nin en güçlü devri olan bu yüzyılda, Mimar Sinan mimarî, ibn Kemal, Ebussuud Efendi ve Kınalızâde Âli Çelebi gibi şahsiyetler ilim alanında yetişmiş büyük isimlerdir. istanbul başta olmak üzere, Bursa, Edirne, Manisa, Amasya, Üsküp, Bağdat, Konya, Diyarbakır, Kefe (Kırım) ve Vardar Yenicesi (Bulgaristan) gibi merkezlerde ilim, fikir ve sanat faaliyetleri kuvvetlendi ve gelişti. Doğuda Semerkand, Buhara, Afganistan ve Hindistan da birer Türk kültür merkezi durumuna geldi.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (5)


XVI. yüzyılda Türk şairleri, özendikleri ve kendilerine örnek aldıkları Acem şairleri ile boy ölçüşecek seviyeye geldiler. Bu yüzyılda örneklerinden aşağı kalmayan eserler ortaya koydular. Bu yüzyıldan kalan eserlerde, dönemin güç ve kuvvetini, zaferlerini, tarihî olaylarını, yaşayışını, hayat ve dünya görüşünü bulabiliriz. Türkçe bir imparatorluk dili olmak yoluna girdi. Fakat Arapça ve Farsça kelimelerin, dilimizin yapısını olumsuz yönde etkileyecek kadar yaygın kullanılışı da bu dönemde başladı. Bununla beraber Türkçe atasözleri ve deyimler, bu dönem şairleri tarafından ifade içinde geniş olarak kullanıldı. Öte yandan XV. yüzyılda başlayan ve halk Türkçesi ile şiir yazma diyebileceğimiz Türkî-i Basit hareketinin en kuvvetli iki temsilcisi Mahremî ve Edirneli Nazmî bu devirde yetişti.
Bu yüzyılda gazel, kaside, mesnevî rubaî gibi nazım şekillerinin kuvvetli şairleri vardır. Fuzûlî, Bâkî, Hayalî gazel ve kasidenin olduğu kadar bütün Türk edebiyatının en büyük en önde gelen şairlerindendir. Yine Türk edebiyatının en büyük terkib-i bent şairi olan Bağdatlı Rûhî bu yüzyılda yaşamıştır.
Araştırıcılar tarafından Türk edebiyatının altın devri kabul edilen bu devirde mesnevî türü de çok gelişmiş, Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnun’u ortak islâm edebiyatının en önemli eseri olarak ortaya çıkmıştır. Taşlıcalı Yahya Bey’in, Kara Fazlı’nın, Azerî ibrahim Çelebi’nin mesnevîleri, türünün en güzel örnekleridir.Rubaî’de Kara Fazlı, mizah alanında Gazalî bu dönemin önde gelen isimleridir. Şehir hayatına ait şehrengizler, mahallî konuları işleyen orijinal eserlerdir. Bursa, istanbul, Edirne ve Diyarbakır için şehrengizler yazılmış, bu türde Lâmiî Çelebi, Fakirî, Nihalî gibi şairler eser vermişlerdir.
Pek çok dinî, tasavvufî ve manzum sözlüklerin yanında Hz. Muhammed’in yüz ve vücut görünüşünü anlatan hilye türünde en güzel eser bu devirde Hakanî tarafından yazılmıştır.
Edebiyat tarihi niteliğindeki tezkirecilik de bu yüzyılda gelişmiş, Sehî ve Lâtifî bu türün ilk örneklerini vermişlerdir.
Ozan ve bahşıların Türk halkı arasında eskiden beri önemli bir yeri vardı. Bunlarda, manevî bir tarafın bulunduğu da halk tarafından kabul ediliyordu. Eski Türklerde, elinde kopuz denen sazı ile ozan, bahşı ve kamlar ölüm, şenlik, zafer gibi hadiseler üzerine ortaya çıkarak sazları eşliğinde çalıp söylerlerdi.
XVI. yüzyıla gelindiği zaman halk şiiri geleneği de devam ediyordu. Bu devirde halk şairleri de vardı. Bunlar ordu içinde sefere katılıyor ve şiirler söylüyorlardı. I. Selim’in iran ve Mısır seferlerine katılan Bahşı adlı şair bu yüzyılın bilinen ilk saz şairidir. Yine bu şairle aynı zamanda yaşayan ve Ozan mahlasını kullanan bir halk şairi daha görülmektedir. Bunları Kul Mehmed, Öksöz Dede, Hayalî ve Köroğlu gibi halk şairleri izledi.
Bu yüzyılda bunlara paralel olarak halk hikâyeleri teşekkül etmeye başlamıştır.
Panayırlarda, düğünlerde, kahvehanelerde vb. bazı toplantı yerlerinde sık sık âşık denen saz şairlerine rastlanıyordu. Osmanlı Devleti içinde bunlar, belirli bir sınıf olarak ortaya çıkmışlar ve halkın duygularını dile getirmişlerdir. Bunlar Osmanlı esnaf teşkilâtı içinde hususî bir sınıf olarak, kendilerine has olan edebî geleneği sakladılar ve canlı tuttular. Böylece âşıklar zümresinin ortaya çıkmasını sağladılar.
Âşık denen saz şairlerinin bazı özellikleri vardır. Bunlar belirli bir topluluğun önünde dillerine geldiği şekilde, çalıp söylerlerdi. Bu şairler genellikle gezgindiler. Bir yetişme tarzları vardı. Saz şairliğine meraklı, istidatlı gençlerin bir edebî ve meslekî terbiye alması gerekirdi. Bunlar şöhret sahibi âşıkların etrafında toplanırlardı. Belirli bir öğrenim görmemekle beraber şehir hayatının kültür havasından ayrılmazlardı. islâm tarihine, evliya menkıbelerine, şiire, musikiye ait bilgiler edinirlerdi. Uzun seyahatler yaparlar, fasıllara girerler, sonra üstaddan mahlas alıp âşık olurlardı.
Halk şairlerinin şiirlerine yer veren cönkler de bu yüzyılda ortaya çıkmıştır.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (6)

XVII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, hâlâ geniş ve güçlü bir devlet görünümünde olmasına rağmen gerileyiş, hatta çöküş de başlamıştır. Köprülüler’in başarıları, Kara Mustafa Paşa’nın II. Viyana seferinde bozguna uğramasıyla sonuçsuz kalır. Aslında devlet, doğuda ve batıda varabileceği sınırlara ulaşmıştır. iç yapıdaki bozulmalar, Celâlî isyanları, ülkeyi huzursuzluğa sevk etmekte ve iç düzeni, dengeyi bozmaktadır. Fakat idarî ve siyasî hayattaki bu durum, kültür ve edebiyatta hiç görülmez. XVI. yüzyıldaki tabiî gelişme devam eder. Kırım’dan Kahire’ye, Bağdat’tan Balkanlar’a kadar çeşitli ilim ve kültür merkezlerinde Türkçe yazan büyük şairler yetişir. Bu dönemde, Türkçe ve Türk edebiyatı büyük bir yaygınlık ve gelişmişlik gösterir. Bu yüzyılda, kültür ve ilim hayatı da aynı gelişme içerisindedir. Nitekim Kâtip Çelebi gibi büyük bir bilgin bu yüzyılda yaşamıştır.
Bu asırdaki padişahlar, geçen yüzyılda olduğu gibi şairdirler, şairleri korumuşlardır. XVI. yüzyılın iki zirve ismi Fuzûlî ve Bâkî’den sonra bu yüzyılda da büyük ustalar yetişmiştir. Klâsik Türk şiiri, örnek alınan Fars şiirinden asla geride kabul edilemeyecek olgunluğa erişmiştir. Şairlerimiz, iran şairlerinden üstün olduklarını iddia etmişlerdir. Mesnevî konuları yerli hayattan alınır olmuştur. Nev’izâde Atayî mesnevî nevinin bu yüzyıldaki en önemli şahsiyetidir. Kasidede Nef’î, yalnız bu asrın değil, bütün klâsik Türk edebiyatının en büyük şairi kabul edilir.Ayrıca bu alanda Ganizâde Nâdirî, Riyazî, Sabrî, Kafzâde Faizî gibi isimler yetişmiştir. Gazelde Şeyhülislâm Yahya gibi büyük bir üstat vardır. Şeyhülislâm Bahaî, Fehîm, Vecdî ile Nâilî-i Kadîm ve Neşâtî bu yoldaki diğer ustalardır. Yüzyılın ikinci yarısının en büyük şairi Nâbî’dir. Nesir, gazel, kaside ve mesnevîleri ile daha devrinde çok büyük bir şöhrete ulaşmıştır. Rubaî’de Azmizâde Hâletî, Türk edebiyatının en önde gelen isimlerindendir.
Bu yüzyıl Türk şiirinin üslûbu, genel çizgileriyle ince, nâziktir. Şairler, ses ve anlam uygunluğu gözetirler, anlama bir derinlik, hayale bir genişlik katarlar. Söylenmek isteneni, mana yüklü kelimelerle verirler. bu biraz da Sebk-i Hindî’nin özelliğidir. Sebk-i Hindî, iran’da doğmuş, Hindistan’da Türk imparatorluğu sarayında gelişmiş bir akımdır. Bu üslûbu iran’da kullanıp geliştiren şairler genellikle Türk asıllıdır.
Sebk-i Hindî’de anlam derin, geniş ve iç içedir. Bu derinlik, genişlik ve iç içeliği anlatmak için hayal unsurlarına başvurulur. Bunun için de fazla mübalâğa yapılmıştır. Bu yeni anlayış ve yaklaşım, şiire yeni mazmunlar kazandırmıştır. Tasavvuf, bu tarz şiirin en öneli konusu hâline gelmiştir.
Sebk-i Hindî’de, anlama bağlı olarak dil incelmiş; en ince ve derin duyguları anlatacak söyleyiş şekilleri bulunmuştur. Bu noktada şiirde kullanılan kelime kadrosunda bir zenginleşme olmuştur. Az sözle çok ve derin anlam ifade edilmiştir. Bu yolda özellikle Nâilî, Neşâtî ve Fehim gibi şairler eserler vermişlerdir.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK EDEBİYATINA GENEL BAKIŞ (7)

XVII. yüzyılda nesirde de büyük üstatlar yetişmiştir. Nergisî sadece şiirle değil nesirle de hamse yazılabileceğini göstermiştir. Fakat Nergisî ve Veysî’nin nesri bir sanat gösterisi niteliğine bürününce, Türkçenin yapısı bundan büyük zarar görmüştür. Bununla beraber Türk nesri bu asırda gelişme imkânını asıl Kâtip Çelebi ile Evliya Çelebi’de bulmuştur. Kâtip Çelebi’de bilim dili olmuştur. Evliya Çelebi’de samimiyet ve görülenlerin yazıya geçirilmesi endişesi vardır. Bu yüzyılda nesir dili genellikle şiir diline göre ağırdır.
Halk ve saz şiiri de gelişmesini ve altın çağını bu yüzyılda yaşadı. Bu edebiyatın en büyük temsilcileri XVII. yüzyılda görüldü. Kuloğlu, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa, Gedayî, Gevherî, Karacaoğlan, Âşık Ömer bunların belli başlılarıdır.
Bu şairler ve diğerleri, klâsik Türk şiirinden konu, tema, kelime yönünden faydalandıkları gibi, tasavvufî şiirin de etkisinde kalmışlardır. Bununla beraber halk zevkinin inceliklerinin ve güzelliklerinin halk şairleri tarafından büyük bir başarı ile kullanıldığını görüyoruz.
Sarayın özellikle hanım sultanların himayesini gören saz şairlerinin toplandığı kahveler vardır.Bunlar, orada usta çırak usulüyle yetişirlerdi. Öte yandan askerler arasındaki saz şairleri, Osmanlı Devleti’nin çeşitli kara ve deniz savaşlarına katılmışlar ve gösterilen kahramanlıkları şiirleri ile anlatmışlardır. Bu şairlerin eserlerinde, kahramanlık hissi ve kahramanlık ahlâkı, önemli yer tutar.
Bu yüzyılda halk şairlerimizle klâsik şairlerimiz arasında bir yakışlaşma görülür. Halk şairlerinden bazıları klâsik şairler gibi divan tertip ederler, klâsik şiirin kelime ve terkiplerini benimserler. Aruz veznini kullanma yaygınlaşır. Öte yandan klâsik şairlerimizden bazıları da hece veznine ve halk söyleyişine yönelirler.

XVIII. yüzyılın başlarında edebî durum büyük ölçüde bir önceki asrın özelliklerini taşır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yetişen Nâbî ile Sâbit, XVIII. yüzyılın ilk senelerinde de eser vermeye devam ederler.
XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde Lâle Devri yaşanır. III. Ahmed’in, Damat Nevşehirli ibrahim Paşa’yı sadrazam yapması ile başlayan ve Patrona Halil isyanı ile sona eren bu devrede (1718-1730) birçok sosyal ve fikrî değişmeler oldu. istanbul’da imar hareketine girişildi, Arapça ve Farsçadan çeşitli sahalarda eserler tercüme edildi, sanat ve ilim adamları korundu ve çalışmalarına zemin hazırlandı. ilim ve fikir hayatına bir canlılık geldi. Ayrıca, 1727’de ibrahim Müteferrika tarafından kurulan matbaada, Türkçe eserler basılmaya başlandı. Bu matbaada ilk olarak Vankulu Lügatı basıldı.
Lâle Devri, fikir ve kültür hayatımızda önemli bir merhaledir. Bu zamanda edebiyat hayatında da yeni bir vadi açıldı. Lâle Devri’nin en önemli şairi Nedîm’dir. Nedîm, şiirlerinde çoşkun ruhunu, heyecan dolu duygularını, istanbul hayatını dile getirdi. O, ilhamını günlük hayattan aldı.

XVII. yüzyılda başlayan mahallîlik cerayanını Nedîm devam ettirdi ve geliştirdi. Nedîm’den başka Osmanzâde Tâib, Seyyid Vehbî, Râşid gibi sanatkârlar da zamanın önemli şairleridir. Osmanzâde Tâib’e padişahın isteği ile şairler reisi “Reis-i Şuara” unvanı verildi. Nâbî’nin açtığı açtığı çığır, Koca Ragıb Paşa’nın hikmet söyleme tarzındaki gazellerinde devam etti.

XVIII. yüzyılın sonunda görülen Şeyh Gâlib, klâsik şiirin son büyük şairi olarak kabul edilir. Haşmet, Fıtnat Hanım, Tokatlı Kâni gibi şahsiyetler bu asrın diğer şairleridir.
Nesir sahasında Yirmisekiz Çelebi Mehmed’in, Ahmed Resmî Efendi’nin Sefaretname’leri, Safaî ve Râmiz’in tezkire türündeki eserleri ile Râşid’in tarih türündeki eseri önemlidir.
XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti için büyük zorlukların yaşandığı, iç ve dış sıkıntıların arttığı, yıkılma sürecine girildiği ve yüzyılın özellikle son çeyreğinde, bütün önlemlere rağmen bu sürecin hızlandığı bir talihsiz zaman dilimi oldu.
Bu ortamda da edebiyat varlığını sürdürdü. Ancak XVIII. Yüzyılda en olgun örneklerini veren klâsik edebiyat bu dönemde, mahallîleşme akımı içinde varlığını sürdürdü. Enderunlu Vasıf, Enderunlu Fazıl, Keçecizâde izzet Molla, Âkif Paşa, Şeyhülislam Ârif Hikmet, Leylâ Hanım, nesirde Esat Efendi eser verdiler. Saz şiiri alanında Bayburtlu Zihni, Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli, Dadaloğlu önde gelen isimler olarak görüldü.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TURK 111 Osmanlıca I
Arap alfabesinin tanıtılması; sözcük düzeyinde okuma ve yazma alıştırmalarının yapılması; Türkçe, Arapça ve Farsça sözcüklere ilişkin yazım kuralları hakkında bilgi verildikten sonra yazı türleri ve el yazısı örnekleri hakkında bilgi verilmesi; Türkçe'yi Arap alfabesiyle yazma kuralları üzerinde yoğunlaşılması ve basit metinlerden zor metinlere giden bir yol izlenerek metin okuma alıştırmalarının yapılması.

TURK 112 Osmanlıca II
'Osmanlıca I' dersinde kazanılan okuma yeteneğinin geliştirilmesi için alıştırmalar yapılması; Osmanlıca'ya girmiş olan Arapça ve Farsça sözcük ve kuralların tanıtılmaya başlanması ve bu ögelerin tümce içinde kullanılışları üzerinde durulması; Arapça ve Farsça sözcükler ve dilbilgisi özellikleriyle ilgili okuma ve anlama uygulamalar yapılması.

TURK 113 Türk Dillerine Giriş
Türkçe'nin içinde bulunduğu dil ailesinin tanıtılması; Türkçe'nin yapısı hakkında kısa açıklamalar yapıldıktan sonra Türk dili ailesinde yer alan diller ve lehçeler, bu dillerin ve lehçelerin konuşuldukları bölgeler ve konuşanları hakkında bilgi verilmesi, bu konuşma biçimlerinin tipik özelliklerinin açıklanması; Türk dilleri ve lehçelerini sınıflandırma denemelerinin gösterilmesi; Türk topluluklarının tarih boyunca kurmuş oldukları devletler ve yaşadıkları bölgeler hakkında kısa bilgi verilmesi; bu toplulukların bırakmış oldukları önemli dil ürünlerinin tanıtılması.

TURK 114 Türkçe'nin Sesbilgisi
Sesbilgisi (fonetik) ile ilgili alanlarının tanıtılması ve bu alanlar açısından Türkçe'nin ele alınması; bu bağlamda seslerin oluşumu ve çıkarılması bakımından Türkçe'deki seslerin özellikleri üzerinde durulması, bu seslerin sınıflandırılması ve kullanım içindeki görünümlerinin irdelenmesi; Türkçe'nin hece yapısının üzerinde durulması; sesbilgisel abecenin (fonetik alfabenin) verilmesi; sesbilgisel çözümlemeler ve uygulamalar yapılması.

TURK 115 Yazılı ve Sözlü Anlatım
Duygu ve düşünceleri açık, anlaşılır ve etkili bir biçimde, sözlü ve yazılı olarak anlatma alışkanlığının kazandırılması; 'dil-iletişim[/swf2][swf3]konuşma dili-yazı dili[/swf2][swf3]ölçünlü dil-ağız' ayrımının verilmesi; yazım (imla) kuralları ve söyleyişle ilgili sık yapılan yanlışlara dikkat çekilmesi; 'sözcük seçimi[/swf2][swf3]gönderimlerde açıklık[/swf2][swf3]bağlayıcıların seçimi ve önemi' üzerinde durulması; anlatımla ilgili olarak 'konu seçimi/sınırlandırma[/swf2][swf3]amaç[/swf2][swf3]içerik' ve 'metin kurgusu' ile ilgili uygulamalar yapılması.

TURK 116 Metin Türleri
Anlatım biçimleri açıklandıktan sonra çeşitli metin türlerinin tanıtılması, bu türleri birbirinden ayıran özelliklerin belirginleştirilmesi; şiir, öykü, deneme, tiyatro, anı, mektup, günlük, dilekçe, röportaj, eleştiri, makale, köşeyazısı vb. türler üzerinde örnek metinlerden yararlanılarak durulması; farklı metin türlerinin tanınmasına ve yer yer üretilmesine yönelik uygulamalar yapılması.

TURK 117 Günümüzdeki Türk Edebiyatı
Günümüzdeki Türk edebiyatının önde gelen yazar ve şairlerinin eserleriyle birlikte tanıtılması, son 20 yılda yazılan şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro ve eleştiri türleri üzerinde durulması; edebiyat metinlerinin eleştirel bir yönden değerlendirilmesi; günümüz Türk edebiyatı ürünlerine yer veren süreli yayınların tanıtılması.

TURK 118 Dünya Edebiyatı
Dünya edebiyatına damgasını vurmuş akım ve okullar ile dünya edebiyatının önde gelen şair ve yazarlarının ele alınması; bu bağlamda Balzac, Hugo, Flaubert ve Dostoyevski gibi romancıların; Shakespeare, Mallermé, Baudlaire ve Valéry gibi şairlerin; Eco, Kafka, Sartre, Camus gibi eserleri ve düşünceleriyle dünya edebiyatını etkilemiş sanatçı ve düşünürlerin tanıtılması.

TURK 120 Eski Türk Edebiyatına Giriş
Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinin ve türlerinin açıklanması; beyitlerden ve bendlerden oluşan nazım şekilleri hakkında bilgi verilmesi; Eski Türk Edebiyatında kullanılmış olan aruz kalıplarının açıklanması ve aruz vezni uygulamalarının yapılması; çeşitli söz sanatlarının ve özelliklerinin açıklanması ve bu sanatların tanınmasına yönelik uygulamalar yapılması.

TURK 211 Osmanlıca III

'Osmanlıca II' dersinde verilmiş olan Arapça ve Farsça kuralları pekiştirecek çalışmalar yapılması; bu amaçla Osmanlıca'nın değişik dönemlerinde yazılmış metinlerin okunup incelenmesi; farklı metinlerin sözlük yardımıyla okunabilmesi için gerekli olan alt yapının kazanılmasına yönelik alıştırmalar yapılması, eski metinlerin günümüz Türkçesine aktarılması.

TURK 212 Eski Anadolu Türkçesi
13-15. yüzyıllar arasında ürünler vermiş olan Yunus Emre, Şeyyad Hamza, Aşık Paşa, Hoca Mes'ud, Ahmedi gibi ediplerin eserlerinden alınmış metinler aracılığıyla Anadolu'da Türkçe'nin yazı dili olarak geliştiği ve Eski Anadolu Türkçesi olarak adlandırıldığı bu evrenin dil özelliklerinin incelenmesi; gerektikçe bu evre ile Türkiye Türkçesi arasında dil özellikleri bakımından karşılaştırmalar yapılması.

TURK 213 Türkçe'nin Biçimbilimi
Bağlantılı bir dil olarak Türkçe'nin biçimbilim (morfoloji) açısından özelliklerinin ele alınması; köklerle, eklerle, gövdelerle ilgili özelliklerin, Türkçe'deki kök-ek birleşmelerinin ve sözcük üretme yollarının açıklanması; sözcük türlerinin tanıtılması ve biçimbilimsel çözümlemeler yapılması.

TURK 214 Türkçe'nin Sözdizimi
Geleneksel dilbilgisi ve üretici-dönüşümsel dilbilgisi açısından Türkçe'deki sözcük dizilişinin ele alınması; söz öbeklerinin, kelime gruplarının, tümce ögelerinin tanıtılması; yapısına, yüklemin türüne/yerine, anlamına göre tümce çeşitleri üzerinde durulması ve sözdizimsel çözümlemelerin yapılması.

TURK 215 Eski Türk Edebiyatı Tarihi I

İslamlık öncesi Türk edebiyatına ve İslamlığın kabul edilmesinden sonra Orta Asya'da gelişen Türk edebiyatına kısaca değinildikten sonra 13.-15. yüzyıllar arasında Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının her yönüyle ele alınması; aynı yüzyıllar arasında Azeri ve Çağatay sahasında gelişen Türk edebiyat tarihinin de gözden geçirilmesi.

TURK 216 Eski Türk Edebiyatı Metin İncelemeleri I
13-15. yüzyıl Eski Türk Edebiyatı metinlerinin incelenmesi; Şeyhi, Ahmed Paşa, Necati, Avni, Mesihi, vb. den seçilen kaside, gazel ve beyitlerin çevriyazı (transkripsiyon) ile gösterilmesi; Türkçe'ye çevrilmesi; vezinlerinin bulunması, söz sanatlarıyla birlikte açıklanması ve yorumlanması.

TURK 219 Araştırma Yöntemleri
Sosyal bilimlerde kullanılan araştırma yöntemlerinin ve tekniklerinin ele alınması; rapor hazırlama, araştırma yapma konusunda anahtar bilgilerin aktarılması ve bu bilgileri kullanma davranışının kazandırılması; ana metnin ve yardımcı metnin düzenlenmesiyle ilgili teknik bilgilerin sunulması; dipnotlar/notlar, alıntılar, göndermeler, kaynakça vb. ile ilgili farklı sistemler konusunda bilgi verilmesi.

TURK 220 Halkbilim

Halkbilimin kapsamının açıklanması; temel araştırma alanları hakkında bilgi verilmesi; halkbilim kuramları, kültürlerarası araştırmalardaki yaklaşımlar ve dünyadaki halkbilim çalışmaları hakkında açıklamalar yapılması; alan çalışmalarındaki derleme yöntemlerinin tanıtılması ve uygulamalar yapılması.

TURK 227 1950 Sonrası Türk Edebiyatı I-Şiir
1950-1980 yılları arasındaki Türk şiirinin incelenmesi, bu dönem şairlerinin Türk edebiyatı içindeki yerlerinin kendi şiirlerinden yola çıkarak belirlenmesi; döneme ait şiirler üzerinde metin çözümlemesi yapılması; İkinci Yeni hareketinin Türk şiir geleneği içindeki yerinin belirlenmesi ve Türk şiirine ne tür etkileri olduğunun ortaya konması.

TURK 228 1950 Sonrası Türk Edebiyatı II-Düzyazı

Günümüz edebiyatının düzyazı alanında biçimlenmesini sağlayan 1950-1980 dönemi eserlerinin biçim ve içerik yönünden değerlendirilmesi; köy romanlarının ve eleştirel gerçekçi anlatımın temsilcilerinin ele alınması; bu dönemde düzyazı alanında ürün vermiş çeşitli yazarların sanat anlayışlarının ve yapıtlarının tartışılması.

TURK 311 Türk Dilleri ve Lehçeleri I
Türkiye Türkçesi'nin de içinde bulunduğu Oğuz grubu dillerinden olan Azerbaycan Türkçesi, Türkmence ya da Gagauzca'dan birinin ele alınması, yapısının açıklanması ve öğretilmesi; metinler aracılığıyla ele alınan Türk dili ile Türkiye Türkçesinin karşılaştırılması.

TURK 312 Türk Dilleri ve Lehçeleri II
Oğuz grubu dışında kalan Özbekçe, Uygurca, Tatarca, Kazakça ya da Kırgızca'dan birinin ele alınması, yapısının açıklanması ve öğretilmesi; metinler aracılığıyla ele alınan Türk dili ile Türkiye Türkçesinin karşılaştırılması.

TURK 313 Eski Türkçe

Türkçe'nin ilk yazılı ürünlerinin verildiği Köktürkçe ile onu izleyen Uygurca üzerinde durulması; Köktürk ve Uygur alfabeleri hakkında kısa bilgi verildikten sonra çevriyazılı (transkripsiyonlu) metinler temel alınarak o dönem dilinin sesbilgisi, biçimbilim ve sözdizim açısından incelenmesi; gerektikçe o döneme ait dil özelliklerinin Türkiye Türkçesi ile karşılaştırılması.

TURK 314 Orta Türkçe

Karahanlı, Harezm-Kıpçak döneminde verilmiş ürünler tanıtıldıktan sonra bu döneme ait Kutadgu Bilig, Atabetü'l-Hakayık, Nehcü'l-Feradis gibi eserler yardımıyla dönemin dil özelliklerinin ele alınması ve incelenmesi; gerektikçe dönemin dil özellikleriyle Türkiye Türkçesi'nin karşılaştırılması.

TURK 315 Eski Türk Edebiyatı Tarihi II

16.-19. yüzyıllar arasında Osmanlı sahasında ilk dönemden çok farklı özelliklerle gelişen Eski Türk Edebiyatı tarihinin ve edebiyat etkinliklerinin tüm yönleriyle ele alınması; aynı yüzyıllar arasında Azeri ve Çağatay sahasında gelişen Türk Edebiyatı tarihinin de kısaca gözden geçirilmesi.

TURK 316 Eski Türk Edebiyatı Metin İncelemeleri II
16-19. yüzyıl şairlerinden Fuzuli, Baki, Nefi, Nabi, Nedim, Şeyh Galip, vb. şairlerden seçilen kaside, gazel ve beyitlerin çevriyazı (transkripsiyon) ile gösterilmesi, Türkçe'ye çevrilmesi, vezinlerinin bulunması, söz sanatlarıyla birlikte açıklanması, anlamlandırılması ve yorumlanması.

TURK 317 Cumhuriyet Dönemi (1923-1950) Edebiyatı I-Şiir
Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda oluşmuş ve gelişmiş olan edebiyatın şiir alanındaki özelliklerinin ele alınması; Cumhuriyet dönemindeki yeniden doğuşun şiirdeki yansımaları ve bu dönem şiirinin arka planının incelenmesi; bu incelemenin Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Seyfi Orhon, Ziya Osman Saba, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cevdet Kudret, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi dönemin önemli şairlerinin şiirlerine dayandırılması.

TURK 318 Cumhuriyet Dönemi (1923-1950) Edebiyatı II-Düzyazı

Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllarda oluşmuş ve gelişmiş olan edebiyatın düzyazı alanındaki özelliklerinin ele alınması; Cumhuriyet dönemindeki yeniden doğuşun düzyazıdaki yansımaları ve bu dönemdeki düzyazının arka planının incelenmesi; bu incelemenin Türk edebiyatının klasikleri olarak değerlendirilebilecek yapıtları veren Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik gibi önemli yazarların ürünlerine dayandırılması.

TURK 319 Türk Halk Edebiyatı I

Türk halk edebiyatının anonim nitelikteki manzum ürünleri (destan, türkü, koşma, mani, ağıt, ninni) tanıtıldıktan sonra tekke şiiri hakkında kısa bilgi verilmesi; 15-20. yüzyıllar Türk saz şiiri (Köroğlu, Karacaoğlan, Ercişli Emrah, Gevheri, Kayıkçı Kul Mustafa, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Sümmani, Hüzni, Seyrani, Aşık Veysel, Şeref Taşlıova vb.) üzerinde ayrıntılarıyla durulması ve halk edebiyatından seçilen ürünlerin içerik, dil ve biçim özellikleri açısından incelenmesi; Türk topluluklarının halk edebiyatındaki manzum ürünlerin en önemlilerine kısaca değinilmesi.

TURK 320 Türk Halk Edebiyatı II
Mit, efsane, masal, öykü, fıkra, tekerleme, bilmece, atasözleri, dua, beddua vb. gibi halk edebiyatı ürünlerinin içerik, dil ve biçim özelliklerinin incelenmesi; Karagöz, meddah, ortaoyunu, seyirlik köy oyunları gibi halk tiyatrosu ürünlerin halk edebiyatı açısından özelliklerinin ele alınması; Türk topluluklarının halk edebiyatındaki düzyazı ürünlerinin en önemlilerine kısaca değinilmesi.
.
TURK 411 Türkçe'nin Ağızları

Ölçünlü (standart) dil ile dilin diğer türleri arasındaki ayrımın ele alınıp ağız teriminin sınırlarının belirginleştirilmesi; kaynak kişi ile ilgili sorunlar üzerinde durulması; derleme tekniklerinin açıklanması; kaydedilmiş verinin yazıya geçirilmesi ile ilgili bilgi verilmesi; Türkçe'nin ağızlarını sınıflandıma denemeleri üzerinde durulduktan sonra Kıbrıs ağzı başta olmak üzere çeşitli bölgelerin ağızları üzerinde sesbilgisel, biçimbilimsel ve sözdizimsel çalışmaların yapılması.

TURK 412 Türkçe'nin Anlambilimi
Anlambilim (semantik) alanının tanıtılması; durgun ve gelişmeli anlambilim açısından Türkçe'deki anlam olgularının ele alınması ve bu açılardan Türkçe'nin özellikleri üzerinde durulması; eşzamanlı ve artzamanlı bakış açısı gerektiren anlam olaylarının açıklanması ve anlam çözümlemeleri yapılması.

TURK 413 Edebiyat Eleştirisi
Eleştiri geleneğinin doğuşu ve gelişmesi üzerinde durulduktan sonra Türk edebiyatında eleştirinin rolünün tartışılması; örnek eleştiri metinlerinin okunup değerlendirilmesi; ayrıca çağdaş eleştiri yöntemlerine yer verilmesi ve bu bağlamda genel yansıtma kuramları üzerinde durulup dış dünyaya, sanatçıya, okura ve esere dönük eleştiri yöntemlerinin ele alınması ve örnek eleştiri uygulamalarının yapılması.

TURK 414 Çağdaş Türk Toplulukları Edebiyatı

Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi Asya Türk Cumhuriyetleri ile Kırım, Batı Trakya, Bulgaristan, eski Yugoslavya, İran, Irak, Gagauz Yeri, Romanya gibi bölgelerde yaşayan Türk topluluklarının çağdaş edebiyatları içinde yer alan önemli şair ve yazarlara (örneğin Cengiz Aytmatov, Cengiz Dağcı, Şehriyar, Bahtğyar Vahabzade, Ayas İshaki, Mehmet Hilmi, Recep Küpçü, Çolpan, Aybek, Ata Atacanov, D. Kara-Çoban vb.), edebiyat etkinliklerine yer verilmesi.

TURK 415 Eski Türk Edebiyatında Düzyazı Türleri
Eski Türk Edebiyatında düzyazının (nesirin) gelişmesinin açıklanması; Eski Türk Edebiyatında düzyazı türleri (sade nesir, orta nesir, süslü nesir) üzerinde durulması; çeşitli dönemlerde düzyazı ile yazılmış eserlerden seçilmiş metinlerin çevriyazı (transkripsiyon) ile gösterilmesi; "şuara tezkire"lerinin Eski Türk Edebiyatındaki yerinin ve öneminin açıklanması.

TURK 416 Kıbrıs Türk Edebiyatı
Ana çizgileriyle Kıbrıs Türk tarihi hakkında bilgi verildikten sonra Kıbrıs Türklerinin sözlü ve yazılı edebiyatlarının ele alınması; sözlü edebiyat konusunda masal, efsane, halk hikayeciliği, atasözleri, deyimler ve türküler üzerinde durulması; yazılı edebiyat ürünlerinin Osmanlı Dönemi, Geçici Dönem, Hareketlenme Dönemi, Ulusal Direniş Dönemi ve Yeni Arayışlar Dönemi olmak üzere çeşitli dönemlere ayrılarak incelenmesi.

TURK 417 Servet-i Fünun-Meşrutiyet Dönemi Edebiyatı
Servet-i Fünun ve Meşrutiyet dönemlerinde ortaya çıkan edebiyat etkinlikleri üzerinde durulması, şiir ve roman türlerindeki ürünlerin incelenmesi; Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Hüseyin Cahit Yalçın, M. Emin Yurdakul, Riza Tevfik Bölükbaşı, Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy, Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay gibi şair ve yazarların ürünleri üzerinde metin çözümlemelerinin yapılması.

TURK 418 Tanzimat Edebiyatı
Tanzimat fermanının ilanıyla (1839) gelişmeye başlayan Batı etkisindeki Türk edebiyatının Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem, Sami Paşazade Sezai, Ahmet Mithat, Muallim Naci gibi önde gelen yazarları ve şairleri üzerinde durulması; bu yazar ve şairlerin eserlerinden örnekler okunup çözümlenmesi.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Büyük Selçuklu imparatorluğu

Büyük Selçuklu imparatorluğu ve Anadolu Selçuklularında resmi dil her ne kadar Farçça idiyse de Türk halkı günlük yaşamında yine kendi dilini konuşuyor ve sayıları az da olsa Türkçe eserler kaleme alıyordu. Türkçe Büyük Selçuklu İmparatorluğundan çok daha önce gelişmiş bir edebiyat dili olarak yerini almıştı. Fakat köklü bir geçmişe sahip Arapça ve Farsça ile boy ölçüşmek kolay değildi. Ayrıca bu devletlerin kurulduğu bölgelerde hatırı sayılır derecede Arap ve Fars nüfusu vardı. Bu durumda Türkçenin Verdiği mücadele de olumsuz bir etken oluyordu. Buna rağmen Türk halkı kendi dilini konuşmaya ve halk edebiyatı dalında seçkin örnekler vermeye devam etti. Türk aydınları ise zaman zaman yankıları günümüze kadar yansıyan tepkiler gösterdiler.
Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lügatti’t-Türk adlı eseri bu anlayış içinde kaleme alınmıştır. Karaman oğlu Mehmet Bey’in, herkesin her yerde Türkçe konuşmasını emreden fermanı ise başka tipik bir örnektir.
Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Türkçe daha büyük bir önem kazandı. Daha başka bir deyimle Farsça bazı edebi ve bilimsel eserlerin dışında kullanılmaz oldu ama ne Arapça ne de Farsça etkisini hiçbir zaman kaybetmedi. Anadolu Beyliklerinden biri olan Osmanlı devletinde de halkın dili ve resmi dil olarak başından itibaren Türkçe kullanıldı. Esasen çok büyük bir kısmı Türk olan Osmanlı vatandaşlarının Türkçe konuşması kadar doğal bir şey olamazdı.
Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde resmi yazışmalarda, bilimsel eserlerde, edebi eserlerde ve diğer konularda çok açık, sade ve temiz bir Türkçe kullanılmıştır. Ancak Arapça ve Farsça’nın etkisi hala devam ettiğinden saray ve çevresinde, medreselrde, aydınlar arasında, bazı bilimsel eserlerde ve divan edebiyatında yükselme devrinden itibaren Osmanlı Türkçesi kullanılmaya başlandı. (yanlış olarak “Osmanlıca”)
Adeta saray ve aydınlar dili denilebilecek bu Türkçeye sadece Arapça ve Farsça kelimeler değil bol miktarda bu dillerin dilbilgisi kuralları da alındığından halk tarafından anlaşılmaz hale geldi.

Divan Edebiyatı Arap ve Fars edebiyatından geniş ölçüde kaynaklanmakla birlikte XVI.YY dan sonra kendine özgü bir ekol yarattı.Fuzuli, Baki ve Nedim gibi erişilmez üstadlar yetiştirdi.
Divan edebiyatının yanında halk arı ve duru dilini kullanmaya devam ettiğinden halk edebiyatı da gelişmesini sürdürdü.
Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu ve daha bir çok şairler yine erişilmez üstadlar olarak Osmanlı kültür tarihi içinde yerlerini aldı. Şiirde olduğu gibi nesirde de her iki dalda güzel örnekler verildi.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Türkçe, Ural-Altay dil gurubunun Altay koluna dahil bir dildir. Türk'lerin tarihine paralel olarak Türkçe'nin yayıldığı coğrafi alan çok geniştir. Bugünkü Moğolistan'da Karadeniz'in kuzeyinde, Balkanlarda, Doğu Avrupa'da, güneyde Anadolu ve Irak'da, Kuzey Afrika'nın bir bölümünü içine alan geniş bölgede, Türkçe konuşan Türk halkları yaşamaktadır. Bu kadar büyük bir alan içinde konuşulan Türkçe, pek çok lehçe, şive ve ağız farklılıkları göstermektedir. Tarihi gelişimi içinde Türkçe, VIII-XIII. Asırlar arasında Eski Türkçe, XIII-XX. Asırlar arasında Orta Türkçe, XX asırda yeni Türk Yazı Dilleri ana başlıkları altında üç gurupta incelenmektedir. Türkiye Türkçesi, Orta Türkçenin, Batı Türkçesi kolunun günümüzde kullanılan bölümüdür. Batı Türkçesinin ikinci devri olan Osmanlıca (Osmanlı Yazı Dili) İstanbul'un fethinden Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadar XV-XX. asırlar arasında devam eden yazı dilidir. Bu dönemde, Arapça ve Farsça unsurlar Türkçeyi büyük ölçüde istila etmiş, Osmanlı yazı dili. Üç dilden oluşan yapma bir dil haline gelmiştir. Beş asır süren Osmanlıca döneminde Türkçe kendi tabii gelişmesini sürdürememiştir. 1908 Meşrutiyetinden sonra Türkiye Türkçesine geçiş hareketinin hazırlıkları 1911'de Selanik'de başlayan "Yeni Lisan" hareketi ile şekillenmişti. Cumhuriyetten sonra 1928'de yapılan Harf İnkılabı ile Arap harfleri terk edilip Latin harflerinin kabulü Türkçenin yabancı unsurlardan kurtarılmasını hızlandırdı. Türk dilini araştırmak ve tabii mecrasında gelişmesine katkıda bulunmak üzere 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruldu. Bu çalışmalarla, bugün Türkiye Türkçesi, yabancı unsurlardan arınmış, tabii mecrasında gelişmeye devam eden edebiyat ve kültür dili olarak yaşamaktadır. Türk Edebiyatı, Türklerin dahil oldukları üç medeniyet ve kültür dairesine paralel olarak üç safhada incelenmektedir. İslamiyetten önceki Türk Edebiyatı, İslamiyetten sonraki Türk Edebiyatı ve Batı tesirindeki Türk Edebiyatı. İslamiyetten önceki Türk Edebiyatı, Türklerin Orta Asyada yaşadıkları devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü ile sözlü olan edebiyattır. Türk dilinin tespit edilebilen en eski yazılı metinleri VII. Asrın sonlarına ve VIII. Asrın ilk yarısına ait olan dikili taşlardır. Bunlar arasında yer alan 732'de Kültigin, 735'de Bilge Kağan, 720'de Tonyukuk adına dikilen Orhun Anıtları gerek muhtevaları, gerekse mükemmel dil ve üsluplarıyla Türk dili ve edebiyatının ve tarihinin şahaserleri arasında yer almaktadır. Bu dönemden günümüze ulaşan Türk destanları arasında Yaratılış, Saka, Oğuz Kağan, Göktürk, Uygur, Manas destanları sayılabilir. XIV. asırda yazıya geçirilen "Dede Korkut Kitabı" destan döneminin hatıralarını saklayan, gerek muhteva gerekse dil ve üslup mükemmeliyeti bakımından Türkçenin şaheserleri arasında yerini daima muhafaza eden çok değerli bir eserdir.

1071 Malazgirt zaferi ile birlikte yaşayan Türklerin Anadoluya göçleri sonucunda kurulan Anadolu beylikleri, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğu dönemlerinde Türk Edebiyatı iki kolda gelişme göstermiştir. Klasik Türk Edebiyatı veya Divan Edebiyatı adıyla anılan arap-fars geleneğine dayalı Türk Edebiyatı ve Orta Asya geleneğine dayalı Türk Halk Edebiyatı. Divan şiirinin kökleri islam öncesi Arap şiirine dayanır. Bu şiir tarzı islamiyetten sonra, bu dine giren çeşitli milletlerin katkısı ile önce Arapçada, daha sonra Farsçla ile Doğu ve Batı Türkçelerinde, en sonra da Hint müslümanlarının yazı dili olan Urduca'da gelişmiştir. İslami edebiyatların şiir tipi ortak teknik malzeme (şekiller, temalar, motifler) ile ortak bir dünya görüşünü ve estetik kavramını benimsemiştir. Ayrıca İslam dininin sınırlı oranda da bu dinin yayıldığı çevrelerdeki eski kültürlerin etkilerinin ürünleridir. İslam kültürü, ortak islam edebiyatının şekil ve tekniği, zevki, hayat görüşü, temaları, motifleri, Türklerden önce müslüman olarak bir islami edebiyat geliştiren İranlıların aracılığı ile Türk Edebiyatına girmiştir. Divan şairlerinin müstakil dünya görüşleri ve felsefeleri yoktur. Hepsi aynı fikirleri değişik bir biçimde söylemişlerdir. Şairin kişiliğini ve büyüklüğünü, söyleyiş orjinalliği ve güzelliği sağlar. Divan şairi daima aşıktır. Bu aşk onulmaz dert olmakla beraber şair bu dertten memnundur, onlara göre bu derdin dermanı gene bu derdin kendisidir. En başarılı ve tanınmış divan şairleri Baki, Fuzuli, Nedim ve Nefi'dir. Türk Edebiyatı, İslamiyetin kabulünden ve tarihindeki siyasi gelişmelerden dolayı iki farklı tarzda gelişme göstermiştir. Saray, konak, medrese ve bunlara yakın çevrelerde tahsilli kişilerin yarattığı ve takip ettiği Divan Edebiyatı ile eğitimleri daha çok sözlü kültür birikimine dayanan daha çok kırsal kesime ve yeniçeri ocaklarına has olan Halk Edebiyatıdır. Divan Edebiyatı başlangıçta iki yabancı gelenek olan Arap-Fars edebiyat geleneğine kurulmuş zaman içinde taklidi aşan Osmanlı terkibi ve uslübuna ulaşarak milli edebiyat hüviyetini kazanmıştır. Bugün de bir ölçüde yaşamakta olan Türk Halk Edebiyatı geleneği, Türklerin Orta Asya Edebiyat geleneklerinin islamiyet ve yeni yaşayış şart ve şekilleri içinde tekabül etmiş milli edebiyatlarıdır. Türk Halk Edebiyatı, dış yapıda ve bir ölçüde icra töresinde müştereklik gösteren muhteva ve fonksiyonları ile farklı olan Anonim, Aşık ve Tekke Edebiyat tarzından oluşur. XIII asrın ikinci yarısıyla XIV. Asrın başlarında yaşamış olan Yunus Emre, şiirde çığır açmış büyük sofi ve şairdir. Yunus Emre, Divan, Aşık Tekke ve Tasavvuf Edebiyat tarzlarının her üçünde de etkili olmuştur. Karacaoğlan, Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Kayserili Seyrani, Aşık edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer alırlar. Çağdaş Türk Edebiyatı, 1839 Tanzimat Fermanı ile yürürlüğe giren medeniyet ve kültür değişikliği ve bu değişikliğin dayandığı Batılılaşma olgusunun belirlediği bir gelişim sürecinde değerlendirilebilir.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Karagöz-Hacivat


Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler vardır.


Kimi kaynaklara göre Orta Asya'dan, İran'dan ya da Hindistan'dan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadolu'ya gelmiştir. Bir görüşe göre Bizans, İtalya ya da Yunan kökenlidir. Türkiye'ye Portekiz ya da İspanya'dan göç eden Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar da vardır. Ancak bu görüşleri kanıtlayacak yeterli belge yoktur. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiye'ye XVI.yy.'da Mısır'dan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagözün, kesin biçimini XVII.yy.'da aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir.

KARAGÖZ

Karagöz ve Hacivat'ın gerçek kişiler olduğuna dair halk arasında yaygın bir efsane vardır. Buna göre Karagöz B.Trakya'da yaşayan bir demirci ustasıdır. Orhan Gazi Bursa'yı alınca buraya gelir, Demirtaş Köyü'ne yerleşir. Orhan Gazi'nin emriyle inşa edilmekte olan caminin bağlantı demirlerini yapmakla görevlendirilir. Caminin ustabaşısı Hacı İvaz(Hacivat) ile Karagöz arasında bir süre sonra eğlenceli söyleşmeler başlar. Öteki işçiler işi gücü bırakıp onları izlediklerinden işler yarım kalır. Durumu öğrenen Orhan Bey, Karagöz'ün başını vurdurtur; olanları görüp ürken Hacivat da hacca gitmek üzere yola çıkar, eşkıyalar tarafından öldürülür. Tüm olanlardan pişmanlık duyan Orhan Bey, Şeyh Küşteri adlı birinin Karagöz'le Hacı İvaz arasında geçen söyleşmeleri bildiğini öğrenir. Çağırtıp anlatmasını ister. Şeyh Küşteri de aydınlatılmış bir perdeye yansıttığı görüntülerle Hacı İvaz ve Karagöz arasındaki söyleşmeleri canlandırır. Orhan Bey çok beğenir ve bu oyunun sürdürülmesini ister. Böylece Karagöz oyunu ortaya çıkmış olur. Halk arasında yaygın bir efsane olmasına karşın, yapılan araştırmalar bu efsanede kimi tarih tutarsızlıklarının olduğunu ve gerçekle pek ilintisi olamayacağını ortaya koymuştur.

Karagöz oyunları dört bölümden oluşur: mukaddime (öndeyiş,giriş), muhareve (söyleşme), fasıl (oyunun kendisi) ve bitiş. Oyunun mukaddime denilen bölümünde, ilkin perdeye göstermelik yansıtılır. Göstermelik çoğu kez oyunun içeriğiyle ilintisi olmayan bir görüntüdür (bir dalyan,vakvak ağacı, gemi, denizkızı, kediler, Burak vb.).

Bu görüntü müzik eşliğinde perdeye yansıtılarak izleyicilerin ilgisi oyuna ve perdeye çekilir. Görüntü nareke adı verilen cırtlak bir düdük sesiyle kaldırılır ve tefin tartımına uygun hareketlerle perdeye Hacivat gelir, bir semai okur. Bunu kimi kez, bir ara semaisi izler. Ardından ''Of hay Hak'' diyerek perde gazeline başlar. Bu gazel, öndeyiş bölümünün en önemli öğesidir. Bunda Karagöz perdesinin bir öğrenek yeri olduğu, felsefi ve tasavvufi anlamı, kurucusunun Şeyh Küşteri olduğu belirtilir. Padişaha övgü ve yakarışın yanısıra tasavvuf konularına da değinilir. Bundan sonra Hacivat, uyaklı bir anlatımla konuşur ve bir beyit okur, kendisine kafa dengi bir arkadaş aradığını ve bu arkadaşta aradığı özellikleri ağdalı bir dille belirtir. Kimi kez yeniden bir beyit okuduktan sonra perdeye Karagöz indirilir. İkisi dövüşmeye başlar, Hacivat kaçar, Karagöz yere uzanıp ona veriştirmeye başlar. Ardından bir tekerleme söyler. Bu tekerleme genellikle aynı harfle başlayan çeşitli sözcüklerin belli bir mantık bağı olmadan art arda sıralanması biçimindedir (Esasen ''Kara kaşla kara gözlümdür sebep'' şarkısı karalığından neş'et ettiği için kasımın fırtınasına karışan kaz yavruları karmakarışık olup karabiber havanına girdikleri için kaşık altı oldular). Bundan sonra, muhavere bölümüne geçilir.

Muhavere genellikle oyunun iki baş kişisi olan Hacivat'la Karagöz arasında geçer. Bazen muhavereye başka kişilerin de katıldığı olur. Bu bölüm salt söze dayanır olay yoktur. Amacı, Karagöz'le Hacivat'ın kişiliklerini, ses, yaradılış, yetişme biçimi ve diğer özelliklerini vurgula***** yansıtmak ve kişilikleri arasındaki zıtlığı belirginleştirmektir.

Karagöz ve Hacivat

Fasıl bölümü oyunun kendisidir. Burada Hacivat ve Karagöz'ün yanısıra, oyunun öteki kişileri de bir olaylar dizisi içinde yer alır. XVI.yy.'da belirli bir konudan çok hayvanlarla, gemilerle daha çok kopuk sahneler gösterilirken, XVII.yy.'dan başlı***** fasıl konuları belli bir olaylar dizisine uymaya başlamıştır. Fasıllar çok çeşitlidir. En eski olan ve her Karagöz oynatanın dağarcığında bulunması gerekenlere karı kadim, Meşrutiyet döneminden sonra ortaya çıkanlara nev icat denir.

Bitiş bölümü genellikle çok kısadır. Karagöz oyunun bittiğini belirtir, kusurları için af diler, gelecek oyunu duyurur. Bundan sonra Hacivat'la aralarında kısa bir söyleşme geçer, bu söyleşi oyundan çıkarılacak öğreneği vurgular.

Karagöz figürleri kalın deriden, özellikle deve derisinden yapılır. Bu derinin kullanılabilmesi için birçok işlemden geçmesi gerekir. Renklendirme için eskiden kökboyalar kullanılıyordu, bugün ise bunların yerini çini mürekkebi almıştır. Oynak eklemli olarak yapılan parçalar birbirlerine kiriş, kursak, tel ya da naylon iplik ile bağlanır. Oynatma değneklerinin geçeceği delikler, yuvarlak ikinci bir deri parçası dikilerek derinleştirilir.

Karagöz perdesinin boyutları eskiden 2x2,5 m iken daha sonra 1,10x0,80 m olmuştur. Perdenin çevresi çiçekli bezden, ayna denen yarı saydan bölümü ise mermerşahidendir. Perdenin arkasında ve tabanında perdenin çerçevesine iplerle tutturulmuş peş tahtası denen bir raf bulunur. Buraya perdeyi aydınlatan meşale konur. Meşale çeşitli biçimlerde hazırlanır. Bir çanak içine pamuk ipliğinden yapılmış dört parmak kalınlığında bir fitil konur, zeytinyağı, beziryağı ya da susamyağıyla yakılır. Çok parlamaması için, arada bir, yağın içine bir zincir daldırılır. Perde mumlarla da aydınlatılabilir. Oynatma değnekleri 60cm boyunda ve gürgendendir. Figürdeki deliğine iyice yerleşmesi için ucu ısıtılır ya da erimiş muma batırılır.

Karagöz tek bir sanatçının gösterisidir. Bu kişiye hayali ya da hayalbaz denir. Karagözde müziğin yeri çok önemlidir. Oyun baştan sona müziklidir. Karagöz oynatan kişinin, hem oyunun tekniği ile ilgili işleri, hem müziği, hem de figürleri idare etmesi gerekir. Bu nedenle bazen çırak kullandığı da olur. Bunlara yaptıkları işlere göre sandıkkar, yardak, dayrezen gibi adlar verilir.

Karagöz oyunlarında bilinen tiplemelerin XVII.yy.'da ortaya çıkmaya başladığı öne sürülmektedir. Karagöz oyunlarındaki kişilerin en önemli özelliği, değişik tiplerden seçilmiş olmalarıdır. Bunlar durağan, değişmez kişilikleri simgelerler. İstemlerini kullanma güçleri yoktur, bu yüzden sürekli kendilerini yinelerler. İlişkilerinde ve davranışlarında değişmezlik sözkonusudur. Belli bir zamana da oturtulmamışlardır. Geçmişleri ve gelecekleri yoktur. Abartılmış kusurlar, özellikler tek kişide toplanmıştır. Dış görünüşleri önemlidir.

XVII.yy.'da kesin biçimini alan Karagöz, kısa sürede en tutulan ve yaygın seyirlik oyunlardan olmuştur. Kaynaklarda XVI.yy.'dan başla***** sık sık adına rastlanmakla birlikte, hakkında yeterince bilgi verilmemiştir. Karagöz oyunu üzerine bilgilerin çoğu XIX.yy. kaynaklarından edinilmiştir. Araştırmacılar Karagöz oyunlarının nasıl bir halk güldürüsü olduğuna ilişkin çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Kimisine göre dar bir mahallenin sınırları içine sıkışmış, gerçek dünyayla ilişkisi olmayan; kimine göre felsefi ve tasavvufi; kimine göre de erotik öğelerin ağır bastığı bir halk seyirlik oyunudur. Türkiye'ye gelmiş birçok yabancı, gördükleri Karagözün açık saçık bir oyun olduğu üzerinde durmuşlardır. Thevenot, G.A.Oliver, Gerard de Nerval, Karagöz'ün perdeye erkeklik aygıtı ile çıktığını söyleyen Sevin, Edmond de Amicis. gibi. Nitekim ele geçen bazı kaynaklar, Karagöz oyunlarında siyasal taşlamalara ve güncel olaylara da yer verildiğini açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Çeşitli yabancı tanıklar Karagözün siyasal yönüne dokunuyorlar. Bir tanık, Karagözün hoşnutsuz kişilerin sözcüsü olduğu için yasaklandığını, kimi yerlerde sınırlı olarak oynatıldığını söylüyor. Bir başkası Karagöz'de söyleşmelerin yer yer mizahlı, nükteli, yer yer fitneci, ortalığı karıştırıcı olduğunu, sultana bile sataştığını belirtiyor. Oysa temel olan Karagöz'ün açık biçimli bir oyun olması, her olaya, konuya ve amaca uyarlanabilmesidir...

Türk gölge oyununun tek temsilcisi olan Karagöz'ün günümüzde canlılığını koruyamadığı görülmektedir. Çeşitli Karagöz oyunları sahneye, televizyona, baleye uyarlanmış, sergiler açılmış, Karagöz oyunu yarışmaları düzenlenmişse de günümüze değin geleneksel biçimi üzerinde yeterince durulmamıştır.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Ortaoyunu


Ortaoyunu, doğaçlamaya dayanan geleneksel bir Türk Halk Tiyatrosudur. Karagöz'den çok ayrı olmamakla birlikte, havası, kişileri, oyun dağarcığı, güldürme yöntemleri, kuruluşu bakımından bu iki oyun arasında öylesine bir yakınlık vardır ki,ikisi aynı zamanda çıkamayacağına göre, birinin ötekinden çıktığına inanmak zorunda kalırız. Türklerin Karagöz, kukla gibi cansız, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunları yanında canlı oyuncularla oynanan en bellibaşlı geleneksel tiyatrosu olan Ortaoyununun kaynağına ve adına ilişkin çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en yaygını oyunun,ortada, halk arasında oynandığından bu adı aldığıdır. Bunun yanısıra, yalnızca yer açısından değil, oynandığı zaman bakımından da bu adın verilmiş olabileceği,başka gösteriler arasına konmuş oyun anlamına geldiği de savunulur. Ortaoyununun comedia dellarte'ye benzerliğinden yola çıkarak İtalya'dan Venedik ve Cenevizliler yoluyla geldiğini, Türkiye'de buna Arte oyunu dendiğini ve bunun giderek ortaoyununa dönüştüğünü öne süren kaynaklar da vardır. XV. ve XVI. yy.'larda İspanya ve Portekiz'den gelen Yahudiler'in İstanbul'da auto adıyla sergiledikleri oyunları kaynak gösterenler yanında ortaoyunuyla yeniçeri ortaları arasında ilişki kuran araştırmacılara da rastlanmaktadır. Bunlar, yeniçeri ortalarında bu tür oyunlar sergileyen toplulukların bulunması nedeniyle oyunun ortaoyunu adını aldığını ileri sürerler.

Ortaoyununun en önemli özelliği, doğaçlamaya dayanmasıdır. Oyuncular belli metne göre değil, verilen konuya göre sözlerini ve davranışlarını belirleyebilmektedir. Tiplemeleri, konuları ve oynanış biçimi Karagözle büyük benzerlik gösterir. Gölge oyunundaki Karagöz ve Hacivat'ın yerini, ortaoyununda Kavuklu ve Pişekar almıştır. Bütün oyunun çatısı, gerilimi bu iki kişinin karşıtlığında, aralarındaki çatışmada gelişir. Ahmet Rasim Pişekar ve Kavuklu'yu şöyle tanımlar:
''Oyunda en ziyade mahareti olması ve oyunu idare etmesi lazım gelen Pişekar görünür yani rejisör çıkar. Pişekar akıllı, salih,işgüzar, rehber, tecrübeli ve yaşlı bir tiptir. Kavuklu, oyunun ser-komiğidir. Her şey, her entrika, her sürpriz onun mizahıyla açılır. Kavuklu mütecahil, müteami, mütelaşi ve mütebessim geçinmek suretiyle Pişekar'ı uğraştıra uğraştıra en sonunda oyuna münasib olan bir tekerleme, bir monolog ile maksadını izah ederek prelüdü bitirir.''

Ortaoyunu fasıl dağarcığı yönünden de gölge oyununa benzer. Konular oldukça zengindir. Günlük yaşam, olaylar, masallar, efsaneler, eski halk öyküleri vb. çok değişik malzeme, oyun konularını oluşturur.

Ortaoyunu başlıca öndeyiş, söyleşme, tekerleme, fasıl ve ve bitiş bölümlerinden oluşur. Öndeyiş bölümünde zurna Pişekar havası çalar, Pişekar meydana gelir,iki eliyle dört bir yanı selamladıktan sonra zurnacıyla kısa bir konuşma yapar. Bundan sonra zurna genel olarak Kavuklu havası çalar ve Kavuklu ile Kavuklu-arkası gelir. Çoğu kez Kavuklu ile Kavuklu-arkası, Pişekar'ı birden görünce korkarlar, korkudan yere, birbirlerinin üstüne düşerler. Bundan sonra oyunun ikinci bölümü olan Pişekar ile Kavuklu arasındaki söyleşme gelir. Söyleşme bölümü oyunun en ustalık isteyen bölümüdür. Kavuklu ile Pişekar arasında bir çene yarışıdır. Söyleşme bölümü iki kesimde olur: Önce, Karagöz Muhaveresine benzeyen, söyleşenlerin birbirleriyle tanıdık çıkması, birbirlerinin sözlerini ters anlaması gibi güldürücü bir söyleşme ki buna ''arzbar'' denir; sonra da tekerleme denilen, Karagöz muhaverelerinde de kimi kez raslanılan, fakat ortaoyununa özgü bir söyleşme. Tekerlemelerde Kavuklu, Pişekar'a başından geçmiş gibi, olmayacak bir olayı anlatır. Pişekar da bunu gerçekmiş gibi dinler, sonunda da bunun düş olduğu anlaşılır. Tekerleme sona erip bunun bir düş olduğu anlaşıldıktan sonra Fasıl denilen asıl oyuna geçilir. Bu bölümde belli bir olay canlandırılır. Çoğu kez, Kavuklu iş aramaktadır, tekerleme sonunda Pişekar bu işi ona bulur. Fasıldan sonra çok kısa bir bitiş bölümü gelir. Oyunu bitirmek gene Pişekar'a düşer. Seyircilerden özür diler, gelecek oyunun adını ve yerini duyurur.

Ortaoyunu,''palanga'' ya da ''meydan'' adı verilen alanda oynanır. Erkekler ''mevki'', kadınlar ''kafes''denilen yerlerden oyunu izlerler. Başlıca dekoru ev, dükkan vb. yerleri simgeleyen, yeni dünya ve dükkan adlı çift katlı, iki kafes paravan oluşturur. Yeni dünya ve dükkan arasında boy bakımından fark olduğu gibi görevleri de değişiktir. Bunlar Ortaoyunu dağarcığının hemen bütün fasıllarında raslanılan ikili olaylar dizisinin gereçleridir. Hemen her fasılda Kavuklu'nun bir iş araması ve iş sahibi olmasıyla iş yerinde çalışması için dükkan, zennelerin mahallede bir ev aramaları için ev yani yeni dünya gerektir. Ortaoyununun en önemli öğelerinden biri de Pişekar'ın elinde tuttuğu iki dilimli, birbirine çarpıldığında ses çıkartan şakşaktır. Bu, Pişekar'ın oyunu ve oyuncuları yöneten kişi olduğunun belirtisidir. Pişekar bununla oyunculara görevlerini hatırlatır; çeşitli sesler çıkartır; sırasında oyuncalara vurarak ya da çeşitli hareketler yaparak güldürü öğesi oluşturur. Kimi zaman izleyicilerin dikkatini toplamak için de şakşağı kullanır. Ortaoyununun da, Karagöz'de olduğu gibi, kendine özgü bir argosu vardır.

- Bir ortaoyunu gösterisi-

Ortaoyunu doğaçlamaya dayanışı ve yuvarlak sahne düzeniyle ''açık biçim''denilen ve izleyicinin tepkisine, oyunla izleyici arasındaki ilişkiye göre biçimlendirilebilen bir oyun türü olarak nitelendirilir. Oyun yeri yuvarlak olduğundan, oyuncular zaman zaman yer değiştirerek izleyicilerin tümünün kendilerini görmesini sağlarlar. Oyun söz ağırlıklı olmakla birlikte hareket ve tavırlar da büyük önem taşır ve çoğu zaman büyük ustalık gerektirir.

XIX..yy.'da Karagöz gibi ortaoyunu da ahlaka aykırı söz ve davranışlara yer verildiği gerekçesiyle tartışma konusu oldu. Tartışmaların odak noktasını, oyuncuların konuşmalarında çokça yer verdikleri küfürler ve açık sözcükler oluşturuyordu. Bazı yazarlar bu tür oyunların yasaklanmasını, bazıları da kağıda dökülüp sansürden geçirilmesini savunuyorlardı. Bir bölüm ise ortaoyununun ıslah edilerek oynanmasından yanaydı. Geleneksel biçimiyle ortaoyununu savunanların azınlıkta kalması yanında çağdaş tiyatronun gelişim süreci de ortaoyununun eski önemini ve izleyicisini yitirmesine neden oldu. Günümüzde ortaoyunu, daha çok festivallerde geleneksel oyunlardan bir örnek olarak sunulmaktadır. Ancak bunlar da geleneksel ortaoyununun temel özelliklerinden uzak birer örnek niteliğindedir
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
TURK HALK TIYATROSU

KARAGÖZ
MEDDAH
Ortaoyunu üzerine pek çok inceleme yayınlandığı halde, gene de bu tiyatro türü üzerine karanlık kalmış birçok birçok nokta bulunmaktadır. Bunların başında ortaoyununun eskiliği geliyor.

Çoğu araştırmacı, ortaoyununun XIX..yy.'da ortaya çıktığını belirtir. Oysa aynı nitelikte oyunlar XVI. ve XVII.yy.'larda kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu vb. adlarla sergilenmekteydi. Ortaoyunu, bu oyunlara XIX.yy.'da kesin biçimini aldıktan sonra verilen addır. Nitekim 1834'ten başla***** çeşitli kaynaklarda bu tür oyunlar ortaoyunu adıyla anılmıştır. II.Mahmut'un kızı Saliha Sultan'ın düğün şenliklerini anlatan Şair Esat'ın Surname-i Saliha (1834) adlı yapıtı, II.Mahmut'un şehzadeleri için düzenlenen sünnet düğününü ve Mihrimah Sultan'ın düğününü anlatan Lebib Surnamesi (1836), Abdülmecit'in oğullarının sünnetini anlatan 1845 tarihli Surname bu kaynakların başlıcalarıdır ve bunlarda ortaoyununun oynanış biçimi, tiplemeler, oyunların konuları oldukça ayrıntılı anlatılmaktadır
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
A) İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

Türkler, yerleşik hayata geçmeden önce atlı-göçebe medeniyeti denilen bir medeniyet tarzı içinde yaşamaktaydı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu medeniyet tarzında atın önemli bir yeri vardır. At, ehil hayvanlar içinde en hızlısıdır. Türkler, ehlîleştirdikleri atlarla akıncılık yapmışlar, çiftçilikle uğraşan kavimler üzerinde üstünlük sağlamışlardır. Divânü Lûgati't-Türk'te yer alan "Kuş kanadı ile Türk atı ile." ata sözü, atın Türklerin hayatında oynadığı rolü çok güzel anlatır.
At, eski Türklerde binek hayvanı olması yanında aynı zamanda yiyecek, içecek ve giyecek kaynağı olmuştur. Bu ihtiyaçlarını karşılamak için at sürüleri besleyen Türkler, yaylak ve kışlak hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır.
Türkler, geçimlerini sağlamak için akıncılığı bir meslek hâline getirmişlerdir. Akıncılığın en önemli iki silâhı ok ve yaydır. Bunları kullanmakta çok usta olan Türkler, akıncılık dışında avcılık ile bu maharetlerini geliştiriyorlardı. Sonuç olarak atçılık, avcılık ve akıncılık, atlı-göçebe medeniyetinin temelini oluşturuyordu. Bu hayat tarzı, kuvvetli, cesaretli avcı ve akıncı tipini gerekli kılıyordu. Türk destanlarındaki kahramanlar, bu medeniyetin hayat anlayışını ve ideal insan tipini temsil ederler. Destan kahramanlarının hayatlarına hâkim olan ve şahsiyetlerini şekillendiren, bu medeniyet tarzının temel değerleridir. İslâmiyet öncesindeki edebî eserleri değerlendirirken, toplumun bu özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Genel Özellikleri
a) İslâmiyet öncesindeki Türk edebiyatı yabancı etkilerden uzak bir edebiyattır.
b) Dil, saf Türkçe olup, yabancı kelime yok denecek kadar azdır.
c) Edebiyat, atlı göçebe hayatının özelliklerini yansıtır.
d) Eserler, genellikle anonimdir; pek azının sahipleri bilinmektedir.
e) Eserlerin tamamında milletin ortak duygu ve düşünceleri hâkimdir.
f) Nazım birimi genellikle dörtlüktür. Dörtlüklerin kafiye şeması aaab şeklindedir.
g) Şiirde hece vezni ve daha çok yarım kafiye kullanılmıştır.
h) En eski eserlerde bile işlenmiş bir dil ve edebî üslûp görülür. Bu durum, bilinenlerden daha eski metinlerin olduğunu düşündürmektedir.
i) Yiğitlik, yurt ve tabiat sevgisi, büyüklere saygı, işlenen başlıca temalardır.
________________________________________
B) GEÇİŞ DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ

Türkler X. yüzyılda İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk dili ve edebiyatında değişiklikler görülür.
İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünleri XI ve XII. yüzyıllarda ortaya çıkar. Bunlardan ilki, Karahanlı Devleti zamanında Hakaniye Türkçesi ile yazılmış olan Yusuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilig'idir. Aynı yüzyılda yazılmış bulunan Kâşgarlı Mahmut'un Divânü Lûgati't-Türk'ü de İslâmî devir Türk edebiyatının ilk ürünlerindendir. Bu eserler arasına XIII. yüzyılın başında Yüknekli Edip Ahmet'in kaleme aldığı Atabetü'l-Hakâyık'ı da katmak gerekir.
XII. yüzyılda Orta Asya'da Ahmet Yesevî ve Hakim Süleyman Ata, dinî-tasavvufî halk şiirinin ilk güzel örneklerini vermişlerdir.
İlk İslâmî eserlerin meydana getirildiği bu yüzyıllarda edebiyatın her alanında bir ikilik bulunmaktadır. Bu da, geçiş döneminin bir özelliğidir.

Genel Özellikleri
a) Türk edebiyatı bu yüzyıllarda bir geçiş dönemi yaşar. Bir yandan, eski edebiyat anlayışı sürdürülürken, öbür yandan yeni medeniyetin edebiyat anlayışına uygun eserler verilir.
b) Dilde Arapça ve Farsça kelimeler görülür.
c) Uygur alfabesi yanında, Arap alfabesi de kullanılır.
d) Şiirlerde, hem millî nazım birimi olan dörtlük, hem de yeni şiirin nazım birimi olan beyit kullanılmıştır.
e) Hece vezni ile birlikte aruz veznine yer verilmiştir.
________________________________________
C) HALK EDEBİYATI

a) Âşık edebiyatı şiir ağırlıklı bir edebiyattır.
b) Âşık veya saz şairi denilen sanatçılar tarafından daima müzik eşliğinde söylenir.
c) Âşıklar, bu edebiyatın mensur kısmını oluşturan halk hikâyelerinin oluşumu, gelişimi ve aktarılmasında da önemli rol oynarlar.
d) Şiirde nazım birimi dörtlüktür.
e) Koşma, semâî gibi nazım şekilleri ile güzelleme, koçaklama, ağıt ve taşlama türlerinde şiirler yazılmıştır.
f) Yaygın olarak hece ölçüsü kullanılmıştır.
g) Klâsik edebiyatın etkisiyle, aruz ölçüsü ve beyitlerden oluşan divan, kalenderî gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır.
h) Âşık edebiyatı doğaçlamaya (irtical) dayanır. Âşıklar, eserlerini bir ön hazırlık olmaksızın, doğrudan sözlü olarak meydana getirirler.
ı) Söylendikleri, yaşatıldıkları devir ve çevrenin yaygın Türkçesi kullanılmıştır.
j) Dinî-tasavvufî edebiyatın etkisinde kalmıştır.
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
İslamiyet'in Kabulüne Kadar Olan Türk Edebiyatı

a) Göktürk Edebiyatı: Türklerde yazılı edebiyat, mevcut bilgilerimize göre, Göktürkler zamanında, 7. yüzyılda başlamıştır. İlk yazılı metinlere bu dönemde rastlanır. Orhun Anıtları, Moğolistan'ın kuzeydoğusunda, Orhun ırmağının eski yatağı ile Koşuçaydan Gölü civarındadır. Bu anıtlar, üç yazıttan oluşmuştur:

· Tonyukuk Yazıtı (miladi 720)
· Kültigin Yazıtı (miladi 732)
· Bilge Kağan Yazıtı (miladi 735)

b) Uygur Edebiyatı: Uygurların tarihine bağlı olarak 745-840 arası ve 840'dan sonrası olmak üzere iki bölümde incelenmektedir. Dokuz Oğuzlar olarak da bilinen birinci döneme ait bilinen en önemli anıt, Uygurların 2. Kağan'ı Moyunçar adına dikilendir. On Uygurlar olarak da bilinen ikinci dönem ise oldukça farklıdır. Maniheizm dininin kabulü ile yeni bir alfabe kullanılmaya başlanmıştır.




Tekerleme
• Sözlüklerde "ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu konuşma" anlamlarına gelen tekerleme masal, hikaye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir. Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu’da döşeme, Güney Anadolu’da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati’t Türk’te bazı tekerlemeler yer alır.

ÖRNEK TEKERLEME:

Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknere hamur
Ver Allahım ver
Sellice yağmur

Evvel zaman içinde
Kalbur zaman içinde
Deve tellal iken
Sinek berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken
O yalan bu yalan
Fili yuttu bir yılan
Bu da mı yalan...
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
İslami Dönem Türk Edebiyatı

11. Yüzyıl: İslami Dönem Türk Edebiyatı'na ait ilk eser 11.Yüzyıl'a ait olan 'Kutadgu Bilig'dir. Yusuf Has Hacip tarafından yazılmış öğretici bir eserdir. Siyaset-nâme niteliğindedir ve 6500 beyitten oluşur. Bu döneme ait diğer bir önemli eser de 'Divânû Lügâtit Türk'tür. Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe'yi öğretmek amacıyla yazılmış bir lügâttır. Bu döneme ait önemli bir eser de Edip Ahmet Yükneki'nin öğretici nitelikteki dini kitabı 'Atabetül Hakayık'tır.

12. Yüzyıl: Bu yüzyılın en önemli ismi Hoca Ahmed Yesevi'dir, Türk tasavvuf tarihinin ilk önemli şairidir. Hikmetleriyle büyük ün kazanmıştır. Bu yüzyılın diğer önemli ismi ise Kitab-ı Meryem, Kitab-ı Bakırgen ve Kitab-ı Âhirzaman adlı eserlerin sahibi, aynı zamanda Hoca Ahmed Yesevi'nin öğrencisi olan Hakim Süleyman Ata'dır.

13. Yüzyıl: Bu yüzyılda Anadolu'da edebiyat üçe ayrılır.

1- Divan Edebiyatı (Yüksek Zümre Edebiyatı)
2- Tasavvuf Edebiyatı
3- Halk Edebiyatı
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Nasreddin Hoca (1208-1284)

Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi, İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır. Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.

Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir. Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma. Gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur. Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan, bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.

Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle, halk arasında geçer. Hoca soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur. Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak, kendi toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.

Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez, onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar. Bu konuda, başka bir çelişki sergilenir, gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.

Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.

Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi" gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın Şeriat'ın katılığına karşı duyduğu tepkiyi dile getirir.
 

Bilgi / İnfo

satcafesi.net kar amacı gütmeyen bilgi & paylaşım üzerine kurulu ücretsiz bir forum sitesidir,Üyeler her türlü bilgiyi,dosya,video,resim,vs. önceden onay olmadan paylaşabilmektedir,bunedenle oluşacak herhangi bir illegal paylaşımdan satcafesi sorumluluk almamaktadır,T.CK.na aykırı paylaşım görüldüğünde iletişim kısmından bizlere bildirmenizi rica ederiz.

Yasal Haklar

Foruma gönderilen mesajlardan öncelikle mesaj sahipleri sorumludurlar. Forum yöneticileri başkalarının mesaj veya konularından sorumlu tutulamazlar. Ancak yasal nedenlere bağlı herhangi bir şikayet durumunda, yetkililer bilgilendirildiği takdirde ilgili düzenleme yapılacaktır.
Üst