kaptan-8
Vip Üye
SULTAN II. BÂYEZID
( BÂYEZID-I VELÎ )
Modon fetihnâmesinde, "Emiru'l-Mü'minîn Sultanu'l-Guzat ve'l-Mücahidîn Nâsiru's-Seriat ve'l-Milleti ve'd-Din Giyâsu'l-Islâm ve Muinu'l-Müslimîn Sultan Bâyezid diye anilan Sultan II. Bâyezid, 85l (l447) yilinda Dimetoka'da dogdu. II. Bâyezid, Fâtih Sultan Mehmed'in, Gülbahar Hatun'dan dogan büyük ogludur. Yedi yasinda iken Amasya sancakbeyligine gönderildi. Sultan II. Bâyezid'in zamani, gerek Osmanli cografyasi, gerekse ekonomik hayati bakimindan istikrarli ve emniyetli bir devir idi. Gerek bu gerekse ve daha önceki dönemlerde yenilmeye degil, genellikle yenmeye alismis bir kütle psikolojisi için, hududlardan sadece zafer sesleri degil, refah ve bolluk da beraber girmekte bulunuyordu.Osmanli medeniyetinin ahengini meydana getiren muhtelif unsurlarin her biri, hem federal ve müstakil hüviyetleri içinde kendi merkezlerine bagli, hem de müsterek ana merkezin mali ve mensubu olarak, hatta XVII. ve XVIII. asirlarda bile hâla, semâvî bir nükte gibi, latif, ince ve kemalli çehresiyle dünyaya yüz göstermekte devam etmekte idi.
Fâtih Sultan Mehmed vefat ettigi zaman, büyügü Bâyezid, küçügü de Cem olmak üzere iki oglu kalmisti. Bâyezid, o dönemde merkezi Amasya olan Rum Eyâleti, Cem de merkezi Konya olan Karaman Eyâleti'nin valisi idiler. Daha önce de belirtildigi gibi Fâtih'in, Mustafa adinda bir oglu daha vardi. Fakat bu sehzâde babasinin sagliginda vefat ettiginden, o sirada Kastamonu Sancakbeyi bulunan Sehzâde Cem, ölen kardesinin yerine Karaman valiligine tayin edilmisti.
Kaynaklarin, uzun boylu, beyaz tenli, melek huylu, genis ve açik yüzlü, elâ gözlü, siyah çatik kasli, mutedil sakalli, yüzünde ben bulunan, genis omuzlu ve yüksek gösterisli olarak belirttikleri Bâyezid-i Veli, 85l (m. l447) yilinda iki bayram (Ramazan - Kurban) arasinda dogmustu. 886 Rebiülevvel'inin 13. (12 Mayis 1481) günü 35 aslarinda iken, babasinin yerine tahta geçer. Her ne kadar onun dogum tarihi ile ligili farkli yillar veriliyorsa da genellikle yukarida belirtilen tarih kabul edilmektedir.
Fâtih Sultan Mehmed'in ani ölümü, tabiî bir hâdise gibi karsilanmadi. Ülkede büyük bir siyasî buhranin çikmasina sebep oldu. Fâtih vefat eder etmez, Vezir-i Azam ve Mevlânâ'nin soyundan gelmis olan Karamanî Mehmed Pasa, bir taraftan Keklik Mustafa adinda bir çavusu, büyük sehzâde Bâyezid'i davet için Amasya'ya gönderirken, öbür taraftan da kendi adamlarindan birini Cem Sultan'a gönderip yolu uzak bulunan Bâyezid gelmeden önce onu Istanbul'a davet ile bir emr-i vaki yapmak istemisti. Fakat Cem'e bu mektubu götüren sahsi, Anadolu Beylerbeyi ve Bâyezid'in damadi olan Sinan Pasa yakalayarak öldürür. Vezir-i Azam'in, Konya'da bulunan Sehzâde Cem'e gönderdigi mektup ve bu vesile ile Fâti'in ölümünden haberdar olan yeniçeriler, ayaklanarak Pendik önlerine demir atmis bulunan birkaç gemiyi zapt ederek Üsküdar'a gelirler. Oradan da Istanbul'a geçerek Yahudiler ile zengin halkin evlerini yagmalarlar. Yeniçeriler, Fatih'in, bulunmayacagi siralarda Istanbul'da hükümet islerine bakmak üzere Silifke'den çagirmis oldugu Ishak Pasa'nin kiskirtmasi ile Vezir-i Azam Karamanî Mehmed Pasa'yi da öldürürler. Bu feci hadiseden sonra iktidar, bütünüyle Ishak Pasa'nin eline geçmis demekti. Zira Divan, devletin islerini tedvir etmekle onu görevlendirdi. Ishak Pasa da kendisine verilen bu genis yetkiyi iyi kullanarak asayis ve güvenligi sagladi. Yeniçeriler, Sehzâde Bâyezid'in tarafini tuttuklari için, babasi gelinceye kadar, o siralarda Fâtih'in yaninda ve henüz 11 yaslarinda bulunan Bâyezid'in oglu Korkut'u, 5 Rebiülevvel 886 (4 Mayis l48l) de Saltanat Kaymakami ilan ederler.
Öte yandan devlet büyüklerinden acele davet mektuplari alan Bâyezid, maiyetinde 4.000 kisi oldugu halde Amasya'dan yola çikip Üsküdar'a gelir. Ertesi gün, oglu Korkut'tan saltanati resmen devr alip l2 Mayis l48l de Osmanli tahtina çikar.
Yeni padisahi, büyük bir tezahüratla karsilayan vüzera ve asker, Ishak Pasa'nin vezir-i azam olmasini, onun rakibi olup, terakkilerinin artirilmasina muhalefet ettigi söylenen Hamzabeyoglu Kara Mustafa Pasa'nin, azil ve nefy edilmesini ister. Yeni padisah, ilk hamlede mesele çikarmamak için, bu istekleri kabul eder. O, basinda siyah bir kavuk ve ayni renkte bir elbise giymis oldugu halde Istanbul'a girmisti. Topkapi Sarayi'na girerken, kapi önünde saf tutup, kendisini merasimle karsilayan Yeniçeriler, subaylari vâsitasiyle bir arzuhal takdim ederek, Karamanî Mehmed Pasa'nin öldürülmesi sebebiyle vâki olan kusurlarinin affini ve cülûs bahsisi verilmesinin kabul edilmesini taleb ederler. Yeniçerilerin bu istekleri, yeni sultan tarafindan kabul edilir.Bu, Osmanli tarihinde Yeniçerilere verilen cülûs bahsisinin ikincisi olmustu.(Ilki Fâtih Sultan Mehmed tarafindan verilmisti.) Cülûs bahsisinin ikinci örnegi olan bu uygulamadan sonra, her tahta çikista, cülûs bahsisi tekrarlanmisti. Bu usûl, zamanla devlet maliyesi için âdeta bir yikim halini alaacaktir. Bu bahsisler, ancak üçyüz yil sonra Sultan Birinci Abdülhamid tarafindan Rusya ile yapilan savas sirasinda ve birdenbire kaldirilabildi.
Bâyezid'in, tahta geçisinin ertesi günü, Fâtih Sultan Mehmed'in cenaze merasimi icra edilmisti.Namazdan sonra Fâtih'in naasi, kendisi tarafindan yaptirilmis olan camiin arkasindaki türbeye defnedilmisti. Tabutun altina önce Sultan Bâyezid ve vezirler girmislerdi. Cenaze namazini Seyh Ebu'l-Vefa adiyla söhret bulmus olan büyük âlim Konyali Muslihiddin Mustafa kildirmisti. Günümüz Istanbul'undaki Vefa semti hâla bu zatin ismi ile anilmaktadir. Cenaze defn edildikten sonra bey'at merasimi yapilarak Sultan Bâyezid, resmen Osmanli tahtina oturmus olur. Bundan sonra Ishak Pasa'ya sadaret tevcih olunur. Bu arada yeniçerilerin bütün isteklerinin kabul edilmesi mahzurlu görülerek daha önce Mustafa Pasa hakkinda verilen karardan dönülür. Böylece henüz Üsküdar'da bulunan Mustafa Pasa getirtilerek ikinci vezir olarak ilan ve tayin edilir.
II. BÂYEZID DÖNEMININ BAZI IÇ OLAYLARI
II. Bâyezid, babasi Fâtih Sultan Mehmed'in ölümünden sonra Osmanli tahtina oturur oturmaz içerde, bir kismi siyasî, bir kismi da dinî renge boyanmis gerçekte dis kaynakli olan siyasî bazi isyan hareketleri ile karsilasir. Bu olaylara temas etmeden ve onun sahsiyet ile karekterinin olusmasinda önemli rolü bulunan ve bir bakima onun bu özelliklerini canli birer levha gibi önümüze seren faaliyetleri görmeden disariya karsi olan siyasetini anlayip takdir etmek mümkün olmazdi. Zira onun dis dünya ile olan münasebetlerinde, iç proplemlerin tesiri, sanildigindan daha büyük olmustur. Bu sebeple biz de önce iç olaylara temas etmeyi faydali bulduk.
IÇ KARISIKLIKLAR VE CEM OLAYI
Ikinci Bâyezid tahta çiktigi zaman, Konya'da vali olarak bulunan kardesi Giyaseddin Cem Çelebi'nin muhalefeti ile karsilasir. Zira Cem, "mülk-i mevrûs"da hakki bulundugunu iddia ediyordu. O, bu iddiasini da bazi delillerle isbat etmeye çalisiyordu. Gerçekten, Cem Sultan'in, saltanat makamini elde etmek için giristigi tesebbüs, tedkik edilmesi lazim gelen sebeplere dayaniyordu. Daha Fâtih'in sagliginda devlet erkani arasinda her iki sehzâdenin taraftarlari bulundugu ve basta Karamanî Mehmed Pasa oldugu halde, bunlardan bir kisminin, Bâyezid'den daha meziyetli, daha cesur ve faal bir zat olan Cem'i saltanata layik gördügü anlasilmaktadir. Karaman eyaletinde beraber bulunduklari zamandan beri, Cem'i takdir eden Gedik Ahmed Pasa'nin, hiç sevmedigi Bâyezid'i padisah olarak görmek istememesi gibi, sehzâde Mustafa'nin ölümünden sonra, Fâtih Sultan Mehmed'in de Cem'i Bâyezid'e tercih ettigini gösteren delillere tesadüf edilmektedir. Nitekim Kanunnâme-i Âl-i Osman (Istanbul l330, s. 32 )'da sehzâdelere yazilacak hükümlerin elkabi bahsinde yalniz Cem isminin zikredilmesi ve yazilarda ona "...vâris-i mülk-i Süleymanî...oglum Cem edâmellahu bekahu" diye hitab edilerek örnek gösterilmis olmasi, herhalde bir tesadüf eseri olmasa gerekir.Gerçi buna dayanarak Fâtih tarafindan Cem'in veliahd ilan edildigini iddia etmek mümkün degilse de, ibâreyi büsbütün manasiz saymak da dogru degildir. Böyle bir ibârenin isaret olarak kabul edilmesi herhalde daha dogru bir kanaat olacaktir. Bütün bunlara ilaveten, Cem Sultan'in bizzat kendisi de babasinin erine geçme hakkina sahip olduguna kani idi. Zira kendisine göre o, babasinin padisahligi zamaninda dogmus ve bu yüzden Uzun Hasan seferi esnasinda babasina vekalet etmisti. Bu da tahtin asil vârisinin kendisi oldugunu gösteriyordu. Buna dayanarak o, kendisinin tahta geçmesi icab ettigini söylüyordu. Bu âmillerin tesirinde kalan Cem, maiyyetindeki müsavirlerin, özellikle Karamanoglu Kasim Bey'in telkinleri ile harekete geçmeye karar verir. Gedik Nasuh Bey'i, maiyetinde Karaman, Varsak ve Turgutlu boylarina mensub kuvvetler oldugu halde Inegöl üzerinden Bursa'ya gönderir. Gedik Nasuh Bey, 28 Mayis'ta, Ikinci Bâyezid tarafindan Ayaz Pasa komutasi altinda gönderilen iki bin yeniçeriyi maglub etmeye muvaffak olur. Bu basarida Bursa halkinin da büyük bir payi oldugu belirtilmektedir. Zira halk, yeniçerilerin daha önce yaptiklarini unutmamisti.
Kaplica savasindan üç gün sonra ordugâha gelip, Haziran'in basinda Bursa'ya giren Cem, saltanat alameti olarak nâmina hutbe okutmus ve ismine sikke bastirmistir. l8 gün kadar da hükümdarlik eden Cem, civardaki sehir ve kasabalara saltanatini kabul ettirip, etrafina kalabalik sayida insan toplamak suretiyle kendisini Anadolu hakimi saymis ve bu son durumu agabeyine kabul ettirmek üzere ona halalari ve Çelebi Sultan Mehmed'in kizi Selçuk Hatun ile devrin ulemasindan Mevlânâ Ayas ve Sükrüllahoglu Ahmed Çelebi'den meydana gelen bir elçilik heyeti göndermisti. Ancak, Selçuk Hatun'un iki kardes arasinda kan dökülmesine mani olmak üzere giristigi tesebbüsler, basarisizlikla sonuçlanir. Zira kendisine Rumeli ile yetinip Anadolu'yu Cem'e birakmasi, böylece daha önceki hükümdarlarin birlestirmeye çalistiklari Osmanli Devleti'nin yeniden ikiye bölünmesi teklif edilen Bâyezid, bunu kabul etmez. Bu durum, Osmanlilardaki "Tek Ülke Tek Sultan" ilkesinin ne kadar köklestigini göstermektedir.
Bâyezid'in, teklifini redetmesi üzerine kuvvetlerini ikiye ayirip, Gedik Nasuh Bey emrindekileri Iznik'e gönderen Cem, kendisi de Bâyezid ile karsilasmak üzere Yenisehir'e hareket eder. Ancak, Anadolu Beylerbeyi Sinan Pasa'nin faaliyeti, Otranto seferinden dönen Gedik Ahmed Pasa'nin Bâyezid kuvvetlerine iltihaki, nihayet yakin dostu Afsinoglu Yakub Bey'in ihaneti sonucu Cem, Yenisehir'de yapilan savasta maglub olur. Sehzâde Cem'in maglubiyetini hazirlayan sebeplerin basinda, onun dostu ve lalasi bulunan Yakub Bey'in ihanetinin geldigi anlasilmaktadir. Gerçekten Bâyezid, Bursa üzerine yürürken Cem'in lalasi Yakub Bey'e bir mektup yazarak, sehzâdenin Karaman'a kaçmasini önlemesini, kendisine iltihak etmesini, bu takdirde Anadolu Beylerbeyligi'ni uhdesine tevcih edecegini ve bosuna Müslüman kaninin dökülmemesini bildirecektir.
Maglub olan sehzâde önce Eskisehir'e, sonra da Konya'ya çekilmek zorunda kalir. Kendisini burada da güvende hissetmeyen Cem, annesi Çiçek Hatun ile ailesini alip Tarsus'a gider. Onun, Konya'dan ayrilisi esnasinda halkin göz yaslari ile kendisini ugurlamasina bakilacak olursa, Konya'lilarin Cem Sultan'i çok sevdiklerini söyleyebiliriz. Öyle anlasiliyor ki, Cem, vali olarak bulundugu bu bölgede böyle bir sevgiye layik olacak isler yapmisti. Gerçekten o, Larende ( Karaman )'de saray, bedesten ve çarsi yaptirmak suretiyle imar faaliyetlerinde bulunmus ve "zulmü ref' edip adalet" gösterdiginden halk da yurtlarina dönmüstü. Sehzâde Cem, daha sonra Memlûk Sultani Kayitbay'in müsaadesini alinca Antakya yolu ile l0 Temmuz'da Haleb'e, oradan da Sam (Dimask)'a gider. Merasimle karsilandigi bu sehirde yedi haftalik bir istirahati müteakip l5 Agustos'ta Gazze yolu ile Misir'a gidip hükümdarlara mahsus bir törenle Kahire'ye giren Cem, Kostantiniyye Fâtihi'nin oglu olarak halk tarafindan büyük bir tezahüratla karsilanir. Onu karsilamaya hazirlanan Kahire sokaklari, bastanbasa donanmisti. Memlûk Sultani Kayitbay dahi kendisini sarayinda karsilayip kucaklar ve "Sen oglumsun, kederlenme" diyerek onu teselli eder. Divitdâr Sarayi, Cem'in emir ve istirahatina verilir.
Bu istirahat günlerinden istifade eden Cem, Mekke'ye giderek hac farizasini ifa eder. Bilindigi kadari ile Osmanli hanedanindan fiilen hacca giden tek sehzâdenin Cem Sultan oldugu rivayet edilir. Burada "fiilen" ifadesini kullandik, çünkü hanedanin ve sultanlarin büyük bir ekseriyeti "Hacc-i bedel" yolu ile haci ifa etmislerdir.
Bu sirada Cem'i elinden kaçiran Sultan Bâyezid, Konya'ya kadar gelip, oglu Abdullah'i Karaman valiligine tayin eder. Bu arada Italya'dan (Otranto) dönen ve Yenisehir Ovasi'nda kendisine iltihak eden Gedik Ahmet Pasa'yi takibe yollar. Kendisi de Bursa yolu ile Istanbul'a döner. Bursa'dan geçildigi esnada yeniçeriler, Cem'in tarafini tuttugu için bu sehri yagmalamak isterler. Ancak padisahin bunlara izin vermemesi üzerine sehir yagmalanmaktan kurtulmus olur.
Cem Sultan'in Kahire'de bulundugu siralarda, Karamanoglu Kasim Bey bos durmuyor, Ankara (Engürü) Beyi Trabzonlu Mehmed Bey ile birlikte sehzâdeyi Anadolu'da yeni bir maceraya sürüklemek üzere tesvik ediyorlardi. Hatta rivayete göre Karamanoglu, Larende (Karaman)'de bulunan Gedik Ahmed Pasa'nin agzindan mektup yazmak suretiyle Cem'i ikna etmeye çalisiyordu. Misir'da bos durmak (âtil) suretiyle yasamayi nefsine yediremeyen ve böyle bir hayata tahammül edemeyen Cem, Anadolu'daki taraftarlarinin yardimi ile saltanati ele geçirmeye muvaffak olacagi zannina kapilmisti. Bu sebeple vatanina dönmek için Sultan Kayitbay'dan müsaade istedigi zaman Misir hükümdari, devletin ileri gelenlerini toplayarak Cem'in de hazir bulundugu bir meclis akdeder. Uzun münakasalar esnasinda, sehzâdenin Anadolu'ya gönderilmesini dogru bulmayan Emîr Özbek ile Cem arasinda sert tartismalar olur. Meclis dagildiktan sonra Sultan Kayitbay, sehzâdeye vatanina dönme müsaadesi verir. Cem, ailesini Misir'da birakarak 27 Mart l482 Sali günü Kahire'den hareketle, 6 Mayis günü Haleb'e girer. Bu sehirde, yaninda züemadan ve subasilarindan meydana gelen bir topluluk ile Gedik Ahmed Pasa'dan kaçan Ankara Beyi, Trabzon'lu Mehmed Bey, sehzâdenin yanina gelir. Bunlar, Anadolu hakkinda Cem Sultan'a bilgi verirler. Cem Sultan, Adana'da Karamanoglu Kasim Bey ile bulusarak, ikisi arasinda muvafakat hasil olunca, Karaman ülkesinin Kasim Bey'e birakilacagi ve onun da ömrü oldukça Cem Sultan'a itaat üzre bulunacagi esasina göre bir anlasma yapilmisti.
Sultan Bâyezid, Cem'in Anadolu'ya geçmesini, ötedenberi süphelendigi Gedik Ahmed Pasa'ya atf ederek onu yanina çagirmis, kendisi de Bursa taraflarina geçerek hazirliklara baslamisti. Yapilan mücadeleler sonucunda birlikleri dagilmis olan Sultan Cem, daglara siginmak zorunda kalmisti. Bu arada Sultan Bâyezid ile Cem arasinda barisi saglamak ve Cem'i bu davadan vazgeçirmek için haberciler gönderilmisse de bir netice alinamamisti. Bâyezid, Cem'e ailesi ile birlikte Kudüs'te oturmasini ve senelik vâridatini (l milyon akça) almakta devam etmesini buna karsilik taht ve tacdan feragatini yeminle teyid ve ilan etmesini teklif etmisti. Feridun Bey'in Münseâti'nda bu konuda söyle denilmektedir: " Sen ki, akrabalarin en yakinisin. Seni baska kapilara muhtaç edip onlardan yardim istemen padisahlik mürüvvetine yakismaz. Sayet huzur ve tahttan feragati seçersen, sana nakden l0 kerre yüzbin bin ( l milyon) akça salyâne tayin ettim. Ber vech-i takaud mutasarrif olup iki nimetin sükrünü eda edesin". Bu teklife karsilik "Kadimî resmdir, sehzâdeler davay-i taht eyler"diyen Cem Sultan, Bâyezid'in bu arzusunu reddeder. Çünkü onlar için kader, ya saltanata geçmek veya ölmekti. Cem Sultan bu anlayisini agabeyine su siirle bildirmisti:
"Sen, bister-i gülde yatasun sevk ile handân
Ben, kül dösenem külhan-i mihnette sebep ne?" diyen Cem, "mülk-i mevrustan hisse talebinde musirr" olarak Anadolu'da kendisine istiklâl ve bagimsizlik üzere hakim olacagi bir yer ayrilmasini istemek suretiyle, eski iddialarina nazaran daha mütevazi bir saltanata riza gösteriyordu. Küçük te olsa bir saltanat hissesi koparamayan ve bütün muvaffakiyetsizliklerine ragmen, hala bir köseye çekilmeyi nefsine yediremeyen Cem, güneye çekilmek istediyse de Karamanoglu Kasim Bey, Yildirim Bâyezid'in oglunu örnek göstererek Rumeli'ye geçerse orada muvaffak olabilecegini söyler. Cem, Rodos sövalyelerinin kendisine yardim edebileceklerini düsünerek, önce reisleri Pierre d'Aubusson (Grand Maître)'a bir elçi gönderir. Bundan bir cevap alamayinca Frenk Süleyman ile Dogan'i gönderdikten sonra kendisi de Kasim Bey'in delâleti ile sahile Korycos (Kerküs) limanina iner. Bir müddet sonra Cem, 30 kadar adami ile Kerküs limanindan bir gemiye binerek (l5 Temmuz l482), Anamur'a gider. Bu sirada sövalyeler de, onun Rodos'a serbestçe girip çikmak üzere, istedigi ruhsatn‹meyi hazirlamis ve Don Alvaro de Zuniga komutasinda üç gemiden meydana gelen bir filoyu, Anadolu sahiline göndermislerdi. Cem, Süleyman Bey'in Rodos'a iltica etmemesi tavsiyesine karsilik, Frenklerin "ahidlerinde müstakim" (sözlerinde dogru, ahidlerine bagli) olduklarini söyleyerek l8 Temmuz'da bir Rodos gemisine biner. Fâtih'in oglunun Rodos'a gelisi esnasinda çok parlak bir tören yapilir. Geçecegi yollar çiçekler ve bayraklarla donatilir. Gemiden ati ile inmesi için tertibat alinir. O, sokaklara dökülen halkin arasindan, d'Aubusson ile yan yana at üzerinde geçerek satoya girer. Cem Sultan, gördügü bütün bu hürmet ve saygiya ragmen, artik St. Jean sövalyelerinin menfaatine alet olarak kullanilacak kiymetli bir esirdi. D'Aubusson, verdigi ruhsatnâmeye önem vermiyor ve Cem'i ele geçirdigini Papa Sixte IV ile Avrupa hükümdarlarina bildiriyordu. Papa, açiktan açiga memnuniyetini ilan ederken, Macar Krali Corvin Matyas, d'Aubbusson'a her türlü yardim vaadinde bulunarak bütün Hiristiyan devltelerinin Osmanlilar aleyhine bir sefer açmasini istiyordu. Zaten Sövalyelerin reisi de papaya yazdigi mektupta, Cem'den istifade edilerek Hiristiyan devletlerinin tamaninin birlikte Islâmiyet aleyhine harekete geçirilebilecegini ve Türklerin Avrupa'dan atilma zamaninin geldigini belirtiyordu. Cem Sultan, d'Aubusson ile konusmasinda, Osmanli saltanatinin varisi sifati ile yardim istemis ve onlardan alinan adalar ile diger topraklari iade edecegi vâdinde bulunmustu.
Cem'in nerede ve hangi memlekette muhafaza edilecegi hususunda tereddüde düsen sövalyeler, kendi aralarinda uzun müzakerelerden sonra nihayet onu, Fransa'ya nakl etmeye karar verirler. Bu gelismeler karsisinda sehzâde, ugradigi felaketin vehametini anlamis bir kimse olarak, Bâyezid'e yazdigi mektupta kendisinin küffâr elinde esir oldugunu, bunun da ( ) diyen bir Müslüman için çok büyük bir haksizlik oldugunu, binaenaleyh kendisini "küffar elinde" birakmamasini rica etmisti.
Gerçi Cem, Fransa Krali XI. Louis ve kendisine taraftar oldugu bilinen Macar Krali Matyas Corvin'in yardimlarini temin etmek suretiyle Rumeli'ye geçecegini ümid ediyordu. Maiyetinde 50 kisi oldugu halde Fransa'ya dogru yola çikarilan Cem Sultan, önce Istanköy'e, oradan da Siracuza (Sicilya)'ya ve sonunda Mesina'ya ugrayarak yoluna devam eder. O, l6 Ekimde Fransa'nin güney sahilindeki Villefrache'a varir. Ancak bu sehirde veba hastaliginin bulunmasindan dolayi Savoie Dükaligina ait Nice'e götürülerek burada uzun müddet alikonur.
Bâyezid, Cem'in, Rodos'a gitmesinden son derece endiselendiginden, Gedik Ahmed Pasa'yi sövalyelerle anlasmak üzere oraya gönderir. Pierre d'Aubbusson, Gedik Ahmed Pasa'nin talebi ve Papa'nin müsaadesiyle Bâyezid'e iki elçi göndererek onunla bir anlasma yapmisti. Anlasma geregince Bâyezid, sövalyelere Cem'i muhafaza etmeleri sartiyla her sene Agustos basinda 45.000 düka vermeyi kabul ediyordu. Bununla beraber Bâyezid, Venedik'e de müracaat etmis, Cem sövalyelerden alinarak muhafaza edildigi takdirde onlara Mora'yi verecegini vaad etmisti. Fakat tecrübeli ve ihtiatkâr Venedik siyaseti, olaylarin gelismesini beklemeyi menfaatine daha uygun bulmustu.
Sultan Bâyezid, memleket dahilinde de Cem taraftarligini ortadan kaldirmaya azm etmisti. Kardesine olan sevgi ve bagliligini bildigi Gedik Ahmet Pasa'yi siyaset (öldürme) ettikten sonra, Iskender Pasa'ya gönderdigi mahrem emirde, Cem'in oglu olan Oguz Han'i öldürmesini emretmisti..
Osmanli Devleti'ne karsi bir tehdid vâsitasi olarak kullanilan Cem Sultan, hemen hemen bütün Avrupa devletlerinin ele geçirmek istedikleri bir rehine idi. Papa Innocent VIII, Napoli Krali Ferrand, Macar Krali Corvin Matyas onu d'Aubusson'dan isterlerken, sövalyelerin reisi Bâyezid'den aldigi paradan baska, Cem'in agzindan sahte mektuplar yazdirarak, annesinden de para çekmenin yolunu bulmus ve Rodos'un emniyeti bakimindan sehzâdeyi elde tutmayi faydali ve vazgeçilmez bir firsat olarak görmüstü. Sayet Bâyezid, Rodos'a karsi tesebbüse geçecek olursa, basta Papa olmak üzere diger Hiristiyan devletlere müracaat edecek, Cem'i bahane ederek onlari, Osmanlilarin aleyhine tesvik edip hucum etmelerini teklif edecekti. Bu arada Bâyezid, Cem'in, Misir'daki annesi ve zevcesi ile mektuplasmasindan süphelenerek, Kayitbay'dan, Cem'in ailesini ister. Fakat red cevabini alir. Bunun üzerine, esasen çesitli sebeplerden dolayi ihtilaf halinde bulundugu Misir Devleti'ne savas açar.
Bu arada Venedik, bir taraftan Papa'ya Cem'i sövalyelerden almasini tavsiye ederken, bir taraftan da, Avrupa'da meydana gelen hadiseleri günü gününe Bâyezid'e bildiriyordu. Bir müddet sonra bizzat VIII. Charles de bu meseleye karistigindan, Paris büyük bir siyasî faaliyete sahne olur. Bu diplomatik pazarliklar esnasinda, Macar elçisinin Cem'i elde etmek üzere tesebbüse geçtigi bir sirada, Venedik elçisi bu tesebbüsü sonuçsuz birakmak maksadiyle Floransa'yi da ise karistirir. Cem'e gelince o, muhafizlarini aldatmak için her çareye bas vuruyordu. Nitekim, Sofu Hüseyin Bey'e Frenk kiyafeti giydirmek (kâfir kisvetine koyup) suretiyle onu Anne de Beaujeu'nun aleyhtari olmasindan dolayi satosu muhaliflerin toplanma yerine dönen Duc de Bourbon'un nezdine gönderdigi gibi, Bourg - Neuf satosunda kalan Celal Bey'in dönüsünde de onunla birlikte firar hazirligina baslar. Ancak sövalyeler bunu sezerek, Cem'i adi geçen satoda yeniden insa etmis olduklari Tour de Zizim (Cem Kulesi) denilen, yedi katli bir kuleye nakl ederler.Bu arada, bizzat Cem'in adamlarindan Ayas, Celal, Sinan ve Sofu Sadi Bey'lerin, sabah gezintisi esnasinda muhafizlarini öldürüp, onu kaçirmak tesebbüsleri de basarisizlikla sonuçlanir. Bunun üzerine Cem, siki bir sekilde göz hapsine alinir.
Bütün bu gelismelerden sonra Papa'nin, Cem'i Macarlara birakmasindan endise eden VIII. Charles, verilen talimat üzerine, Cem'in Italya'ya gitmesine razi olur. Sövalyeler de bunu kabul ettiklerinden bu hususta 5 Ekim l488'de bir anlasma yapilir. Bu anlasma geregince ll Ekim l488'de Bourg - Neuf'ten hareket edip Toulon'a varan Cem, Bâyezid'in, Fransa Krali nezdine gönderdigi elçinin vaadleri üzerine durdurulmak istenir. Zira tam selahiyetle Fransa'ya gelen Osmanli elçisi, Cem Fransa'da kaldigi takdirde, Kamame Kilisesinin Hiristiyanlara birakilacagini, ayrica mukaddes esyalarin krala gönderilecegini bildirmisti. Kralin durdurma emrine ragmen, acele ile Toulon'dan gemiye bindirilen Cem, adeta Fransa'dan kaçirilir. Bu suretle l3 Mart'ta sahili takib ederek önce Ostinya'ya, Tiber nehri yolu ile de Roma'ya ulasan Cem, Vatikan'da kendisine tahsis edilen yere gelir. l4 Mart'ta VIII. Innocent tarafindan resmen kabul edilir. Papa ile görüsmelerinde Avrupa'ya hangi maksatla geldigini anlatarak artik Misir'a gidip ailesine kavusmaktan baska bir düsünce ve arzusunun kalmadigini açiklar. Bu konuda onun yardim ve araciligini ister. Ancak, Cem'in teessürüne istirak edip onunla birlikte göz yasi döken Papa, gerçekte onu alet ederek, Osmanli üzerine bir Haçli seferi açmak emelinde oldugundan, kendisine Macaristan'a gitme tavsiyesinde bulunur. Onun bu teklifine karsi Cem, böyle bir hareketin bütün Islâm âleminde büyük bir nefretle karsilasacagini belirterek cevap vermis olur.
Görüldügü gibi, sehzâdenin bir bakima esâret hayati diyebilecegimiz Bati'daki serüveni, gerçek bir felâketzedenin hayatidir. Vatandan uzak kalmis ve onun hasretiyle yanip tutusan Cem, çektigi elemleri siirlerinde dile getirir. Bulundugu çevrede, sahsiyeti ile ilgili olarak büyük menfaat temini ve siyasî spekülasyonlar icra ediliyordu. Böyle kiymetli bir esire sahip olmakla politik kozlar elde edilecegine inaniliyordu. Sehzâdeye sahip olmak için hükümdarlar birbirleri ile yarisiyor ve bunun için çesitli tesebbüslerde bulunuyorlardi. Bahtsiz sehzâde, Rodos Sövalyelerinin dolandiricilik aleti haline gelmis bulunuyordu. Nihayet, yedi sene kadar devam edecek bir esâret döneminden sonra Papalik makaminin sikistirmasi sonucunda, sövalyeler tarafindan Katolik dünyasinin reisine satilir. Daha önce de görüldügü gibi bu müddet zarfinda kuleden kuleye ve kaleden kaleye nakl edilerek, sehir sehir dolastirildi. Buralarda "devlet bana yar olmadi ah" misralari ile elem ve izdirabini dile getirdigi gibi, hac farizasini ifa edip dinî vecibelerini yerine getirdigi için de
"Olsan sehinsah-i Rum, olmazdi hac nasibin
Bin sükür oldu rûzi bu devlet-i muazzam"
misralariyla da kendini teselli ediyordu. Cenab u Allah'a ve Resûlüne olan iman ve muhabbeti o kadar büyük idi ki:
"Ka'betullah'a varup bir kez tavaf eyledigin
Bin Karaman,bin Acem, bin memleket-i Osman'dur"
misralari ile de bunu dile getiriyordu. Böylece o, Islâm'a olan bagliligi ile kendisini teselli ediyordu.
Islâm'a olan bagliligi ile taninan Sultan Cem, Papaya satilip Italya'ya getirildikten sonra Vatikan'a yerlestirilir. Tesrifat memurunun bütün israrlarina ragmen Papanin huzurunda diz çöküp ondan bagislama dilememisti. Hatta o: "Onlar, Papa'dan magfiret umarlarmis, ben magfireti Allah u Taâla'dan umarim. Bu hususta Papa'ya ihtiyacim yok. Ölümüme razi olurum, dinime zarar olacak is islemezem" diyerek basindaki Osmanli sarigini da çikarmadan Papa ile konusur. Içinde bulundugu durumu, vakarli bir sekilde Papa'ya anlatarak Misir'da bulunan ailesinin yanina gitmek istedigini ve bu konuda kendisine yardimci olmasini istemisti. Papa ise, tahti ele geçirebilmesi için, Rumeli sinirinda bulunmasi gerektigini, Macar Krali'nin kendisini orada bekledigini ve Hiristiyan fakirlere sadaka vermesinden dolayi da Hiristiyanliga olan sevgisini anladigini, sayet Hiristiyan olursa, büyük bir Haçli ordusu toplayarak emrine verebilecegini söylemisti. Cem Sultan böyle bir teklif karsisinda hüngür hüngür aglayarak " öyle günlere kaldik ki bizi dine davet ediyorsunuz. Ben sizden Misir yolunu istedim, siz bana bâtil yol mu gösterirsiz. Itikadimca Muhammed dini hak iken siz hiç dininizden dönüp Muhammed dinine girebilirmisiz? Herkese kendi dininden baskasi bâtildidir." diye bu teklifi siddetle reddederek" Ben dinimi, kardinallik ve papalik degil, Osmanli Sultanligi degil, bütün bir dünya padisahligina degismem. Böyle sözler bize ezadir" cevabini vermisti. Bundan sonra o, sözlerine söyle devam eder: " Eger bu sû-i zan, bizim Nasara (Hiristiyan) fukarasina merhametimizden vaki olduysa, bizim dinimizde sadakat-i fukara vardir. Gerek Müslüman, gerek kâfir olsun" der. Bütün bu sözler, talihsiz Cem Sultan'in Islâm'a ne kadar bagli oldugunu göstermektedir.
Cem, üç sene kadar Papa'nin yaninda kaldi.Bu arada Fransa Krali VIII. Charles, l494 senesi Eylül ayinda büyük bir ordu ile Italya'ya yürüyüp Napoli Kralligi'ni elde etme ve yanina Cem Sultan'i aldiktan sonra Kudüs'e dogru bir Haçli seferi yapma arzusunda idi. Cem'in, kralin eline geçegini anlayan Papa, tesiri zamanla görülecek sekilde onu zehirledikten sonra Napoli'ye gönderir. Sehzâde, kendisinin bütün varligi ile inandigi Islâmiyet aleyhinde kullanildigi ihtimali ile titreyerek böyle bir durumda Islâm ve Müslümanlara zarar vermemek için Allah'in, onu "Dergah-i izzetine almasi için" dua ediyordu. Etrafindaki adamlarina da son vasiyetini yaparak "Benim mevtim haberini intisar ediniz (yayiniz) ki, kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki oyunlari dursun. Bundan sonra karindasim Hüdâvendigâr Sultan Bâyezid Hazretlerine varasiz. Diyesiz ki beni reddetmesin. Ne vechle olursa olsun benim tabutumu kâfir memleketinde komasin. Islâm memleketine çikarsin ve cemi-i borçlarimi eda eylesin. Ve benim anami ve kizimi vesair taallukatimi ve üstümde hizmette sabikasi olan (bana hizmeti geçen) hüddamimi unutmayip hallü haline göre riayet eylesin" dedi. Nihayet l3 senelik aci ve elemlerle dolu bir esâret hayatindan sonra 36 yasinda iken 25 Subat l495 (25 Cemaziyelevvel 900) Çarsamba günü sabaha karsi vefat eder.
Sultan Bâyezid, Cem'in vefatini duyunca bütün memlekette üç gün yas ilan ettirdigi gibi onun irâdesiyle de bütün câmilerde giyabî cenaze namazi kildirilmisti. Cem Sultan'in cenazesi, daha sonra Sultan Bâyezid tarafindan memlekete getirtilerek, Bursa'da, Fâtih Sultan Mehmed'in oglu ve Cem'in agabeyi olan Sultan Mustafa'nin türbesine defnedilir. Sultan Bâyezid, kardesi için yüzbin akça sadaka dagitmis, onun anne ve kizlarina her türlü riayeti göstermisti. Bâyezid, onun hizmetinde bulunanlari da takdir ve iltifatlarla karsilayarak onlari çesitli memuriyetlere tayin eder. Böylece o, an'ane geregince hareket ediyor ve kardesi ile aralarindaki çekismenin, memleket adina siyasî sebeplerle oldugunu anlatmaya çalisiyordu.
Türkçe ve Farsça siirleri bulunan Sultan Cem, iyi yetismisti. Saltanat hirsi yüzünden hem kendisini felakete sürüklemis, hem de sövalyeler ile Papa'nin elinde Osmanli Devleti aleyhine bir alet olarak kullanilmisti. O, uzun süre, gerek devletine, gerekse hânedanina karsi, Hiristiyanlarin elinde bir alet oldugunun farkina varamamisti.
BÂYEZID DÖNEMININ BAZI ÖZELLIKLERI
Cem Sultan olayi ve bu olay yüzünden Avrupa'da Istanbul'u geri alma yolunda dogan umutlar, Bâyezid'i çok dikkatli ve barisçi bir siyaset takip etmeye zorladi. Her ne kadar bazi müelliflerce Bâyezid'in bu tutumu, Cem Sultan korkusuna haml edilirse de, gerçekte is sadece bir taht kavgasi degil, bir devlet meselesiydi. Nitekim, devletin durgun ve hareketsiz bir çagi olarak nitelendirilen Bâyezid devrinin siyasî ve askerî olaylarina baktigimiz zaman, (özelikle Cem Sultan'in vefatindan sonra ) insani sasirtacak bir faaliyetin ortaya çiktigi görülür. Zira Bâyezid, gerektigi zaman faal bir rol alarak savastan da çekinmiyordu. Böylece Osmanli topraklarina yeni yerler katmak suretiyle fetihlerde bile bulunmustu.
Dönemin olaylarina baktigimiz zaman bu olaylarin sebep olduklari degisik karekterdeki çizgilerle karsilasiriz. Nitekim Batida Fransa Krali VIII. Charles'in, Cem Sultan'i bir koz gibi kullanarak Osmanli Devleti'ni parçalayip dagitmak, bu suretle de Bizans'i yeniden kurdurup ihya etme hülyasi ile Kudüs'ü Müslümanlarin elinden alma emeline dayanan gayreti; Doguda ise, Iran Sahi'nin Sîîligi bir ileri karakol olarak vazifelendirip Osmanli ülkesini istila tasavvuru; Güneyde Memlûk Devleti ile Dülkadirogullarinin Osmanlilar aleyhindeki müsterek faaliyetleri; Içte ise Sah -Kulu isyani gibi genis ölçüde yari siyasî, yari ictimaî hurûc olarak göze çarpar.
Bütün bu hareketlerin seyir ve neticesi üstünde duruldugu zaman, Bâyezid devrine menfi bir not verilemez. Zira bu dönemde Osmanli cografyasi Draç, Hersek, Karadag, Kili, Akkirman, Inebahti, Mora, Modon gibi sehir ve kaleleri kazanmis, Macarlara karsi Belgrad seferi açilmis, Osmanli Türk akincilari, Transilvanya, Karinyola, Karintiya ve Polonya'ya akinlarda bulunmuslardir. Bu arada Midilli'ye hücum eden kuvvetli bir Fransiz donanmasinin hücumu püskürtülerek, Venedik ve Fransiz sövalyeleri bozguna ugratilmislardir. Burak Reis'in sehâdetiyle sonuçlanan Osmanli Venedik deniz muharebesi, Endülüs'te son Müslüman Devleti olan Girnata Sultanligi'nin Bâyezid'e müracaati ve Kemal Reis'in komutasinda giden Osmanli donanmasinin Ispanya sahillerinden Müslümanlari alip Afrika kitasina geçirmesi de Türk denizcilik tarihinde parlak bir sayfa açmisti.
Kaynaklarin verdigi bilgiye göre, Osmanli Rus münasebetlerinin baslangiç tarihi de Ikinci Bâyezid dönemine rastlamaktadir. Devletin nüfuz ve itibari öyle bir mertebeye ulasmistir ki, Kirim Hani Mengli Giray'in tavassutu ile Moskova Prensligi'nin gönderdigi elçi, protokoldan anlmayan, yol yordam bilmez bir adam oldugu için geri gönderilmis, bir müddet sonra gelen ikinci elçi ise, Rus tacirlerine ticaret müsaadesi almisti. Hammer ( IV, 34 ) 'de bu konuya temas edilir. Ona göre Kirim Hani Mengli Giray araciligi ile yapilan görüsmelerden sonra Çar III. Ivan, 3l Agustos l492'de Bâyezid'e bir mektup yazarak Azak ve Kefe pasalarinin, Rus tüccarlarina zorluk çikarmalarindan yakinmistir. Ticaret serbestilgi saglamak amaciyla l495'te bir Rus elçisi daha Istanbul'a gelmis, bunu da l499'da yeni bir elçilik heyeti takip etmisti.
SAH - KULU ISYANI
Sultan Ikinci Bâyezid döneminin önemli ve devleti sarsan olaylarindan biri de Teke Sancagi'nda patlak verip Kütahya'ya kadar yayilan Sah- Kulu vak'asidir. Bu olay, siyasî oldugu kadar, iç inzibat ve asayisi ilgilendiren tipik bir eskiyalik hareketidir. Sâmiha Ayverdi, bu ve benzer sakavet (eskiyalik) örneklerini degerlendirdigi ifadesinde güzel ve yerinde noktalara parmak basarak söyle der:
"Selçuklular devrinin Babaî isyani, Çelebi Mehmed devrinin Seyh Bedreddin isyani, nihayet Sah Kulu vak'asi, hatta daha ilerde patlayacak olan Celalî hareketleri, Sia menseli muayyen bir mikrobun, huruc için ictimaî aksakliklardan faydalanma zemini bulmasi kadar, diger bir yüzüyle de âdi sekavet hareketi olarak görülebilir.
Babaî isyanlari, Selçuklularin ictimaî buhran ve siyasî tazyikler ortasinda kalan halkin, bir ölüm kalim kaygisina düstügü devirlere rastlamis, Seyh Bedreddin'in hurucu da yine mes'um Timur macerasinin, devlet ve cemiyet mekanizmasini alt üst ettigi devrin mahsûlü olmustu.
Dikkat edilecek olursa, bu bas kaldirma vak'alari, Sünnîler arasinda degil, daima Siî - Bâtinî topluluklar içinde inkisaf zemini bulmustur. Bu Sia menseli ve görünüste bir mezhep ve akide mücadelesi damgasini tasiyan hurûclarin asil gayesi, komsu Iran'dan gelen siyasî tertiplerle, topluluklarin arasina ayirici ve yikici bozgunlar sokmakti. Dikkat edilecek olursa bir Mehdîlik motifi etrafinda hareketlenen bu isyanlar, derhal renk degistirerek, bir iktidar davasina çevrilmis, tenkil kuvvetlerine galebe çalan bu sakilerden bir kisminin, namlarina hutbe okuttuklari, dirlik ve mesned dagittiklari dahi görülmüstür."
Anadolu'da meydana gelen düzensizlik, Sah Ismail taraftarlarinin serbestçe teskilât kurmalarina ve propaganda yapmalarina imkân vermisti. Sah - Kulu ( Osmanli tabiri ile Seytan-Kulu), adi ile anilan Kizilbas Seyhi, Hasan Halife'nin ogludur. Babasi desturunu , Sah Ismail'in babasi Seyh Haydar'dan almisti. Uzun yillar hizmetinde bulunmus, daha sonra Antalya civarinda Yalinlu köy yakininda bir magaraya yerleserek gizli ve sirlarla dolu bir hayat yasamaya baslamisti.
"Hasan Halife ölünce, onun postuna oglu Sah - Kulu geçti. Toroslar bölgesi, öteden beri Iran ve Horasan'dan gelen göçmenlerin yasadigi belli basli yerlerdendi. Bu göçmenler, yasayislarina uygun tarikatlara mensubtular. Aralarinda Alevî, Tahtaci ve Kizilbaslar çoktu. Hasan Halife ve oglu Sah - Kulu, bunlari kisa zamanda saflari arasina aldilar. Hükümetten memnun olmayan köylüler, asiretler ve çiftlikleri ellerinden alinan timar erleri ile sipailer, Sah - Kulu ve babasindan destur alarak Kizilbas'ligin en sadik bendesi oldular. Bilhassa Sehzâde Korkud'un Misir'a gidisinden faydalanan Sah - Kulu, faaliyetlerini artirdi.
Taraftarlari, Sah - Kulu'nun, Allah, Peygamber ve Mehdi oldugunu iddia ediyorlar, memleketin, düstügü felaketten ancak onun sayesinde kurtulacagini ileri sürüyorlardi. Sah - Kulu, zaman zaman Kapulu Kaya'da Döseme Derbendi'nde toplanti ve âyinler yapiyor, Anadolu'yu Iran'la birlestirmek için bütün gayretini sarfediyordu. Garip hayati ve labirente benzeyen meskeni, onu, halk arasinda tanrilastirmis idi. Sah - Kulu isyani, sanildigi kadar basit ve gelisigüzel tertiplenmis bir hareket degildir. Sah - Kulu, isyanindan önce ve sonra, devlet dahilindeki bütün taraftarlarina mektuplar yazmis ve casuslar göndermisti. Bu mektuplarda, hazirlanmalarini emretmisti. Bu suretle Sah - Kulu hareketi planli tertiplenmis, Anadolu'yu Kizilbas yapmak için esasli surette hazirlanmistir.
Siî - Bâtinî karekterli bir hareket olan Sah Ismail'in faaliyetleri, Osmanli Devleti için büyük bir tehlikeye isaret ediyordu. Devletin varligina kast eden Sah Ismail'in faaliyetleri, daha önceki iki faaliyetle benzer özellikleri tasimasindan dolayi Uzunçarsili tarafindan su ifadelerle degerlendirilir: " Osmanli Devleti'nin Anadolu'da genislemesi, kendisini muhtelif tarihlerde üç büyük tehlike ile karsilastirmisti: l.Timur, 2. Uzun Hasan ve 3. Sah Ismail. Belli bir mezhebin inanç sistemi (akidesi) üzerine kurulan Safevî Devleti'nin kurucusu Sah Ismail tehlikesi, sinsi bir sekilde ülkeye sokularak gelmekte idi. Gerçekten Sah Ismail, Iran, Azerbaycan ve Irak'i aldiktan sonra bir hayli cüretlenmis görünmektedir. Bu dönemde Osmanli ülkesinde ona bagli epey taraftari vardi. Sah Ismail, meydana getirdigi askerlerine kirmizi çuhadan taclar giydirdiginden dolayi taraftarlarina "Surhser" yani "Kizilbas" denilmis ve bu isim genellik kazanmistir. Sah Ismail, Anadolu'daki Alevîleri iyiden iyiye kendine baglamak için buraya (Anadolu'ya) kendi adamlarini gönderip propaganda yaptiriyor ve el altindan Osmanlilar aleyhine genis bir isyan hazirliyordu. Bu gizli faaliyet, Anadolu'da Osmanli idaresindeki Kizilbaslari, alttan alta ayaklanmaya hazirliyordu. Bunun için Anadolu'ya, halife ismi verilen bir takim alevîler gönderiliyordu. Bâyezid'in, Arnavutluk Seferi'nden dönüsü esnasinda Isik adinda bir Kizilbasin, kendisine suikast yapmak üzere iken öldürülmesi, Sah Ismail taraftarligi faaliyetinin ne kadar genisledigini gösterir. Bâyezid, bunlarin Anadolu'daki faaliyetlerine son vermek için, Iran'a gitmelerine müsaade etmedigi gibi yakaladiklarini da Rumeli'ye sürmüstü. Sah Ismail'in, ülkedeki tahriklerini ve takip ettigi siyaset ile maksadini iyi anlayan Trabzon Valisi Sehzâde Selim, ona ilk silleyi vurmustu. Anadolu'dan, kendisi ile görüsmek için gelen ziyaretçilerin men edilmesi, Sah Ismail'i hem taraftarlari ile görüsmekten, hem de "nezir" denilen önemli bir gelir kaynagindan mahrum etmisti. Sah Ismail, bu yasagin kaldirilmasi için Osmanli hükümdari nezdinde tesebbüste bulunduysa da bu arzusu kabul edilmedi.
Hem yerli hem de yabanci kaynaklara dayanarak Tekeogullari ve Sah-Kulu baba Tekeli Isyani haklarinda makaleler yazan Sehabeddin Tekindag, bu konuda daha detayli bilgi vermektedir. Onun, bu makalelerinde Osmanli Devleti'ne karsi olan isyani açiklayan ve ortaya koyan bölümlerini kisaca vermek istiyoruz. Böylece, Sultan Bâyezid döneminin, görünüste dinî karekterli olan bu isyani hakkinda bilgi saibi olmaya çalisacagiz.
"Sah Ismail'in, Akkoyunlulari bertaraf edip Safevî Devleti'nin temellerini atmasindan sonra, daha önce oldugu gibi bu sefer de On iki Imam'a mütemayil taraftarlar, kisim kisim Iran'a göç etmekle yeni kurulan Siî Devletin kudretini artirmaya baslamislardi. Bilhassa on iki dilimli kizil taç veya külah (= Tâc-i Hayderî ) in kabulünden sonra Kirsehir, Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum çevresinde Safevî (Siî)lere taraftar olanlar, Hataî mahlasiyla siirler yazan Sah Ismail'e büyük bir baglilik göstererek onu bir kurtarici olarak kabul etmislerdir. Nitekim Egriboz'lu Yeminî gibi sairler, Safevîleri müdafaa ettikleri gibi, Sah Ismail, sonra da Sah Tahmasb ile siki münasebetleri bilinen Hoy'lu Pir Sultan Abdal, Osmanli Türklerine karsi mezhebinin zaferini ve sahinin galebesini temenni eden nefesler kaleme almistir. Bu nefeslerde Sünnîlere karsi büyük bir kin göze çarpmaktadir:
Lânet olsun sana Ey Yezid Pelid
Kizilbas mi dersin söyle bakalim
Biz ol asiklariz ezel gününden
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Ey Yezid, geçersen Sahin eline
Zülfikarin çalar senin beline
Edeple girdik biz kirklar yoluna
Kizilbas mi dersin söyle bakalim.
Yuf etti erenler e münkir size
Iftira ettiniz sizler de bize
Muhammed sizleri tas ile eze
Rafizî mi dersin söyle bakalim
Pir Sultan'im eder lânet Yezid'e
Müfteri yalanci Yezidler sizi
Iste Er meydani çik meydan yüze
Rafizî mi dersin söyle bakalim.
Sah Ismail'e gösterilen bu baglilik, Osmanli Devleti tarafindan daima dikkatle takip edilmis ve Iran'dan gelen Kizilbaslar ile onlara yardim eden Anadolu'daki taraftarlari cezalandirilmistir.
Bu arada Sah Ismail, bazi diplomatik tesebbüslerle taraftarlarinin takipten kurtulup rahatça Iran'a gelmelerini saglamak istemis ve bu maksatla II. Bâyezid'e müracaat etmisti. Iste bu Teke -eli (sonradan: Tekeli) sipahîleri, l500 de, Bâyezid II. devrinde Sah Ismail'in müridleri olarak Erdebil'i ziyarete gitmislerdir ki, bunlarin gidip dönmediklerini, bu yüzden sipahî sinifinin günden güne azalmakta oldugunu gören Bâyezid, bir tedbir olmak üzere Iran'a gideceklere geri dönmek sartiyle izin verilebilecegini açiklamis ve bundan sonra Sûfî (Sah Ismail) nâmina kimsenin hududdan geçirilmemesi için siddetli emirler vermistir.
Yine bu Tekeli sipahîleri, l5l0'da bazi fena niyetli kimseler yüzünden timarlarinin (dirlik) ellerinden alinip, layik olmayanlara devredilmesi sebebiyle eski imtiyazlarini kaybetmeleri yüzünden, devlete isyan ile Sah Ismail'e meyl etmislerdir. Bu yüzden, Sah Ismail'in halifesi Karabiyik oglu Sah -Kulu Baba Tekeli (Osmanli tarihlerinde Seytan-Kulu) ile birlesmisler ve çikan isyanin büyük bir sür'atle genisleyip bütün Anadolu'yu tehdid etmesinde de mühim bir rol oynamislardir. Sah - Kulu Baba Tekeli, II. Bâyezid'in yasliligi, yumusakligi ve sehzâdeler arasindaki anlasmazliklari firsat bilerek artik harekete geçme zamaninin geldigine karar verir. Bu sebeple o, devletin her tarafina dagalmis olan taraftarlarini çogaltmak için babasinin ölümünden sonra memleketin hâli (bos ) olup firsatin kendisinde oldugunu ileri sürerek bilhassa maiyetindeki sipahilerden Çakir-oglanlari, Kizil-oglu, Göle-oglu, Dede-Alisi ve Hizir, Kapulu-Kaya'daki Döseme Derbendi'nde devlet aleyhine gizli toplantilar tertip etmis ve müridlerinden Safer'i Siroz'a, Imam oglu'nu Selanik'e, Taceddin'i Zagra yenicesi'ne ve Pir Ahmed'i Filibe'ye göndermek suretiyle genis bir propaganda faaliyetine girisir. Bu arada, Sah-Kulu'nun Döseme Derbendi'nde yaptigi ayinleri ve giristigi propaganda faaliyetlerini dikkatle takip eden Antalya Kadisi, sehrin Subasisi'ni göndererek, bu toplantilari bastirdi ise de Sah Kulu kaçip kurtulmayi basarir. Onun bu kurtulusu, müridleri tarafindan baska bir propaganda vasitasi yapilarak bir mânada ilahlastirilmasina sebep olmustur. Nitekim, Antalya Kadisi'nin Sehzâde Korkut'a gönderdigi 9l6 Zilhicce (l5l0 Nisan) tarihli belgeden, müridlerinin onun hakkinda: "Allah budur, Peygamber budur, sûr-i hesab bunun önünde olsa gerektir, buna itaat etmeyen imansiz gider"dedikleri anlasilmaktadir. Anadolu'nun maruz kaldigi en büyük tehlike, sehzâdelerin birbirleri ile ugrasmaya basladiklari bir sirada, Antalya'dan Manisa'ya gitmekte olan Sehzâde Korkud Çelebi'nin adamlarina saldirip, Antalya'dan üzerine gönderilen kuvvetleri de maglub eden Sah - Kulu Baba Tekeli, Teke-eli'nin sehir,kasaba, karye (köy), dag, yayla ve obalarinda bulunan Siî ve Alevîlige mütemayil bütün Türkmenleri etrafina toplamis, timarlari ellerinden alinmis kizgin sipahîlerin de yardimlari ile Teke-eli'nin kendine tabi olmayan bütün köy ve kentlerini yagma edip halkini da öldürtmüstür. Kaynak ve vesikalardan anlasildigina göre, Istanoz (Korkuteli) kasabasini tahrib edip, Elmali'nin mescid ve zâviyelerini yikan Sah - Kulu Baba Tekeli, eline geçirdigi Kur'an'lari da atese atip mahvetmistir. Bundan sonra Gölhisar'i alarak her tarafi yakip yikmaga eline geçen canlilari ise insan ve hayvan ayirmaksizin, acimadan öldürtmeye baslamistir. Onun bu vahsice hareketleri, Sehzâde Osman'in Divân'a gönderdigi arîza (rapor)da oldugu gibi, Sehzâde Korkud Çelebi tarafindan daha sonra Istanbul'a sevk edilen Sûfî'nin ikrarlarindan da bütün çiplakligi ile ortaya çikmistir. (TSMA.Nr.5053). Bundan sonra Baba Ishak-i Horasanî gibi, kendisinin Mehdî oldugunu iddia edip Burdur'a kadar gelen Sah - Kulu Baba Tekeli'nin etrafina 20.000 kisi toplanmistir ki, bunlarin ekserisini, çoluk-çocuk, mal ve hayvanlari ile gelen Tekeli Türkmenleri teskil ediyordu. Yine vesikalardan anlasildigina göre, Teke - eli'nde Sah adina bir Türkmen devleti kurmak isteyen Sah - Kulu Baba Tekeli, bundan sonra Keçiborlu, Sandikli, Kiçisiçanlu, Ulusiçanlu'yu geçip Altuntas'i yaktiktan sonra "dagdan bosanmis hanazir-i tir horde gibi deprenüb" Kütahya önüne geldi.Tekeli sipahîlerin tesvikleri ile Kütahya kalesini muhasara ve zaptetmis, Anadolu Beylerbeyi olan Karagöz Pasa'yi kaziga vurdurmakla yetinmemis, demire sarilan etlerini de ocakta pisirmistir. Bundan sonra Kütahya Hisarini zapt eden Sah-Kulu'nun askerleri, sehri atese verirler. Adamlari ile müsavereden sonra Alasehir Ovasi'nda Sehzâde Korkud tarafindan üzerine gönderilen Hasan Aga ile maiyetini maglub eden Sah -Kulu'nun bu basarisi, bütün Anadolu'ya dehset saçmaya yetmisti. Onun, Bursa'ya dogru harekete geçmesi üzerine, Sadrazam Hadim Ali Pasa, Rumeli'den Anadolu'ya geçer. Bunun üzerine Sah - Kulu, Teke-eli'ni Karaman'a baglayan Kizilkaya Bogazi'na çekilmek zorunda kalir. Bunun üzerine Sadrazam ile Amasya valisi Sehzâde Ahmed, Kizilkaya Bogazi'ni 38 gün muhasara ettilerse de Sah - Kulu Baba Tekeli, önce Incirli Derbendi'nden, sonra da Döseme Derbendi'nden kayalar arasindan kendine bir yol açarak Beysehir önlerine gelmeye muvaffak olur. Daha sonra Kayseri yolu üzerinden Sivas yakinindaki Gedik Hani mevkiine gelen Sah - Kulu Baba Tekeli üzerine az bir kuvvetle yürüyen Hadim Ali Pasa, Tekeli Türkmenlerinin siddetli mukavemeti ile karsilasmis, girisilen savas sonunda Sah - Kulu ve Hadim Ali Pasa okla vurulmuslardir. Bu savastan sonra sür'atle Iran'a dogru çekilen Tekeli sipahîleri ve Türkmenler, Erzincan'da hacca giden bir Iran kervanina saldirdiklari için Sah Ismail'in hakaretlerine maruz kalmislardir. Anadolu'da 50.000 kisinin ölümüne sebep olan bu isyan..." diye verdigi bilgi, bizim burada nakl ettigimizden daha uzun olmakla birlikte, bu kadari ile yetinmek istedik. Zira bu kadari bile o dönemde, ülkede estirilen Siîlik havasi ve propagandanin sebep oldugu olalar hakkinda bir fikir vermektedir.
Ikinci Bâyezid, hükümdar oluncaya kadar ömrünü, silahtan çok ilim ve ilmî eserleri mütalaa etmekle geçirmisti. Amasya valiligi esnasinda sükûnet içinde yasamisti. Karekter bakimindan yumusak ve rahata meyilli idi. Siirden hoslanir, dünya olaylarini hayret aynasindan temasayi severdi. O, mecbur kalmadikça savasmayi istemezdi.
Onun, Amasya valiligi dönemindeki hal ve hareketi ile hükümdarligi dönemindeki hal ve hareketi birbirinden çok farklidir. Vali olarak bulundugu Amasya, Selçuklular devrinden beri Anadolu'nun mamur bir sehri, yüksek âlim ve sairleri ile bir fikir merkezi oldugundan, Bâyezid burada hem ilim muhitinde, hem de eglence âlemleri içinde yasamisti. Bu bakimdan, babasi Fâtih Sultan Mehmed tarafindan azarlanmis, kendisini sefahata alistiran Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesi bile emrolunmustu. Fakat Bâyezid, daha önce bu emirden haberdar olunca yol harçligi vererek Abdurrahman Efendi'yi kaçirabilmisti. Bundan sonra babasina yazdigi arizada zayiflamak için aldigi bazi "müferrihat" tan vaz geçtigini bildirerek af edilip bagislanmasini dilemistir. Böylece o, sismanligini gidermek için böyle bir yola bas vurdugunu bildirerek aleyhindeki cereyani durdurmustur.
Bâyezid, Osmanli hükümdarlarinin âlim ve sairlerindendir. Siirde "Adlî" mahlasini kullanirdi. Yaratilis itibari ile huzur ve sükûneti severdi. Bu haslet, onun mücadeleden uzak durmasina sebep olmustu. Nitekim, o, kendisine karsi tahti ele geçirme davasi ile silaha sarilmis olan kardesi Cem Sultan'a galip gelince, o dönemde Memlûk Devleti'nin bir vilayeti olan Kudüs'te yasamasi sartiyla ona baris teklifinde bulunmus ve kendisine büyük rakamlarla ifade edilebilecek miktarda para yardiminda bulunacagini va'd etmisti. Fakat sonralari, yedi Hiristiyan devletin, Osmanlilar aleyhine bir araya gelip kendisine karsi yapacaklari bir savasta, onu bayrak yapmak istemeleri ve kendisinin basi üzerinde sürekli bir tehdid gibi tutmak amaci ile hareket etmeleri üzerine Bâyezid, kardesinin uyusmaz bir düsmani olmustu. Zira o, (Cem Sultan) bahane edilerek Osmanli Devleti yok edilmek isteniyordu.
Sultan Bâyezid'in karekterini ortaya koyan belgelerden biri de l496 senesinde Osmanli ülkesine gelen Venedik elçisi Sagadino'nun senatoya verdigi rapordur. O, raporunda Bâyezid'in 56 yasinda, simasinin esmere yakin bir sarilikta oldugunu, uyku, sükût ve rahati seven. iyi yeyip içen, zevkine düskün ve harpten kaçinan bir hükümdar oldugunu belirtir. Keza l503 senesinde Andrea Gritti'nin tasviri daha da dikkat çekicidir. O, Bâyezid'i söyle tasvir eder: "Etli ve dolgun çehresinde hiç te zâlim ve korkunç bir insan belirtileri yoktur. Boyu, ortadan uzun, zihnen mesgul oldugunu belirten karayagiz çehreli ve fitratan magmum ve mahzundur. Az yemek yer, hiç sarap kullanmaz, O, makina san'atlarini çok sever, iyi kesilmis kirmizi akiklerden, islenmis gümüsten, güzel yapilmis esyadan çok hoslanir. Ata binmekten hoslanir, fakat buna simdi nikris hastaligi manidir. Kimse ondan daha iyi ok kuramaz. Daima ibadet ile mesgul olur, câmiye çok gider, sadaka dagitir, felsefede behre ve malumati olmakla ögünür ise de en çok vâkif oldugu ilim, ilahiyât ve hey'et ( astroloji)dir."
Sonuç olarak Sultan Bâyezid hakkinda sunlari söylemek mümkündür: O, ortadan biraz uzunboylu, yagiz çehreli, ela gözlü, genis gögüslü bir kimsedir. Yumusak bir yaratilisa sahipti. Gençliginde serbest bir hayat sürdürdügü halde padisahliginda ibâdet ve hayir islerine yönelmisti. Bu sebeple de Bâyezid-i Velî diye anilir olmustu.Mecbur olmadikça savastan uzak kalmaya dikkat etmis, "nizâm-i memleket" için Istanbul'dan ayrilmamayi tercih etmisti.