gittigidiyor

Yakın Tarih 2

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
3. Tek Parti döneminin bitmesinden sonra

Menderes'in son mektubu

Yakin tarihimiz, sapka giymedigi iddiasiyla asilan yüzlerce erkek ve bir kadinin yani sira, batili düsünürlerin ifadesiyle "Türkçe ezan" tekrar Arapçaya çevirdigi için asilan basbakan ve bakanlara da sâhit olmustur. Adnan Menderes'in idamindan biraz önce bir asker vasitasiyla gizlice Giyaseddin Emre'ye gönderdigi asagidaki mektup, yakin tarihimizin iç yüzünü ortaya koyan sayisiz belgelerden biridir.

"Sizlere dargin degilim, sizin ve diger zevatin iplerinin hangi efendiler tarafindan idare edildigini biliyorum. Onlara da dargin degilim. Kellemi onlara götürdügünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet ugruna koydugu basini 17 sene evvel almadigimiz için sizlere mütesekkirdir. Idam edilmek için ortada hiçbir sebep yaok. Ölüme karar-i metanetle gittigimi, silahlarin gölgesinde yasayan kahraman efendilerinizce acaba söyleyebilecek misiniz ?

tarih72.jpg


Sunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanilacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizii yine de 1950'de kurtarabilirdim. Dirimden Korkmayacaktiniz. Ama simdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes'in ölümü sizi ebediyete kadar takib edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna ragmen merhametim sizlerle beraberdir.

tarih7.gif


Mektubun asli

(Bu sözler, Adnan Menderes tarafindan bir araci ile Giyaseddin Emre'ye ulastirilmistir. Belge tarafimiza Giyaseddin Emre tarafindan verilmistir. Öteki Menderes, s. 75)

Kaynak: Zafer dergisi, sayi: 238, Ekim 1996, s. 14
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Tarihte Tesettür düsmanligi

98 Subatinda Istanbul Üniversitesi Rektörlügünün yayinladigi genelgeyle üniverseteye bagli fakülte, yüksekokul, sosyal tesisler vs.'de basörtünün yasaklanmasi ve bu yasaga karsi ögrencilerin gösterdigi kesintisiz direnis basörtüsü sorununu Türkiye gündeminin üst siralarina tasidi. 98-99 egitim-ögretim döneminde YÖK (Yüksek ögretim kurulu, M.K.) kararlari dogrultusinda yasagin diger üniversitelere de yayginlastirilmasi ve ögrencilerin yasak karsisinda kararli tutumlari nedeniyle basörtülü yasagi, basörtüsü konulu tartismalar bu senye de yayildi...

Bu yazi basörtüsü daha genellersek örtünme olgusu tarihine, bu konuda lehte ve aleyhte olusan taraflar ekseninde kisa bir degini olacaktir.

Tevhid-sirk, hak-batil, zalim-mazlum gibi zitliklar baglaminda, en eski çatisma alani olarak insanligin atasi Adem-Havva (as.) ve onlarin Iblisle mücadelerinde örtünme ve çiplaklik tezatliklarini da görmekteyiz. Bu mücadelenin en önemli unsurlarindan biri olmasi örtünmenin hayatiyetini ortaya koymaktadir.

tes1.jpg


"Derken seytan, birbirine kapali ayip yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu agaci sirf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladi, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size ögüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onlari hile ile aldatti. Agacin meyvesini tattiklarinda ayip yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarindan üzerlerini örtmeye basladilar.

Rableri onlara: Ben size o agaci yasaklamadim mi ve seytan size apaçik bir düsmandir, demedim mi? diye nidâ etti. (Adem ile esi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eger bizi bagislamaz ve bize acimazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. Allah: Birbirinize düsman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerlesme ve faydalanma vardir, buyurdu. "Orada yasayacaksiniz, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çikarilacaksiniz" dedi." (A'raf, 20-25)

Ayet grubunda en can alici noktalar Adem (as)'in sahsinda insanlarin "meleklesme" ve "ölümsüzlük" gibi iki zayif noktasi ve seytanin insani çiplaklastirma girisimi Adem ve Havva'nin panik halinde örtünmeye çalismalari, çiplakligin onlarda uyandirdigi rahatsizlik, utanma duygusu. Böyle fitri konudaki basrisi seytani ve onun takipçilerini ümitlendirmis, insani saptrimada bir baslangiç noktasi, diger kötülükleri için bir cesaret kaynagi olmustur.

Bu mücadele Adem ve esinin dünyaya gönderilmesyile mekansal bir degisme ugrayarak sürmüs, günümüze kadar gelmistir. Allah (cc) bu mücadele konusunda kullarina uyarilarda bulunmustur.

"Ey Âdem ogullari! Seytan, ana-babanizi, ayip yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çikardigi gibi sizi de aldatmasin. Çünkü o ve yandaslari, sizin onlari göremeyeceginiz yerden sizi görürler. Süphesiz biz seytanlari, inanmayanlarin dostlari kildik. Onlar bir kötülük yaptiklari zaman: "Babalarimizi bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülügü emretmez. Allah'a karsi bilmediginiz seyleri mi söylüyorsunuz?" (A'raf, 27-28)

Peygamberimiz döneminde inen ayetlere baktigimizda örtünmenin fonksiyonlarini anlayabiliriz.

"Ey Peygamber! Hanimlarina, kizlarina ve müminlerin kadinlarina (bir ihtiyaç için disari çiktiklari zaman) dis örtülerini üstlerine almalarini söyle. Onlarin taninmasi ve incitilmemesi için en elverisli olan budur. Allah bagislayandir, esirgeyendir." (Ahzab, 59)

Örtü, kadinin toplumiçinde cazibesiyle, çekiciligiyle yer almasini engeller. Onun bu anlamda sömürülmesini önler. Kadin ve erkegi birbirlerine karsi korur. Kadina toplum içinde hür ve saygin bir kimlik kazandirir.

Bütün bu amaçlara ulasilmasi için sadece örtü yetmez. Kadina oldugu kadar erkege de baska yükümlülükler düser.

"(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, irzlarini da korumalarini söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranistir. Süphesiz Allah, onlarin yapmakta olduklarindan haberdardir." (Nur, 30)

Önce erkeklere daha sonra da kadinlara bu uyari tekrarlanir.

"Mümin kadinlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kisimlari müstesna olmak üzere, zinetlerini teshir etmesinler. Bas örtülerini, yakalarinin üzerine (kadar) örtsünler. Kocalari, babalari, kocalarinin babalari, kendi ogullari, kocalarinin ogullari, erkek kardesleri, erkek kardeslerinin ogullari, kiz kardeslerinin ogullari, kendi kadinlari (mümin kadinlar), ellerinin altinda bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadinina sehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadinlarin gizli kadinlik hususiyetlerinin farkinda olmayan çocuklardan baskasina zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte olduklari zinetleri anlasilsin diye ayaklarini yere vurmasinlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtulusa eresiniz." (Nur, 31)

Bütün bu uyarilarin korunma yollarinin takvayla bütünlügü, onunla kemale erisecegi, tamamlanacagi unutulmamali.

"Ey Adem ogullari! Size ayip yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattik. Takvâ elbisesi... Iste o daha hayirlidir. Bunlar Allah'in âyetlerindendir. Belki düsünüp ögüt alirlar (diye onlari indirdi)." (A'raf, 30-31)

Tarih boyunca Allah (cc.) peygamberleri vasitasiyla insanliga örtünmeyle ilgili emirlerini göndermistir. Ancak peygamberlerin ardindan hak dinin saptirilmasiyla örtünme anlayisinda da sapmalar olmustur. Örtünme bazen kadini bezen toplumsal hayatten tamemen soyutlayarak, ikinci, üçüncü sinif bir varlik, kötülük ugursuzluk kaynagi olarak nitelendirecek seklinde anlsailarak bir zulüm aracina dönüsmekte. Bazen de kadini tam aksine meta gibialgilayarak, kullanarak, çiplaklastiracak sekilde anlasilmaktadir. Tarih boyunca çesitli toplumlarda veya bir toplumda farkli tarihsel dönemlerde veya ayni dönemde degisik sekilde örtünme anlayislari mevcut olmustur. Dikkat edilmesi gereken nokta bu anlayislarin beslendigi düsünsel, felsefi, ananevi, dinsel temellerdir.

"Basörtüsü yahudiler için ar, namus, iffetin bir simgesi, onlari putperest kadinlardan ayiran bir isaret, Hristiyanlar için kadinlarin erkeklere göre daha asagi konumunun, evli kadinlarda erkege bagliligin, itaatin, hür olmadiginin bir simgesidir. Sonraki dönemlerde ise ait olunan nir sinifin simgesi haline dönüsmüstür. Özellikle Araplar arasinda seçkin aile mensuplarinin kullandigi kentli ve üst sinifa ait olmanin bir simgesiydi. Özellikle Tevrat ve onun etkisinde kalan Hristiyan toplumlarda örtü kadinin erkek karsisindaki konumunu temsil etmis. Adem ve Havva'nin cennetten kovulmasina neden ilk günahin suçlusu olarak görülen kadinin durumu iyice kötülesmis, örtüsü erkek karsisinda ikinci sinif bir varlik olarak, ona kullugu temsil etmistir. Ortaçag'da Avrupa'da giyim toplumsal siniflarin göstergesi olmus, hatta ait olmadigi bir sinifin giysisini giyenleri cezalandirmak için kanunlar koyulmustur." (Cihan Aktas, Kilik kiyafet ve iktidar, Nehir yay. Istanbul, 1991, cilt 1, s. 32-37)

tes2.gif


(Bursa'daki zulme karsi protesto)

Örtünme sekillerindeki farkliliklarin ardindaki düsünsel, geleneksel, dinsel unsurlar baglaminda kilik-kiyafet artik bir kimlik bildirimi, disavurumu, aidiyet ifade etmesi açisindan cinsel veya toplumsal bir sembol islevi de görmektedir. Bu nedenle kilik-kiyafete müdahaleler ayni zamanda bunun ardindaki düsüncelere, dine, ya da topluma, kimlige karsi yapilan müdahale haline gelecektir. Kimligin sert, çekirdek unsurlarindan oldugundan müdahalelere tepkiler de sert olmakta, bu konudaki degisimler zor ya da çok uzun zaman zarfinda gerçeklesebilmektedir.

Islam peygamberinin müslüman bir kadinin örtüsüne yahudiler tarafindan yapilan müdaheleye en sert biçimde karsilik vermesi, o kavme savas açmasi peygmber tarafindan bu müdahalenin Islam'a yapilan bir müdahale seklinde algilamasindandir.

Müslüman kadinlara yönelik bu tarz saldirilar tarihte savas dönemlerinde görülmektedir. Endülüs'ün düsüsünde, Asya ve Afrika'da müslüman toplumlarin batili emperyalistlerce sömürgelestirilme dönemlerinde, müslüman kadinlar bu tür saldirilara maruz kalmislardir.

Batili ülkeler sömürgelerinden yerlerine batici elitleri birakarak çekildiler. Artik çikarlarini kendi adlarina bu azinlik koruyacak sekil degistirirek sömürü devam edecektir. Islam'a, müslümanlara, saldirilari bu seçknici grup efendilerinden devralacaktir. Son asirda bu saldirilarin ardinda hep bu zihniyet olacaktir. Bu zihniyeti besleyen psikolojk unsur, Bati karsisinda sürekli gerileyis, yenilgi, maglubiyet. Bunun olusturdugu -özellikle aydinlar arasida- asagilik kompleksi, güvensizlik kendi toplumuna, kültürüne, degerlerine karsi yabancilasma. Sorun kendimiz, toplumumuz, biz besleyen, bizi biz yapan degerler, doguya ait olusumuz. Tek çözümü vardir bu zihniyetin; Batililasmak, herseyiyle, gülüyle dikeniyle batililasmak. Bütün toplumun yüzü kendi yüzleri gibi batiya dönmeliydi. Degisim mutlak, geriye dönüssüz, kesin, ani...

Yönetici elit tepeden inmeci, jakoben uygulamalarla halk için halka ragmen toplumu tepeden tirnaga degistirecek, dönüstürecek, toplum mühendisligi devreye girecek. Halk degisime direnecek, direndikçe seçkinler uygulamalrinda daha da pervasizlasacak, uygulamalar zulüm boyutuna ulasacaktir.

Bu anlayis Kuzey Afrika, Asya'daki sömürge geçmise sahip ülkelerde halk ve yönetici elit, aydin arasindaki çatismayi arttirarak devam ettirmekte, gelir daletsizligi, rüsvet, yolsuzluk gibi kirlilikle daha da derinlestirmektedir.

Iran Sahi Riza Pehlevi'nin ve Afganisatan'da Emanullah Han'in modernizm hareketi, kadinlarin kilik-kiyafetni müdahaleleri halkin tarafindan tepkiyle karsilanmis, sonunda ikisi de tahtlarindan olmustur. Tunus'ta bugün hala basörtüsü halka açik yerlerde yasaktir.

Batili devletlerin fiili anlamda sömürgesi olmamis toplumumuzda da durum aynidir. Osmanlinin gerileyisiyle ortaya çikmistir. Artik Osmanlinin Osmanlinin Avusturya Imparatorunu ancak kendi vezirine denk saydigi, krallik degisimi törenlerine kendisini temsilen bahçivanini gönderdigi dönemler geride kalmistir. Çöküsün sebepleri önce askeriyede aranir sonuç vermez. Çöküs askeri, ekonomik, toplumsal vs. her alanda hizlanarak devam etmektedir. Batililasma çözüm olarak görülür. III. Selim'le baslar, II. Mahmud'un uygulamalarinda halkin tepkisini çekecek boyuta ulasir. Iki sultan da kilik-kiyafette batililastirmaya çalismistir. Askeri alanda baslayan uygulamalar devlet memurlarini da kapsayacak sekilde genisletilir. Sarik sarmak yasaklanir, erkeklerin sakallari kisaltilir, kendisi dahil devlet memurlari Avupai tarzda giyinir.

Avrupa karsisindaki bu psikolojik eziklik Rusya'da Deli Pedro'nun uygulamalarina da yansimis. Rusya'nin geri kalis sebebinin Avrupali -özellikle Hollandalilar- gibi giyinmemeye baglamis. Uzun sakalli erkekkler yakalatarak zorla tras ettirmis, kadinli erkekli salon toplantailari tertip ettirmis, kalpak yerine sapka giyilmesini mecburi tutmus. Halkin tepkilerini kirmak için de Moskova'yi top bataryalari ile kusatmistir. (Cihan Aktas, a.g.e., s. 45)

Batililasmanin nasil olacagi aydinlar arasinda tartisma konusuydu. Batinin ilmini, teknigi alalim, ahlakini, kültürünü almayalim diyenler oldugu gubu batinin kültürüne, yasayis tarzina giptayla bakanlar da vardi. Batinin teknigini almak, egitim görmek üzere Avrupa'ya gönderilen gençler yazar, sair olarak kendi toplumundan, degerlerinden tiksinir bir ruh haliyle geriye dönmekteydiler (Ayni Tevfik Fikret'in önce Hristiyan, sonra papaz, sonra da piskopos olan oglu Haluk Fikret gibi, M.K.). Bu grup aydinlarda her yönüyle batililasmak fikri agir basiyordu, önceligin giyim kusam, balo, salon toplantilarina verildigi gözleniyordu. Belediyelerin alt yapi yerine ise parke taslarini degistirmekle baslamasi gibi.

Osmanlinin yüzünü batiya döndügü 1836 Tanzimat Fermaniyla resmilesti. Bati yanlisi Mustafa Resit pasa'nin çabalariyla (o zaman 16 yasinda olan padisah, M.K.) Abdülmecid'i ikna ederek ilan edilen bu fermanla devletin Islamiligi ciddi yara aldi. Tanzimatçi bir zihniyet olusacak ve giderek etkinlik kazanacakti. Batililasma sokakta kendini hissettiriyordu. Avrupai giyim tarzi gittikçe yayginlasiyor, kadinlar arasinda Avrupa modasini takip etme, bu konuda birbirleriyle yarisma gittikçe hizlaniyordu. Bu dönemde kadin dergilerinde, kadin olusumlarinda bu konu isleniyor kadinlar buna tesvik ediliyordu.

II. Mesrutiyete dogru Jön Türklerin tepeden inmesi "Topyekün Batililasma" (Celaleddin Vatandas, "Umran", Haziran, s. 19) programi içindeki asker ve sivil bürokratlarin esin kaynagi olmus, bu tarz degisim anlayisi, uygulamalari yakin tarihimize damgasini vurmustur. II. Mesrutiyetle birlikte siyasi düsünce akimlari giderek netlesmistir. Bunlari Baticilar, Islamcilar ve Türkçüler olarak üç grupta toplayabiliriz. Tanzimatçi zihniyete denk düsen Baticilar ve onlara yakin -kadinlarin örtünmesinin çok eskilere dayanan bir adet, tesettürün kadina onun özgürlügüne karsi yapilmis en büyük hakaret (Ziya Gökalp)- düsünen Türkçülerin karsisinda Islamcilarin muhalefeti sözkonusudur.

Islamcilar toplumu tepeden tirnaga körü körüne bati taklitçiligini, kadin konusu etrafinda yapilan tartismalarda, kadinin asriligini tesettürden kurtulmak olarak gören diger iki akimi siddetle elestirmistir. Onlara göre batililasma ülke gerçeklerini görerek teknik düzeyde yapilmaliydi.

Istiklal Harbinde özellikle Istanbul'da kadinlar dernek, yayin ve açik hava mitinglerinde mücadeleye destek vermisler (ki, bunlarin en meshuru Halide Edip Adivar'in Beyazit'ta düzenledigi mitingdir, M.K.), yardim kampalari düzenlemislerdir. Düsman isgali altindaki topraklarda ise kadinlar çok daha güçlükler, çileler yasamistir. Kocasini, çocuklarini cephede yitirmis olan, cephe gerisinde kosusturan, bazen düsmanla yüz yüze savasan -Erzurum'da Nene Hatun gibi- Anadolu kadini örtüsü dinini, haysietini, vatanini koruma ugruna verdigi bu mücadelesinin sembolü olmustur. Bunun en güzel örnegin Maras'ta yasanmistir. Ingilizlerden sonra Maras'i isgal eden Fransizlar'in bir kadinin örtüsüne müdahale etmesi, Sütçü Imam'in askeri öldürmesi üzerine olay sokak çatismalarina dönüsmüstür.

Cumhuriyet Döneminde Basörtüsü düsmanligi

Cumhuriyet döneminin temel poltikasi "batililasmak, asrilesmek, muasir medeniyet seviyesine çikmaktir. Bu mümkn olan en kisa zamanda sivil asker bürokratlar tarafindan "devletin üstün gücü gerçeklestirilecektir. Bu uyguluma yeni olmayip daha öncede belirttigimiz gibi Osmanli son çeyreginden gelen bir sürekliligi ifade eder. Ancak cumhuriyet döneminde çok daha pervasizca uygulanacaktir. Milli mücadeleden hemen sonra sosyal ve hukuk alaninda inkilaplar gerçklestirilir.

1 Kasim 1922'de saltanat ilga edildi. Tepki çekmemek nedeniyle hilafet birakilir ancak sembolik bir anlam ifade edecek sekilde. 29 Ekim 1923'te devletin hükümet sekli olarak cumhuriyet ilan edildi. 3 Mart 1924'te Ser'iye ve Evkaf Vekaleti kaldirilarak yerine Diyanet Isleri Baskanligi kurulur, diger bir kanunla Tevhid-i Tedrisat (Ögrenimin birlestirilmesi) kabul edildi. Ser'iye ve Evkaf Vekaletine bagli ya da özel vakiflarca yönetilen bütün medrese ve okullar, Saglik Bakanliga bagli yetimhaneler, askeri okullar Milli Egitim Bakanligina baglandi. Ayni gün hilafetin kaldirilmasi görüsüldü ve Osmanli soyunun T.C. sinirlari disina çikarilmasina dair kanun kabul edildi. Bunu ölçü, tarti, alfabe, takvim degisiklikleri izledi. Avrupa'dan medeni, ceza, borçlar vs. hukuklari ithal edildi.

Bütün bu degisimler halk arasinda hosnutsuzluklara neden oldu.Anadolu'nun çesitli yerlerinde -Resadiye, Silifke, Adapazari, Buna- yer yer gösteriler yapildi. Batililasmaya karsi en ciddi ve üzerinde en çok konusulan tepki ise Seyh Sait Kiyami olmustur (Subat 1925). Ayaklanma birkaç ay sürmüs ve güneydogu bölgesine hizla yayilmistir. Diyarbakir ve Ankara'da Istiklal mahkemeleri kuruldu. Iki yil süreyle Takrir-i Sükun çikarildi. Terakkiperver cumhuriyet partisi programinda "dini inançlara saygili oldugu" seklindeki bir madde nedeniyle kopartildi. Bu ayaklanma bahanesiyle iktidar bütün muhalefeti sindirmeye çalisti. Seyh Sait Kiyami, 31 Mart ve Menemen olayi vs. ile zincirin bir halkasi olarak müslüman halkin önüne sürülecektir.

25 Kasim 1925'te sapka giyilmesi hakkindaki 671 no'lu kanun çikarildi. "Türkiye büyük millet meclisi üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluslara bagli memurlar ve müstahdemler, Türk milletinin giymis oldugu sapkayi giymek zorundadir. Türkiye halkinin da genel basligi sapka olup, buna aykiri bir aliskanligin sürdürülmesini hükümet yasaklar". Bu kanun halkin büyük tepkisine yol açmis, gerek bu kanun çikmadan önce, gerek çiktiktan sonra sapkaya muhalefet edenler Istiklal mahkemelerinde yargilanarak idam edilmistir. Bunlardan en trajik olanlarindan biri, kanun çikmadan birbuçuk yil evvel yazdigi "Frenk mukallitligi ve Sapka" adli risalesi nedeniyle Iskilipli Atif Efendi, digeri sirf halkin gözünü kirkutmak için Erzurum'da idam edilen Salci Baci adli bohçaci bir kadindir. Dogu illerinde soguk nedeniyle kalpak giyenler de cezalandirilmistir. Sapka kanunu kadinlarin kilik kiyafetiyle ilgili bir düzenleme getirmemis olmasina ragmen genel olarak kiyafet kanunu olarak algilandigindan buna dayanilarak müslüman kadinlarin giyimine yönelik müdahaleler olmustur. Kanunî bir düzenleme olmamasina ragmen bazi illerde (Mersin, Trabzon, Rize, Bodrum, Konya, Maras, Hoton, vs.) belediye kararlariyla basörtüsü yasaklanmistir. (Cihan Aktas, a.g.e., s. 173, dipnot, Dr. Barnard Caparol, Kemalizmde ve Kemalizm sonrasinda Türk kadini, Türkiye Is bankasi kültür yay., Ankara, 1982)

Müslümanlarin kilik kiyafetlerine yönelik saldirilarin tek parti ve ihtilal dönemlerinde daha bir yogunlastigi gözlenmektedir. Osmanli son dönemlerinde daha da yogunlasarak cumhuriyet döneminde Müslümanlar " gerici, yobaz, sakalli, bitli, örümcek kafali, kara cahil, Türk filmlerinde asina oldugumuz dolandirici, düzenbaz, cimri haci, hoca vs. gibi kelimelerle resmedilmekte. Müslümanlar yönelik bu tür karamalara son zamanlarda eklenen terörist, dis destekli, karanlik mihraklarin yönlendirdigi" seklinde ifadeler disinda pek fazla seye rastlanamaz. 31 Mart, Seyh Sait kiyami, Menemen olayi da eklenerek birer tekerleme gibi basinda, sokakta muhatap oldugunuz CHP zihniyetli insanlarin agzinda tekrarlanuir durur. Abdullah Yildiz, Umran (Ocak 98, s. 28-30) dergisindeki "Irtica'da siyasal Islam'a bir övgü edebiyati" adli yazisinda geçmis bazi yayinlardan alintilar yapmis. Gözümüze çarpan bazi ifadeler: fesatçilar, softa kiyafetli adamlar, casuslar, mecnunlar, ortaçag müessesesi kadrolar, medeniyet düsmanlari, kara tehlike, komunizmde daha tehlikeli (PKK'dan daha tehlikeli ifadesini hatirlatiyor) bir yobazin marifetleri, çember sakalli yobazlar, kafalarinin içi kadar karanlik, örtüler, bedeviler, gözleri ortaçagdan önceki çöl uygarligina dikilmis olanlar, soluyan, hirlayan kuduz köpekler, Anadolu'yu araplastirmak, Hicaz çölüne çevirmek... En son 11 Ekim 98'deki "Basörtüsüne Özgürlük için Elele" eyleminin ardindan kartel medyasina bakarsaniz pek fazla bir seyin degismedigini görürüsünüz.

Tek parti ve daha sonraki bikaç on yillik dönemde tesettür düsmanligi çarsaf üzerinde yogunlasmistir. Türk kadinlar birligi, mustafa kemal dernegi gibi olusumlar çesitli haftalar düzenleyerek çarsaf aleyhinde kampanyalar düzenlemekte, çarsaf açma, peçe yirtma etkinlikleri düzenlemekteydiler. Ilk defa cumhuriyet gazetesi öncülügünde güzellik yarismasi düzenlenmis, müsabaka seçimleri ulusal bir olay olarak nitelendirilmistir. 19 Mayis törenlerinde kizlara kisa sortlar giydirmek rejimin gelecegi açisindan ödün verilemez bir uygulama haline gelmistir.

Önceleri bu tür propaganda faaliyeti seklinde sürdürülen uygulamalar daha sonra çarsafli kadinlara, sakalli Müslümanlar fiili müdahalelere dönüsmüstür.

1960 ihtilalinden sonra bu tür saldirilar yayginlasmistir. Gün geçmiyor ki sokaktaki çarsafli bir kadina, sakalli bir msülümana ilericilik adina saldirilmasin, dövülmesin. Kadinlar sözlü ve fiili saldirilara maruz kaliyor, çarsaflari çekistiriliyor, yirtiliyor, insanlarin sakallari siradan insanlar tarafindan zorla tras ettiriliyordu.

Bu saldirilar karsisinda tesettür konusu Müslüman çevrelerin gündmine yansidi. Konferanslar, paneller düzenledi. Islami referanslara göre örtünme konusu islendi. Kur'an Kurslari ve kiz Imam-Hatip okullarinin da etkisiyle tesettür genç kizlar arasinda yayginlik kazanmaya basladi. Ilk defa 1968'de Ankara Üniversitesi Ilahiyat fakültesi'nde okuyan Hatice Babacan'in örtüsü nedeniyle okuldan atilmasi üzerine basörtüsü üniversite düzlemine taindi. Ilahiyat fakültesi boykotu, açlik grevleri konuyu ölke gündemindin en üst sirasina tasidi. Müftülerin -özellikle Çankaya müftüsünün- "bunlar hangi akla hizmet ediyorlar, Islam'da açlik grevi yoktur" gibi beyanatlari Müslümanlar nezdinde saskinlik yaratti. Boykot ve eylemler nedeniyle fakülte tatil edildi. Bu arada yillardir çarsafla mücadele için kadinlara çarsaf yerine daha Avrupai diye pardesü dagitan çesitli kadin dernekleri artik pardesüye de savas açti. Daha sonra 12 Eylül döneminden itibaren basörtüsü yerine "türban"i destekleyecekler sonra ondan da vazgeçeceklerdir. Hala bu zihniyet için üniversitedeki basörtüsü sorunu "Türban sorunu" olarak nitelendirilir.

12 Mart muhtirasini izleyen yillarda üniversitelerde basörtüsü kizlarin solcularin saldirilarina ugramasi gözden uzak tutulmamalidir. 1979 yilinda Gazi Egitim'den çikan 15 kadar basörtülü ögrenci yüzlerce yolcunun tasli-sopali saldirisina ugramis, çogu yaralanmis, baslari yarilmistir. Son zamanlarda isci partisi ve SIP öncülügünde fiili saldirilar yapilamasa da basörtüsü ve Müslümanlar aleyhindeki propagandalar bunun devamidir.

Bu yillarda Müslümanlar tesettür düsmanliginin altinda Islam düsmanliginin oldugunu farkina varmislardir.Demokrat partinin iktidara gelisiyle görmek zorunda kaldiklari Islami duyarlik sahibi Müslümanlarin varligi, aleyhteki kampanyalara ragmen tesettürün yayginlasmasi egemenleri saldirilarinda daha da pervasizlastirmistir. Bunun karsisinda Müslümanlar da bir özelestiri sürecine girmis kendi kimliklerini netlestirmeye baslamislardir. 1970'li yillarin anarsik, anomik ortamindan, sag-sol çatismalarinin disinda kalmaya çalismis, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hasan el-Benna vs. gibi yazarlarin tercüme eserleriyle evrensel Islami degerlerle tanisilmis, kültürel olarak, kimlik olarak bir yetkinlik kazanmislardir. Basörtüsü düsmanligi karsisinda köktenci bir tutum içine girmislerdir.

Basörtüsü düsmanliginda ilginç bur dönüsüm yasanmistir. Yillarca basörtüsü cehaletin simgesi (!) olarak görülmüstür. Ama geçen yillarla birlikte basörtülülerin lise mezunu, hatta üniversite mezunu, hatta memur, yazar-çizer olmasi basörtüsüne baska anlamlar yüklenmeyi gündme getirmistir. Artik basörtüsü cehaletin (!) simgesi degildir. Karanlik mihraklara (!), vatani bölmeye (!), rejimi degistirmeye hizmet etmektedir. Artik "Biz köylünün, sokaktaki kadinin basörtüsüne karisiyor muyuz ?" Hizmetçi, müstahdem olanlar kurtulmustur ama basörtüsü sorunu üniversite, devlet daireleri boyutunda yasaklara konu olmaktadir. Tahsilli insanlarin basörtüsü kullanmalari "karanlikk amaçlar" disinda ne ile izah edilebilirdi...!

tes3.jpg


1960 darbesinin ardindan oldugu gubu 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da ardarda memurlara yönelik basbakanliktan kilik-kiyafet yönetmelikleri yayinlamaya baslandi. 1980 ekimindeki basbakanlik genelgesinin ardindan 1981 araliginda ögretmen ve ögrencilere yönelik kilik-kiyafet genelgesi yayinlandi. Milli egitim bakanligi da ortaokul ve lise ögretmen ve ögrencilere yönelik ardarda yönetmelikler yayinladi. Bunu 1982 Aralik ayinda YÖK'ün üniversite ögretim üyeleri ve ögrencileri kapsayan genelgesi takip etti. Genelgeler nedeniyle ilk, orta, lise, özellikle kiz Imam-Hatip liselerinde ve üniversitelerde yüzler kiz ögrenci, basörtüsü memurlar magdur oldu. Sakallari nedeniyle erkekler de bunlara eklendi. Her ne kadar genelgelerde kadinlar için asiri makyaj, pantolon, uzun topuklar da yasaklansa da buna aykiri davranislardan dolayi, sürgün edilen, memuriyetten atilan kadinlara rastlanmadi.

Ögrenciler, veliler yetkililere günlerce postahanelerde kuyruk olustururarak yasagi protesto eden telgraflar, mektuplar gönderdi. Yaygin muhalefet nedeniyle YÖK'ün "çagdas bir kiyafet olan türbana izin vermesi olayi daha da karistirdi. Ögrenciler türban giymedikleri için okullardan atildiklari gibi, amaç Islami giyim kaygisi oldugundan türbana da yasak getirildi. Protesto telgraflari, oturma ve açlik grevleri sonunda YÖK 23 Mayis 1987 tarihinde basörtüsü yasaginin kademeli olarak kaldirilacagini ilan etti. Ancak kesin bir karar olmadigindan yasak rektörlerin keyfi uygulamalariyla devam etti. Basörtüsü yasaginin halk nezdinde uyandirdigi rahatsizlik nedeniyle Meclis ANAP'li milletvekillerinin önergesiyle "Anayasa'nin 174. maddesindeki inkilap kanunlarina aykiri olmamak kaydiyla, ögretim elemanlari ve ögrenciler için yüksek ögretim kurumlarinda kilik ve kiyafet serbestisi olacagi ve bu konuda kisi ve kurumlarin kisitlama yapamayacagina iliskin bir karar aliniyor. Cumhurbaskani kenan evren ögrenci affina ilave edilen bu ifadenin bulundugu yasayi önce veto ediyor, sonra kabul ediyor daha sonra da AYM'ne veriyor. AYM yasayi gerekçesini aylar sonra açiklayacagi kararla 8 Mart 1989'da iptal ediyor. Iptal kararinin açiklanmasi için 8 Mart dünya kadinlar gününün seçilmesi anlamli bulunuyor. 10 Mart 1989 yurdun çesitli illerinde Cuma namazi çikisilarinda kadinli erkekli genis katilimli eylemler yapildi. Çok sayida insan gözaltina alindi, bir kismi yargilanarak tutuklandi. Ertesi gün gazete mansetleri 11 Ekim 1998 günü yapilan "Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemini takip eden günlerde kartel medyasnin mansetlerinden farkli degildi. AYM 5 Temmuz 1989'da üniversitede basörtüsüne izin veren yasanin iptaliyle ilgili gerekçeli karari açikladi. Danistay da AYM gerekçeli kararina dayandirarak 13 ögretim üyesinin basvurusu üzerine üniversitelerde türbana izinveren yönetmeligi iptal etti. Bu kararlar özellikle yaz ortasinda verilmisti. 1989-1990 ögretim yiliyla yaygin protestolarin baslamsi basörtüsü karsisinda tavizsiz düsmanligiyla taninan kenan evren'in görevinin bitimi ve yerine Turgut Özal'in geçisiyle bu destekten mahrum kalan YÖK 28 Aralik 1989'da ögrenci disiplin yönetmeliginin yasakla ilgili 7/h fikrasini kaldirmasiyla türban yeniden serbest birakildi. Uygulama rektörlerin insafina birakildi. Bazi üniversitelerde uygulanirken bazi üniversitelerde uygulanmadi. 90'li yillar boyunca genel olarak yasak uygulanmadi. Özellikle I.Ü. hemsirelik meslek yüksekokulu, I.Ü. florance nightingale hemsirelik yüksekokulu, hacettepe üniversitesi, gazi üniversitesi gibi lokal olarak basörtüsü yasagi israrla sürdürüldü. Bu arada 29 Ekim 1996'da gazetelere ilginç ayni zamnda trajik bir haber çikti. I.Ü. Cerrahpasa tip fakültesinde Sükran Erdem adli doktor basörtüsü oldugu için dört ay boyunca cerrahi müzeye kilitlenmisti. Sorumlusu cerrahi anabilim dali dekani kemal alemdaroglu'ydu. Daha sonra I.Ü. rektörlügüne seçilerek bu uygulamalarini üniversiteye yayacaktir. (Basörtüsü sorunu, Mazlum-Der, 2. baski, s. 166)

Daha önce de ifade ettigimiz gibi basörtüsü yasaklamalari tek parti dönemerlinde iyice siddetlenmekteydi. 28 Subat 1997 örtülü darbesiyle Müslümanlara yönelik her alanda kusatma politikalari uygulamaya konuldu. Refah partisi iktidardan düsürüldü, sekiz yillik kesintisiz egitimle Imam-Hatip liselerinin (IHL, M.K.) orta kismi kapatildi, lise kisimlari da üniversiteye yönelik kisitlamalarla cazibesini yitirdi, yesil sermaye olarak nitelendirilen sermaye (ör. Kombassan Holding, Yimpas A.S., Endüstri Holding, Sayha Holding vs., M.K.) kesimine savas açildi. Vakiflara, vakif okul ve yurtlarina gece baskinlari düzenlendi... Böyle bir ortami bekleyen, arkasina zinde güçleri alarak ilerici! uygulama yapmaya can atanlara gün dogdu. 1997-1998 ögretim yilinda I.Ü. Rektörü bülent berkarda üniversitede kimlik karti için bas açik fotograf alinacagini duyurdu. Özellikle Cerrahpasa tip fakültesinde basörtüsü kizlar staja alinmiyordu, sinavlara da alinmamaya baslandi. Ögrenciler bir ay süreyle her gün I.Ü. Merkez kampüs kapisi önünde yasagi protesto ettiler. 24 Subat sali günü I.Ü. yeni rektörü sabik basörtüsü yasakçisi kemal alemdaroglu'nun yayinladigi bir genelgeyle basörtülü, skalli, uzun saçli erkekler fakültelere, kampüslere alinmadilar.Amaç yasagin sadece basörtülülere yönelik olamdigi izlenimini yermek. Sali, Çarsamba, Persembe protestocu ögrencileriin sayisi katlanarak çogaldi. Cuma günü otuz bes bin (35.000 !, M.K.) kisiye ulasti. Beyazit Meydanindan Çapa'ya Cerrahpasa'ya yürüyüsler apildi.

Bu kitlesel ögrenci eylemleri sonunda Rektrötlük geri adim atti, genelgenin kimliklerin hazirlamasinda bir gecikme oldugunu söyleyerek ikinci bir emre kadar durdurdugunu açikladi. Cerrahpasa ve Çapa tip ile dis hekimligi fakültelerinde uygulanmaya devam etti. Eylemler ögrenciler gözaltina alindi, disiplin cezalariyla yildirilmaya çalisildi. Disiplin sorusturmalarinda bir çok usulsüzlükler vardi. Cerrahpasa ve Çapa eksenli eylemler devam ederken 24 Subat dönemindeki eylemlere katilma, yönlendirme, okul boykotuna katilma gibi gerekçelerle fen fakülteinden yedi ögrenciin atilmasi,, bazi ögrencilere uzaklastirma verilmesi üzerine eylemlerin tansiyonu yükseldi. Ögrenciler iki gün fen fakültesi önünde bir gün de I.Ü. merkez kampüs kapisi önünde toplanarak okuldan atilmalari protesto ettiler. Oturma eylemi ypan ögrencilere polis cop, gözyasartici gazla müdahale etti. Buna krsilik ögrenciler Fatih yönüne dogru gösterilerini sürdürdü. Edirne trakya üniversitesinde de yasak uygulanmaya baslandi.

11 Ekim 1998 pazar günü yapilan "Basörtüsüne Özgürlük Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemi Türk ve dünya basininda genis yanki uyandirdi. Bir gün öncecisinden eylemin yasadisi ilan edilmesine ragmen iki milyona (2.000.000 !, M.K.) yakin kisi Istanbul'dan Anadolu'nun Dogu illerine kdar elele tutustu. Bu katilim halkin basörtüsü yasagina karsi tepkisini göstermesi açisindan ilnginçti. Eylemde vatandaslarin hiçbir taskinlik ya da saldirgan bir tutuma girmemeleri, trafigi engellememelerine ragmen emniyet ve jandarmanin yersiz müdahaleleri olmustu. Elazig'da Jandarma halkin üzerine ates açmis bir kisi ölmüs, üç kisi yarlanmisti. Böyle bir katilim egemenleri korkuttu. Gazetelerin de karalama kampanyalariyla birlikte aralarinda Ahmet Tasgetiren, Abdurrahman Dilipak gibi yazarlarin, gazetecilerin de oldugu çok sayida kisi gece baskinlariyla gözaltina alindi.

1989-1990 ögretim yiliyla ilgili olarak yapilan rektörler toplantilarinda basörtüsünü yasaklayici açiklamalar yapildi. Ögretim yilinin basinda Istanbul Üniversitesinde basörtülü ögrencilerin kayitlari yapilmadi. Yasak Sivas ! cumhuriyet üniversitesi, Trabzon KTÜ, Edirne trakya üniversitesi ve daha birçok üniversiteye yayildi.

Basörtüsü neyi ifsa ediyor ? sorusuna verilecek cevaplar rejimin gerçek yüzünü ifsa etmek Müslümanlarin konumunun netlesmesinde hayatiyet tasiyor. Görülmüstür ki basörtüsü yasaklarin ardinda Islam düsmanligi vardir. Yine görülmüstür ki binlerce ögrenci magdur edilmis, okullarindan, islerinden ayrilmak zorunda kalmis ama toplumumuzda üniversitelerde tesettüre yönelis hizla devam etmistir. Basörtüsü rejimle Müslümanlarin çatisma alani olmus, rejim gerçek yüzüyle halka ifsa edilmistir.

Basörtüsü sorunu günümüze kadar oldugu gibi bundan sonra da çesitli sekillerde devam edecektir. Basörtüsü egemenlerin maskelerini düsürecek, gerçek ve çirkin yüzlerini ifsa edecektir.

Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 1, Aralik 1998
Resimler: Akit gazetesi, Evrensel mesaj dergisi (Degisik sayi ve tarihler)
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
calig45.jpg


Türk Demokrasi Tarihi

Ya da Darbeler Tarihi
calig45.jpg (42901 Byte)

Ishak DEMlR

Türkiye'de demokrasi tartismalari özel1ikle darbe dönemlerinde yogunlasir. Zaten darbeler de demokrasi için yapilir, demokrasiye demokrasi için ara verilir. Darbeler arasinda sikisan demokrasinin de ne kadar demokrasi oldugu tartisi1irl/tartisacagiz. 28 subat süreci ve 18 Nisan seçimleri nedeniyle demokrasi tartismalari yine gündemde.

Türk demokrasisini, Türk siyaset geleneginden bagimsiz düsünemeyiz. Türk siyaset geleneginin en belirgin özelligi ise militarist, seçkinci bir karakter tasimasi ve sivillesememis olmasidir. Kadim Türk devletlerin (Orta Asya'da kurulanlar) ordu devletleridir. Anadolu'da kurulan Selçuklu Devleti'nde ikta, Osmanli Deviltinde de timar sistemleriyle siyasal, ekonomik ve sosyal yapi orduya göre düzenlenmisir. Devletin basi olan hükümdarlar da ayni zamanda ordunun komutanidirlar. Osmanli'da timar sisteminin bozulmasiyla birlikte ordu, ekonomik, siyasal ve sosyal yapi da bozulmustur. Yeniliklere, islahatlara ordudan bas1ani1mistir. Bununla birlikte Yeniçeri isyanlarini görmekteyiz. Ordunun siyasete bu açik müdahalelerinde önce devlet adamlari degistirilir, idam edilirken, sonralari hükümdar degisiklikleri hatta idamlari (II. Osman) da o1mustur.

Osmanli'nin Son Döneminde Siyaset

II. Mahmud tarafindan yeniçeri ocagi kaldirilir. Yeniçerilerin iktidara müdahaleleri ,,muhafazakar" (=statükocu, mevcut düzenin devamindan yana, degisime karsi) özellik tasirken yeni kurulan ordunun müdahaleleri batici, modern bir özellik tasir. Bu durum bagimsizliklarini kazanan Asya ve Afrika'nin eski sömürge toplumlarinin ordularinda da görülür. TSK'nin iktidara yönelik müdahaleleri (görünürde) resmi ideolojiyi korumaya yönelik oldugundan statükocu, muhafazakardir.

II. Mahmud'la birlikte batililasma hareketleri hiz kazanir. Avrupa'ya egitim için gönderilen gençler yurda döndüklerinc hararetli Bati savunuculari durumundadirlar. ,,Tepeden tirnaga, topyekün batililasma tek sözümdür.

Bati hayranligi ve Batililasma hareketi Bati'yla iyi geçinme (özellikle Rusya'ya karsi) Bati'ya dayanmayi, giderek de Osmanli üzerinde gün geçtikçe baskisini artiran Bati taleplerini, dayatmalarini karsilamayi getirmistir. Tanzimat ve lslahat fermanlari, Mesrutiyet hareketleri hep Bati'nin hosnutlugunu, destegini saglamak içindir.

Genç Osmanlilar (Jön Türkler), Ittihat ve Terakki çizgisi Osmanli padishinin mutlakiyetçi iktidarina karsi örgütlü muhalefeti temsil eder. Avrupa'da ve Türkiye'de yazili basin sahibi olan bu muhaliflerin yönetimdeki etkin sahislarla ve ordu mensuplariyla da iliskiye geçmesiyle asker-aydin-yönetici elit ittifaki kurulur.

Jön Türkler bu ittifakla 30 Mayis 1876'da Abdülaziz'e karsi bir saray darbesi gerçeklestirirler. Abdülaziz'in yerine V.Murad geçirilir. V. Murad'in acziyeti nedeniyle Mithat Pasa Abdülhamid'le Kanun'u Esasi üzerinde anilsarak Abdülhamid sultan ilan edilir.

Mithat Pasa önderliginde gerçeklestirilen bu ilk darbe "darbelerle gelen anayasalar" geleneginin baslangicidir. Bu gelenek Cumhuriyet döneminde de devam edecektir.

23 Aralik 1876'da Kanun-u Esasi (I.) Mesrutiyet ilan edildi. Ilk kez yapilan seçimlerde okuma-yazma bilen ve 25 yasini bitiren her vatandas seçme, 35 yasini bitirenler de seçi1me hakkina sahipti. Iki meclisli sistemde Ayan Meclisi'nin 38 üyesini Abdülhamid seçti. Mebusan Meclisi'ne halk tarafindan 56'si müslüman 40'i Hristiyan 96 mebus seçildi. Meclis halka degil padisaha karsi sorumluydu. Padisahin meclisi feshetme ve güvenligi sarsan kisileri sürgüne gönderme yetkisi vardi. Mecliste padisah da dahil hersey rahatlikla elestiriliyordu. Özellikle azinlik temsilcilerinin ayrilikçi tavirlari dis müdahaleleri kolaylastiriyordu. Ruslarla yapilan savas da yenilgi getirince II. Abdülhamid 14 Subat 1878'de iç ve dis sartlari gerekçe göstererek ve anayasadan kaynaklanan yetkisine dayanarak meclisi feshetti.

II. Abdülhamid 30 yil boyunca mutlak bir egemen-lik kurdu. Muhalif gruplar Ittihat ve Terakki adi altinda örgütlenerek yogun bir muhalefet baslattilar. Ittihat ve Terakki' ye bagli subaylarin Manastir ve Selanik'te isyan cikarmalari üzerine II. Abdülhamid 28 Temmuz 1908'de II. Mesrutiyeti ilan etti, anayasa tekrar yürürlüge girdi.

Yapilan seçimlerde Ittihat ve Terakki' nin adaylari çogunlugu sagladi. Mecliste 142 Türk, 60 Arap, 25 Ar-navut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Musevi, 4 Bulgar, 3 Sirp ve 1 Ulah milletvekili vardi. Iktidarda ve Özellikle askerler arasinda hizla kadrolasan Ittihat ve Terakki her geçen gün muhalefet üzerindeki baskilarini artirdi. Ittihat ve Terakki' nin baskilarina karsi 13 Nisan 1909'da 31 Mart Vakasi gerçeklesti. Muhalefet kisa sürede yayildi. Ittihatcilarin etkin oldugu Selanik'ten gelen Mahmut Sevket Pasa komutasindaki Hareket Ordusu ayaklanmayi güçlükle bastirdi. Istanbul'da sikiyönetim ilan edildi. Ittihatcilarin çogunluk oldugu meclis padisahi "halk seni istemiyor" deyip indirerek yerine V. Mehmet Resat'i geçirdi. 1876 Anayasasi'nda degisiklik yapilarak padisahm yetkileri sinirlandirildi, meclisin yetkileri artirildi. Ittihat ve Terakki "mesrutiyet, hürriyet..." sloganlarina ragmen giderek padisahtan daha mutlakiyetci bir yönetim olusturdular. 31 Mart Vakasi bahane edilerek muhalefet hem kanuni yollarla hem de komitaci usullerle sindirildi, tevkif edildi. Ahrar Firkasi, Ittihat-i Muhammedi, Fedaka-ran-i Millet ve Heyet-i Müttefika-i Osmaniye Cemiyeti kapatildi. Her türlü muhalefet "gerici, irticaci ve halk düsmani" ilan edildi. Muhalif gazeteciler faili mechullerle öldürüldü. Ittihat ve Terakki diktasina karsi kurulan Hürriyet ve Itilaf Firkasi ara seçimlerde çogunlugu saglamalarina ragmen 1912 (sopali) seçimlerinden sonra muhalefetin meclise girmeleri engellendi. 23 Ocak 1913'teki Bab-i Ali Baskini ile hükümet yeniden degistirilerek 1918'e kadar süren Enver, Talat ve Cemal Pasalar'in eliyle fiilen bir oligarsi kurdular. Ittihat ve Terakki despotizmi Osmanli'yi 1. Dünya Savasi'na sokarak devletin sonunu getirdi.

Milli Mücadele Dönemi

Milli Mücadele döneminde yerel direnis hareketlerini genelde ittihatcilar örgütlemekteydi. Istanbul Hükümeti tarafindan ordu müfettisi olarak Erzurum'a gönderilen Mustafa Kemal yerel Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'ni Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti adi altinda topladi. Bir nevi hükümet gibi çalisan Temsil Heyeti seçilerek basina M. Kemal getirildi.

Damat Ferit Pasa hükümetinin yerine Anadolu'daki hareketle daha iyi iliskiler kurabilecegi düsünülerek getiririlen Ali Riza Pasa baskanligindaki yeni hükümet Sivas Kongresi'ni ve Temsil Heyeti'ni tanidi. Meclis-i Mebusan için seçimler yapildi. Meclis Misak-i Milliyi tanidi. Bunun üzerine Istanbul isgal edildi. Istanbul'dan kaçabilen mebuslarla yeni seçilen mebuslar Ankara'da toplanarak 23 Nisan 1920'de TBMM'yi açtilar.

I. Meclis üyelerinin tamami tam bagimsizlik noktasinda görüs birligi içinde olmalarina ragmen, gelecekteki yönetim sekli konusunda farkli görüsleri vardi. 1921 Anayasasi'nda saltanat ve hilafet konusuna hiç deginilmezken milli irade ve millet egemenliginden bahsedilmis, hakimiyetin kayitsiz sartsiz millete ait oldugu vurgulanmisti. Fiili bir durum yaratilarak söz konusu iki kurum islevsiz birakildi. Saltanatin kaldirilmasi söz konusu oldugunda yogun tartismalar yasanmis, M. Kemal duruma su sözlerle müdahale etmistir:

"Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafindan hiç kimseye ilim icabidir diye, müzakere ile, münakasa ile verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alinir. Osmanogullari, zorla Türk Milleti'nin hakimiyet ve saltanatina vaziulyed olmuslardi, bu tasallutlarini alti asirdan beri idame eylemislerdi. Simdi de Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatini, isyan ederek kendi eline, bilfiil almis bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzubahis olan, millete saltanatini, hakimiyetini birakacakmiyiz, birakmayacak miyiz? Meselesi degildir. Mesele zaten emrivaki olmus bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal olacaktir. Burada ictima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafik olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktir. Fakat ihtimal bazi kafalar kesilecektir." ( Lewis, s.258)

Bu konusma halk adina yapilmis! Milletin haklarinin kendisinin oldugu söylenmistir. Hilafet ve saltanat ugruna verilmis bir mücadele var ve bu mücadeleyi halk nezdinde mesrulastirmak için bunu bizzat M. Kemal hutbeler irad ederek ifade etmistir. Mebuslarin muhalefetine ragmen önce saltanat hilafetten ayrilarak (hilafete dokunmuyoruz denilerek) kaldirilmis. Cumhuriyet ilan edilmis, halifenin görevlerini meclis yapacak denilerek hilafet de kaldirilmistir. Takiyye politikasinin en ala örnegi!

Tek Parti Dönemi

17 Kasim 1924'te TBMM'nin ilk muhalefet partisi Milli Mücadele kahramanlarindan Kazim Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar, Rauf Orbay ve Meclis'ten 28 üye tarafindan kurulur. Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi adindaki bu partinin ilkeleri arasinda hürriyetperverlik (liberalizm), halkin hakimiyeti (demokrasi) ile fikir ve dini inançlara saygi da yer almaktaydi.

1925 Subati'nda Dogu illerinde tek partinin hilafeti kaldirmasi, ümmet anlayisinin terkedilerek yerine irkçi, milliyetiçi bir anlayisini idame ettirilmeye çalismasina bir tepki olarak Seyh Said Isyani basladi. 3 Mart'ta Fethi Okyar hükümeti düsürülerek sertlik yanlisi Ismet Pasa hükümeti kuruldu. Hiyanet-i vataniye kanununa "dini görüntü altinda ayaklanma, dinin siyasete alet edilmesi" hükmü de eklendi. Hükümete olaganüstü yetkiler taniyan Takrir-i Sükun Kanunu yürürlüge kondu. Ankara ve Dogu'da Istiklal Mahkemeleri kuruldu. Takrir-i Sükun Kanunu'na dayanarak iktidar, bütün muhalefeti sindirildi. Muhalif basin susturuldu, yayincilar Istiklal Mahkemeleri'nde yargilamrak mahkum edildi. "Dini inançlara saygili" ilkesinden dolayi Seyh Sait isyanini tesvik ettigi iddiaslyla 3 Haziran 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi kapatildi. Izmir'de suikast girisimi iddiaslyla son muhalifler (eski Ittihatçilar, Milli Mücadele kahramanlari ortadan kaldirildi) de istiklal mahkemelerinde yargilanarak çogu bedenen ortadan kaldirildi.

Muhalefetin tamamen tasviye edildigi böyle bir ortamda M. Kemal düsündügü köklü degisimleri gerçeklestirme imkani buldu.

Tek parti diktasinin yogunlugu gittikçe artiyordu. 1927 seçimlerine CHP tek basina girdi. Seçim öncesinde CHP, daha önce milletvekili adaylarinin tespitini biraktigi firka organlarindan bu yetkiyi alarak firka Genel Baskani M. Kemal' e verdi. Seçimler göstermelikti. Aday tayini tek parti organlarinaa dahi birakilmiyor, tek kisiye, M. Kemal'e veriliyordu. Tayin ettigi adaylarini M. Kemal söyle takdim ediyordu:

"Aziz vatandaslarim, Cumhuriyet Halk Firkasi namina bütün memlekete TBMM azaligi için tespit ettigim zevatin heyeti umumiyesini ittilaniza (bilginize) arzedi-yorum. Her vatandas için yeni devrede beraber (Çahsmayi münasip gördügüm arkadaslarim heyeti umumiyesinin birlikte görülmesini faideli addettim. Bunlardan her daire-i intihabiyyeye (seçim bölgesine) tefrik edecegim mebus namzetlerimi ayrica imzam tahtinda arzedecegim."(Baskaya, s.172)

Insan, bu sekilde olusturulan bir meclisten nasil muhalefet çikabildigine sasiriyor.

1930'lu yillardan itibaren, 1929 dünya ekonomisi bunaliminin Türk Ekonomisine de yansimasi, toplumsal hayatta yapilan devrimler, tek partinin halka karsi baskici uygulamalan gibi nedenlerle halk arasinda derin bir hosnutsuzluk basladi. 12 Agustos 1930'da muhalefetin derecesini ölçmek, bu muhalefetin mecliste olusturulacak güdümlü bir muhalif firkaya yönlendirilerek manipüle edilmesi ve hükümetin yanlis uygulamalarinin denetlenmesi amaciyla M. Kemal'in talimatiyla eski basbakanlardan Fethi Okyar baskanliginda Serbest Cumhuriyet Firkasi kuruldu.

SCF'na halkin ilgisi büyüktür, firka kisa sürede Istanbul, Izmir, Aydin, Samsun ve Trabzon gibi illerde örgütlendi. Izmir'de yapilan toplantida izdiham yasandi, halk baslarina zorla giydirilen sapkalari yerlere atip çignedi. Vali Kazim Pasa ve Halk Partililer'in engellemelerine ragmen halk Fethi Bey'i karsilamaya gider. Güvenlik kuvvetlerinin rastgele ates açmasi üzerine 14 yasinda bir çocuk öldürülür. Çocugun babasi yavrusunun cesedini Fethi Bey'in önüne koyarak "iste size bir kurban! Baska-larini da vermeye haziriz. Yeter ki sen bizi bu zalimlerin elinden kurtar!" der. (Ahmet Agaoglu, Serbest Firka Hati-ralari, Hetisim, Istanbul 1994, s.168-169)

SCF'na halkin gösterdigi bu ilgi, onu iktidara alternatif olacak güce ulastirir. Güdümlü muhalefetin iktidara alternatif olarak ortaya çikmasi CHP elitlerini aleyhinde kampanya baslatmaya yöneltir. Söylem yine aynidir. Yakup Kadri ve Fatih Rifki gibi diktatörlük kalemsörleri "Irtica hortladi! Bunlar Seriat istiyorlar!" diye feryad ederler.

1930, Belediye seçimlerinde oylarina çogunun SCF'na gittigini gören CHP'liler bütün devlet mekanizmasini harekete geçirirler. Milletvekili seçimlerine girmeden SCF'ni kapatma girisimlerinde bulunurlar. Ismet Inönü M. Kemal'e orduda rahatsizlik oldugunu söyleyerek kendi rahatsizligini da ileterek onu ikna eder. M. Kemal'in destegini yitirdigini anlayan Fethi Bey SCF'ni 17 Kasim 1930'da fesheder. SCF ile ayni dönemlerde kurulan Ahali Cumhuriyet Firkasi, Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi de hükümet tarafindan kapatilir. SCF'nin kurucularindan Ahmet Agaoglu ve Fethi Bey anilarinda ilk günlerden beri M. Kemal'in samimi olmadigini hissettiklerini ifade ederler. M. Kemal, Fethi Bey'i parti kurma konusunda ikna etmek için sunlari söyler: "Bu günkü manzaramiz asagi yukari bir diktatör manzarasidir. Vakia birer meclis vardir. Fakat içeride de disarida da bize diktatör nazariyla bakiyorlar... Ben öldükten sonra arkamda kalacak olan müessese bir istibdat müessesesidir."

SCF'nin kapatilmasindan bir ay sonra 23 Aralik 1930 günü Menemen'de meydana gelen provakasyon bahanesiyle basta Naksibendiler'in önde gelen isimleri ve son muhalifler de ortadan kaldirilir. Böylece Menemen hadisesi, Izmir Suikast Girisimi iddiaslyla ayni misyonu yerine getirmis olur.

Türkiye'nin iç politikasindaki degisiklikler disardaki degisimlerden bir ölçüde de olsa etkilenmekteydi. SCF'nin kurulusunda devletin disaridaki diktatörlük izlenimini silinmeye çalismasi etkilidir. Avrupa'da özellikle Ispanya, Italya ve Almanya'daki totaliter fasist partilerin yükselisiyle beraber CHP ile devlet tamamen bütünlestirilmisti. M. Kemal partinin "Ebedi Sef'i", Ismet Inönü "Milli Sef'i" oldu. "Sef" ünvani dönemin fasist liderlerinden ne kadar etkilendiklerinin göstergesidir. Partinin ilkeleri (alti ok) devletin ilkeleri kabul edilir. Parti genel sekreteri ayni zamanda Içisleri Bakani, partinin il baskanlari bulunduklari ilin valileri, parti müfettisleri ayni zamanda devlet memurlarinin da denetleyicisi olarak görevlendirildiler. Firka yerine "Parti" kabul edilir.

Demokrat Parti ve Çok Partili Hayat

II. Dünya Savasi'nda Italya, Almanya ve Japonya'nin yenilmesiyle totaliter rejimler sona erdi. Demokratiklesme ve ekonomide liberallesme revaçtaydi. Totaliter rejimler Bati'ya güven vermemekteydi. Bununla birlikte Türkiye üzerinde özellikle Bogazlar ve Dogu Anadolu ile ilglli talepleri nedeniyle Sovyet Rusya bir tehdit haline geldi.

Bu sartlar altinda Bati ile iliskileri gelistirmek için çok partili hayata geçilmek zorunda kalindi. CHP'nin istedigi SCF'nin kurulusunda oldugu gibi güdümlü, muhalefeti sinirli, iktidara alternatif olmayan göstermelik bir partinin kurulmasiydi.

Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafindan demokratiklesme taleplerini içeren bir önergenin CHP meclis grubunca reddedilmesi üzerine 7 Ocak 1946 tarihinde önerge sahiplerince Demokrat Parti kuruldu. Ideolojik olarak CHP'den farkli olmayan yeni parti daha az merkeziyetçi ve daha az bürokratik bir devlet öngörüyordu.

II. Dünya Savasi yillarinada alinan ekonomik tedbirler halki zor durumda birakmisti. Bunlar 1940 tarihli Milli Koruma Kanunu (iktidara fiyat ve arzi belirleme, halki zorunlu çalistirma yetkisi veriyordu), 1942 Varlik Vergisi ve Milli Mücadele için konulmus ve 1925'te kaldirilmis olan Ayniyat Vergisinin 1943'te tarim ürünlerine yeniden getirilmesi, CHP bürokrasisinin halki horlayan, baski altina alan uygulamalari nedeniyle halk DP'ye yöneldi.

DP' nin önceden gerekli demokratik düzenlemelerini yapilmamasi halinde boykot edecegini söyledigi, fakat sonradan katildigi 21 Temmuz 1946'daki CHP'nin baskin seçiminde CHP 390, DP 65 ve bagimsizlar da 7 milletvekili ile mecliste temsil edildi. Ancak açik oy gizli sayim ilkesi ve CHP'li bürokratlarina keyfi uygulamalar nedeniyle seçimler tarihe saibeli seçimler olarak geçti.

CHP 1950'ye kadar geçen dönem içinde ilimli politikalar takip etmeye çalisti. Bürokratlarina tarafsizlaçtirmasi, gizli oy açik sayim gibi demokratiklesmeler saglandi. Recep Peker yönetimindeki uzlasmaz, kati merkeziyetçi hükümetin yerine Hasan Saka ve Semseddin Günaltay gibi ilimlilardan kurulu hükümetler getirildi. Kisacasi CHP geçmis yillardaki baskici kimligini halka unut-turmaya çalisti.

14 Mayis 1950'deki seçimlerde DP 408, CHP 69 sandalye kazandi. Darbe söylentilerine ragmen iktidar el degistirdi. CelaI Bayar cumhurbaskani, Adnan Menderes basbakan oldu. Iktidarina el degistirmesiyle her iki parti de kimlik krizi yasadi. CHP 1950 seçimlerine son yillarda uyguladigi ilimli politikalara güvenerek garanti gözüyle bakiyordu, bu nedenle iktidarina parti-devlet bütünlesmesinden kaynaklanan genis yetkilerini DP'nin talebine ragmen kisitlamamisti. Seçim sonuçlari CHP'de tam anlamiyla sok etkisi yapti. DP, iktidarina genis yetkilerine ragmen bürokrasiye, orduya ve CHP' ye karsi kendisini hiçbir zaman güvende hissedemedi. Darbe söylentileri üzerine genelkurmay baskani, kuvvet komutanlari dahil 15 general ve 150 albayi emekliye ayirdi.

DP, iktidarinin ilk bir kaç yilinda hava sartlarinin uygun olmasiyla hasadin bollasmasi, ekonominin iyilesmesi DP için nüfusun büyük bir kisminin yasadigi kirsal kesimin oylarini garantiledi. CHP'nin DP'ye yönelik klasik irtica söylemlerine karsi (o yillarda Ticanilerin Atatürk heykel ve büstlerine yönelik saldinlari vardi) 25 Temmuz 1951'de Atatürk'ü Koruma Kanunu çikardi. Hatta dini istismar ediyor diye 8 Temmuz 1953'te Millet Partisi'ni kapatti.

2 Mayis 1954 seçimlerinde DP 503, CHP sadece 31 sandalye kazandi. DP' nin, gittikçe otokratiklesmesi, muhalefet üzerinde baski kurmasi ve ekonominin kötülesmesi, enflasyonun artmasi üzerine kentli tabaninin ve üniversite üyelerinin destegini kaybetti. Enflasyondan ilk etapta etkilenmeyen kirsal kesimin destegini muhafaza etti. 27 Ekim 1957 seçimlerinde DP 424, CHP 178 sandalye kazandi. DP' nin gücünü devam ettirmesine ragmen bazi desteklerini yitirdigi ortaya çikti.

CHP'liler seçimle iktidar olamayacaklarinai anlayinca seçim disi yollarla iktidara gelme yollarini aramaya basladilar. Özellikle DP' nin halk katmanlarini politikaya sokmasi, CHP' nin malvarliginin kaynagini arastirmak için (CHP' nin devlet bankalarinin sermayesinden daha fazla serveti vardi) Tahkikat Komisyonu kurmasi ordu içinde de rahatsizliklara yol açti. DP giderek kendini daha güvensiz hissediyor, gittikçe de muhalefet üzerindeki baskilarini artiriyordu. Basina yönelik sansürler, darbe söylentilerine karsi ordu içinde sorusturmalar...

DP iktidarina karsi ögrenci eylemleri basladi. CHP gençlik örgütleri Istanbul ve Ankara'da gösteriler düzenledi. Hükümet Istanbul ve Ankara'da siki yönetim ilan etti. Darbe söylentileri karsisinda kendi konumunu güçlendirmek için Menderes halka döndü. Güçlü oldugu Ege Bölgesi'nde mitingler düzenledi. Ankara'ya döndügünde harp okulu ögrencilerinin gösterisi hükümetin prestijine agir darbe vurdu. Harp Okulu ögrencilerinin gösterisi üzerine hükümetin bir sorusturma baslatarak darbe planlarini ortaya çikartacagindan korkan cunta erken davranarak 27 Mayis 1960'da darbeyi yapti.

Milli Birlik Komitesi, Istanbul Üniversitesi Rektörü Siddik Sami Onar baskanliginda ögretim üyelerinden mütesekkil birAnayasa Komisyonu kurdu. Komisyon Avrupa'daki gelisen sosyal devlet anlayisinin da etkisiyle liberal bir anayasa hazirladi. 1961 Anayasasi'yla yeni kurumlar olusturuldu. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve Danistay'in yetkilerinin artirilmasiyla iktidarina denetlenmesine agirlik verildi.

31 Agustos'ta parti liderleri askerlerin gözetiminde toplanarak bir deklerasyon yayinladi. Askerlerin CHP'nin iktidar olmasi için en uygun Propaganda zeminin olusturulmasma yönelik alinmasini istedigi önlemler sunlardi:

1) 27 Mayis Devrimi'ni siyasal amaçlarla sorgulamamak ve istismar etmemek.

2) Atatürk Reformlari'ni korumak.

3) Islam'i siyasi amaçlarla istismar etmemek.

4) Yassiada Mahkemesi kararlarini istismar etmemek. 15 Eylül 1961'de Yassiada Mahkemesi, Adnan

Menderes, Fatih Rüstü Zorlu ve Hasan Polatkan'in idamini onayladi. 16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan, bir gün sonra da Menderes idam edildi.

15 Ekim 1961'de seçimler yapildi. CHP 173 sandalye alirken, DP' nin devami sayilan neo-demokrat partiler (Adalet Partisi 158, Yeni Türkiye Partisi 65, Cumhuriyetci Köylü Millet Partisi 54) toplam 277 sandalye kazandilar.

Sonuçlar içeride ve disarida, Menderes'in bir zaferi ve 27 Mayis rejimine karsi halkin bir kinama oyu olarak yorumlandi.

Solun neredeyse tamami 27 Mayis' i "ilerici" olarak degerlendirmis, sahiplenmistir. "Darbeler demokratik açidan degil diyalektik açidan degerlendirilir, ne getirmis, ne götürmüs önemli olan o." seklinde bir bakis açilari vardir. (Tanilli, s.56)

Seçim sonuçlari ortadaydi. Bu durumda askerin kislasina dönmesi pek olasi degildi. 1962 ve 1963'te bir dizi basarisiz darbe girisimleri oldu.

1965 seçimlerinde bir partinin meclise hakimiyetini engellemek için nisbi seçim sistemi uygulandi. Fakat bu Süleyman Demirel liderligindeki Adalet Partisi' nin yükselisini önleyemedi. Seçimlerde AP 240, CHP 134, diger sag partiler (Millet P+CKMP+YTP) 61, Isçi Partisi 15 sandalye kazandi.

1965' ten sonra muhalefet sokaga tasti. Üniversiteler ögrenci eylemleriyle, fabrikalar isci grevleriyle felç oldu, kirsal kesimde köylülerin toprak isgalleri basladi.

12 Mart 1971

12 Mart 1971'de ordu komutanlari Demirel'e bir muhtira verdiler. Muhtiranin içerigi kardes kavgasinin ve anarsinin engellenemedigi, Atatürk'ün reformlarinin gerçeklestirilemedigi, çagdas uygarlik hedefinden sapildigi, bütün bunlardan hükümetin sorumlu oldugu, bu hedeflere ulasmak için yeni bir hükümetin demokratik yollardan kurulmasi, aksi takdirde TSK'nin yasalardan aldigi yetkiyle idareyi dogrudan dogruya ele alacagi seklindeydi.

Nihat Erim baskanliginda sivil bir hükümet kuruldu. 1961 Anayasasi'nin hak ve özgürlükleri genisleten maddeleri degistirildi. Resmi ideoloji açisindan tehlikeli görülen Islam! egilimli Milli Nizam Partisi ve sosyalist egilimli Türkiye Isçi Partisi kapatildi.

12 Mart Muhtirasi'yla devlet otoritesini tesis etmeyi amaçlayan uygulamalar sonuç vermedi. Siyaset disinda tutulmaya çalisilan toplum kesimleri sokaga çikti. 1973 seçimleriyle baslayan sürekli bölünmelerle parti enflasyonu yasandi. Bunun getirdigi koalisyonlar, azinlik hükümetleri istikrari saglayamadi. Sol ve Islami muhale-fetin sokaga tasmasi, gün geçtike kitlesellesmesi ve sistemi radikal bir sekilde sorgulamaya baslamalari orduyu harekete gecirdi. Ordunun bu kadar beklemesinin sebebi olarak 27 Mayis'la halk nezdinde düstügü duruma tekrar düsmek istmemesi yaygin olan bir kanaattir.

12 Eylül 1980

Darbeyle birlikte anayasa degisikligi de geldi. 82 Anayasasi'yla toplumu tepeden tirnaga kontrol altina almak için 61 Anayasasinin getirdigi hak ve özgürlükler geri alindi. Temel insan hak ve hürriyetlerinin genis ölçüde sinirlandirildigi, yer yer kaldirildigi bir ortamda muhalefet sindirildi. Halk depolitize edilerek DP ile girdigi siyaset arenasindan dislandi. Bütün bunlar 82 Anayasasi' yla yasallasti.

Ordunun özellikle Kenan Evren'in bütün karsi propagandalarina ragmen Turgut Özal'in liderliginde ANAP 1983 seçimlerinde tek basina iktidar oldu. Ordu perde arkasina çekildi. Ancak sahne gerisinden müdahalelerini devam ettirdi. Halkin her türlü hak arama girisimleri (sendikal haklar, inandigi gibi yasamak, Kürt kimliginin taninmasi...) resmi ideoloji adina, demokrasi vitrininin ardindaki darbe kurumlari tarafmdan gerek kanuni, gerek kanun disi yollarla bastirilmaya, sindirilmeye çalisildi.

28 Subat 1997

Refah Partisi ile halkin özellikle Islami taleplerle siyaset sahnesine çikmasi, Islam'in insanlarina bireysel ve toplumsal hayatlarinda belirleyiciliginin artmasi, ABD'nin Yeni Dünya Düzeni'nde Islam'i tehtid olarak görmesi, halkin iktidar seçkinlerinden yüz çevirmesi, halkin destegini yitiren partilerin sirtlarini devlete dayayarak ayakta durabilmeleri, ekonomide Anadolu sermayesinin yükselerek devlet destekli büyük sermaye ile rekabete girmesi, Susurluk kazasiyla iktidar seçkinlerinin kirli iliskilerinin gözler önüne serilmesi egemenlerin yeniden "irtica nöbetlerine" yakalanmasina yol açti. Irtica söylemi her seyin üstünü örtebilirdi. MGK toplantilan tarihi (!) olmaya basladi. PKK'dan daha tehlikeli ilan edilen irticaya karsi kamuoyu olusturulmaya çalisildi. Üniversite rektörlerine, medyaya, yargiya, patronlara brifingler verildi. Halkta tutmadi ama söz konusu çevrelerde ragbet büyüktü. Irtica söyleminin temel nedenine baktigimizda bunun rantini yiyenlerin tekelci sermaye, sivil-asker karmasi ve medya oldugu ortadadir. Bu nedenle söz konusu çevreler irtica ile mücadelede birbirleriyle yaristilar. Bati Çalisma Grubu (BCG), Sicil Çalisma Grubu (SCG), valiler, garnizon komutanliklari, hükumet, yargi mensuplari, kartel medyasi, TÜSIAD, YÖK, DGM hepsi de irtica ile mücadele de öne çikmaya çalistilar.

28 Subat sürecinin zeminini, alt yapisini olusturan Basbakanlik Kriz Yönetmeligi ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin Refah-Yol tarafindan imzalanmasidir. Bu yönetmelikle dogal afetler de dahil olmak üzere MGK'nin kriz dedigi durumlarda MGK yaptirim uygulayabilecek bir üst yapi haline geliyordu. Bunun ilk pratigi de 28 Subattir. Parlamento devre disi birakiliyor, yasama organi MGK oluyor. Yürütme organi hükümettir ve tavsiye niteligindeki kararlari yürütebilmek de hükümetin ömrünü tayin ediyor.

28 Subatin bilançosu

* Refah-Yol hükümeti düsürüldü.
* 8 yillik kesintisiz egitimle IHL'lerin orta kesimleri kapatildi, üniversiteye yönelik sinirlamalarla lise kisimlari islevsiz hale getirildi.
* Kamu kurum ve kuruluslarinda, üniversitelerde, imam-hatiplerde basörtüsü yasaklandi.
* Kur'an kurslari kapatildi.
* Devlet kadrolarinda dindar memurlar tasviye edildi.
* Refah Partisi kapatildi.
* Parti yöneticileri, Refahli belediye baskanlari yargilandi, tutuklandi, siyaset yap-malari yasaklandi.
* Vakif ve dernekler üzerinde baski kuruldu, yöneticileri kovusturuldu.
* Anadolu sermayesine ambargo ilan edildi.
* YAS kararlariyla ailesi, esi dindar, basörtülü olan, içkili toplantilara katilmayan subaylar ihrac edildi.
* Çok sayida insan, yazarlar gazeteciler de dahil gözaltina alindi, iskence ve tutuklamalar oldu.

Seçime gidilen bir süreçte küstürdükleri, copladiklari halki tekrar kazanmak icin PKK-Apo kozunu kullaniyorlar. Suriye ve Yunanistan'a yönelik sert mesajlar verilerek dört bir yanimiz ates çemberi, milli birlik-beraberlik vurgulariyla halk manipüle edilerek hükümet olmalari halka degil 28 Subat sürecine borçlu partilerin tarafina çekilmeye çalisiliyor.

Ordu-Siyaset Iliskisi

Milli mücadele döneminde Genelkurmay Baskani, Milli Savunma Bakani'yla ayni düzeyde hükümete alinirdi. 1924 yilinda Genelkurmay Baskanligi bagimsizlastirildi. 1944 yilinda Genel Kurmay Baskanligi' nin yetkileri daraltilarak basbakanliga baglandi. 1949 yilinda ise Milli Savunma Bakanligi' na baglandi.

Mustafa Kemal kendi döneminde askerlerin ordu ile meclis arasinda seçim yapmasini istedi. Kendisine bagli sahsiyetleri orduda tutarak orduyu kontrolü altina alirken anlasamadiklarinca meclise tesvik ederek onlari orada tasviye etti. Tek Parti döneminde resmi ideolojinin bekçiligini CHP yaptigindan ordu siyasete müdahale etmemistir. CHP döneminde Milli Mücadele' deki rollerinden dolayi ordunun prestiji yüksekti. Rahatsizlik alt rütbeli subayiarla ilgiliydi. Üst düzey komutanlar milli mücadele kahramanliklarinin rantiyla geçiniyordu. II. Dünya Savasi' na dogru ordunun durumu iyi degildi. Alt rütbeli subaylar ordunun modernizasyonunu, ekonomik sartlannm iyilestirilmesini istiyordu. Bu beklentileri nedeniyle DP'yi desteklediler. DP'nin iktidarini hazmedemeyen üst düzey komutanlarina darbe yapacagi yönündeki duyumlari üzerine Bayar-Menderes ikilisi aralarinda Genelkurmay Baskani ve kuvvet komutanlari da olmak üzere 15 general ve 150 albayi emekliye ayirdi. Alt rütbelilerin DP'den beklentileri gerçeklesmeyince iktidara karsi cunta hizipleri olustu. Buna firsat vermemek için üst rütbeliler 27 Mayis darbesini yapti.

1961 anayasaslyla Milli Güvenlik Kurulu kuruldu. 111. madde "Milli Güvenlik Kurulu, kanunun gösterdigi Bakanlar ile Genel Kurmay Baskani ve Kuvvet temsilcilerinden kurulur: Milli Güvenlik Kurulu'na Cumhurbaskani baskanlik eder; bulunmadigi

zaman bu görevi Basbakan yapar. Milli Güvenlik Kurulu, milli güvenlik ile ilgili kararlarina alinmasinda ve koordinasyonun saglanmasinda yardimcilik etmek üzere, gerekli temel görüsleri Bakanlar Kurulu'na bildirir." Kanunun gösterdigi Bakanlar 129 sayili kanunla belirlenmistir: Basbakan, Devlet Bakani, Basbakan Yardimcilari, Milli Savunma, Içisleri, Disisleri, Maliye, Ulastirma ve Çalisma Bakanlari' ni kapsiyor.

12 Mart 1971 Muhtirasi' nin ardindan 1972'de "... BK'na bildirir" ifadesi ".... BK'na tavsiye eder"e dönüstü. 12 Eylül 1980 darbesiyle hazirlanan 1982 Anayasasi'nda da "... Bakanlar Kurulu' nca öncelikle dikkate alinir" oldu.

1982 Anayasasi MGK'nin etkinligini ayrinatilariyla vurgulamis, katilacak hükümet üyelerinin sayilarini azaltarak asker üyeleri artirmistir. MGK asker agirlikli oldugu gibi silahli gücü de ellerinde bulundurdugundan siviller üzerinde tartismasiz bir üstünlüge sahip oldu. MGK ile ilgili 118 madde söyledir:

"Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaskanin baskanliginda, Basbakan, Genelkurmay Baskani, Milli Savunma, Içisleri, Disisleri Bakanlari, Kara Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlari ve Jandarma Genel Komutani' ndan kurulur. Milli Güvenlik Kurulu. Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanmasiyla ilgili kararlarina alinmasi ve gerekli koordinasyonun saglanmasi konusundaki görüsleri Bakanlar Kurulu'na bildirir: Kurulun, devletin varligi ve bagimsizligi, ülkenin bütünlügü ve bölünmeziigi, toplumun huzur ve güvenliginin korunmasi hususunda alinmasi zorunlu gördügü tedbirlere ait kararlar bakanlar Kurulu' nca öncelikle dikkate alinir."

60 ve 80 darbeleriyle getirilen anayasalarla olusturulan kurumlarla TSK özerklesmis, toplumdan soyutlanmistir. Askeri mahkemeler, Askeri Yargitay ve Askeri Yüksek Idare Mahkemesi ile yargi bagimsizligini kazanmistir. YAS kararlari sivil yargiya açik degildir. Buna karsin Askeri Mahkemeler sivilleri de yargilayabilmektedir. OYAK' in kurulmasiyla uluslararasi sirketlerle kurulan ortakliklarla büyük bir ekonomik güce kavusmus, ekonomik bagimsizligini kazanmistir. Asker emeklileri büyük sirketlerin danismanlari ya da yönetim kurulu üyeleri olmaktadir. Ordu, MGK ile yasama, MGK Sekreterligi' yle de, hükümeti yönlendirerek yürütme erklerine de sahip oldu. Ordu pazarlari ve lojmanlari ve egitimleriyle toplumdan soyutlanarak seçkinci bir anlayis sahibi, 60'tan sonra egitimlerine yöneticilik, siyaset dersleri de dahil edilerek iktidara aday oldu. Özel Harp Dairesi, JITEM tamamen sivil iktidarina malumati disinda

çalismaktadir. MIT'te askeri üyeler de oldugundan bagli bulundugu basbakana yaniltici bilgiler verebilmektedir. DGM ve YÖK gibi kurumlarda da askeri üye bulundurarak yargidan yüksek ögretime her alanda etkinlik sahibi olmaktadir.

En son Basbakanlik Kriz Yönetmeligi ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi' nin de dönemin hükümetine imzalattirarak TSK dogaüstü yetkileriyle vesayet rejimini yasallastirmis oldu.

Sonuç

Tanzimat, islahat, mesrutiyet ve cumhuriyet... Her sey halk adina, halk için, halka ragmen yapildi. Aristokratik mesrutiyetten, oligarsik cumhuriyete degisen pek bir sey yoktu. Tek parti resmi ideolojiyle bütünlesmisti. DP iktidari ile beraber halk tek parti ve onun zihniyetini reddettigini gösterdi. Halk katmanlarinin siyasete sokulmasi, CHP ve ordu tarafindan hazmedilemedi. 60 darbesiyle beraber ordu, resmi ideolojinin bekçisi oldu. Darbe anayasalariyla vesayet rejimi yasallasti. Sivil iktidarina sinirli yetkisine ragmen bu alana istemedikleri partilerin girmesini kabullenemediler. Sivil iktidarina kanunlarla vesayet altina alindigi bir ortamda egemenliklerini ve çikar iliskilerini sürdürmek, kendileri için tehtid olarak nitelediklerini hukuk disi yollarla (iskence, faili mechul, tehtid) ortadan kaldirma için olusturduklari çetelerin, kirli iliskilerin resmi Susurluk' ta çekildi.

Demokrasi bu sartlar altinda göstermelik, makyaj olmaktan öteye gidemiyor. Demokrasi için temel sart olan sivillesme resmi ideolojinin ve iktidarlarinin sonu olacagindan var güçleriyle baskici, ceberrut ve "halka ragmen halk için"ci geleneklerini sürdürmektedirler.

Yararlanilan Kaynaklar

* Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayinlari, Mart 1996, (2.baski).
* Ridvan, Kaya, Kesintisiz Darbe Düzeni ve Islami Direnis Sorumlulugu, Ekin Yayinlari, Subat 1998.
* Fikret Baskaya, Paradigmanin iflasi, Doz Yayinlari, Eylül 1997 (6.baski).
* Server Tanilli, Nasil Bir Demokrasi istiyoruz, Cem Yayinevi, 6.baski, Eylül 1994.
* Yalçin Küçük, Türkiye Üzerine Tezler l, Tekin Yayinevi, 1989 (5. baski).
* Hikmet Özdemir, Rejim ve Asker, Iz Yayincilik, Istanbul 1993.
* Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Dogusu, TTK, Ankara 1996.
* Umran Dergisi, Sayi 54, Subat 1999.

Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi: 3, 1999
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Üniversiteli Müslüman Gençlerin

OTUZ YILLIK YÜRÜYÜSÜ



Serkan COSGUN

Türkiye'de toplumsal bir degisimi ve sonrasinda da kendi dünya görüsleri dogrultusunda bir devlet sistemi kurma idealini benimseyen, bu amaç dogrultusunda da bir mücadele gelistiren ve gelenek olusturma gayreti tasiyan gençlik hareketlerinin en önemli sacayaklarindan birini kuskusuz Islam Gençligi olusturmaktadir.

Binli yillarin baslarinda Islam'la tanisan ve bin dokuz yüzlü yillara Islam dininin baskin anlayis ve yasayisi ile giren Anadolu insani, Cumhuriyet devrimi ve hatta daha öncesinde baslayan batililasma egilimiyle birlikte sahih Islam anlayisindan giderek uzaklasmis, tek parti döneminin din aleyhtari politikalariyla dininden (sahih Islam'dan) kopmustur.

Elestirilebilecek bir çok noktalari olmasina ragmen Islamci gençligin, çevrelerinde kümelendigi bir kaç yazar ve bir iki dergi disinda 1960'li yillarin sonlarina dek kendilerini ifade edebildigi, dinamizmini ve söylemini dini inançlarindan alan herhangi bir olusum veya yapilanmadan bahsetmek oldukça zordur.

1969 yilinda Burhanettin Kayhan'in baskan seçilmesiyle Milli Türk Talebe Birligi çatisi altinda, üniversite ve orta ögrenim ögrencileri kendilerini Islam gençligi olarak ifade etmeye baslamislardir. Bu tarih, bu gün hala üniversitelerde, Islamî yasantiyi benimseyen ve bu ugurda mücadele eden Islam gençliginin sekillenisinin bir baslangici olarak kabul edilebilir.

Bu yazimizda, 1969 yilindan bu güne gelinceye dek Islam gençliginin gençlik hareketleri içerisindeki konumunu, fikirsel ve eylemsel gelisimini ve tarihi seyrini ele almaya, son otuz yili okuyucularimizin bilgilerine sunmaya gayret edecegiz.

Çalismamizi esas itibariyle 80 öncesi ve 80 sonrasi olarak sekillendirecegiz. 80 sonrasi dönem, üniversite düzleminde devam eden mücadele seyrinin kirilma noktalarinin (menfi-müspet) gözönünde bulundurularak 4 ayri dönemde incelenecektir.

80 ihtilaliyle baslayan ve 87 yilinda basörtüsü yasagina karsi Istanbul merkezli eylemliliklerin basladigi yila kadar I. dönem, 87 yiliyla baslayan ve eylemliliklerin basörtüsü ile sinirlandirilmadigi, müslümanlarin ve Islam dünyasinin sorunlarinin gündem edildigi, üniversitelerde hakim güç konumuna gelindigi ve bu sebepten kavgalarin basladigi II. dönem ki bu dönemi 92 yilina kadar götürmeyi uygun bulduk. 92 yili, üniversitelerde kavgalarin belirleyiciliginin ortadan kalktigi, Özal'in Islamizasyon politikalarinin üniversitelerde de hissedilir biçimde basariya ulastigi yil olarak kabul edilmesi gereken bir yildir. 92 yilinda baslayan ve zihinlerden hiçbir zaman silinmeyecek, daha sonralari söze baslayan her müslümanin mutlaka kendisine atifta bulunacagi MGK kararlarinin alindigi tarih olan 28 Subat 1997'ye kadar devam eden süreç III. dönem olarak ele alinacaktir. Son olarak da su an içinde yasadigimiz 28 Subat sonrasi dönem; IV. dönem...

80 Öncesi Dönem

80 öncesi Islam gençliginin yasadigi seyri incelerken temel olarak MTTB ve Akincilar dernegini ele alacagiz. Ancak MTTB'nin 69 yilinda kendilerini Islamci Gençlik olarak tanimlayan gençlerce sahiplenilmesi ve 1976 yilinda kurulan ömrü kisa ve fakat ortaya koydugu söylem ve pratiklerle göz dolduran Akincilar derneginin öncesinde, bu gençligin olusmasinda besleyici rol oynayan bir kaç unsura deginmemiz gerekir.

Kökeni 1913 yilinda açilan Imam-Hatip Medreselerîne dayanan daha sonra Cumhuriyet devrinde 3 Mart 1924'te açilan ancak yeterli ögrenci bulunamamasi sebebiyle 1930 yilinda kapatilan, 3 Eylül 1951 yilinda tekrar açilan ve 1971 yilina kadar herhangi bir degisiklige ugramayan Imam Hatip Okullari Türkiye'de gerek orta ögrenim gerekse de yüksek ögrenimde mukaddesatçi ve daha sonra Islamci bir gençligin olusmasindaki temel etmenlerden biridir. Kurumun kurulus felsefesi ve egitiminin niteligi hakkinda getirilecek hiç bir elestiri bu gerçegi gölgeleyemicektir.

Bununla birlikte, Necip Fazil Kisakürek'in Büyük Dogu'su, Sezaî Karakoç'un Dirilis'i ve Nurettin Topçu'nun Hareketi, o günün sartlarinda müslüman gençlerin etraflarinda kümelendigi ve düsünsel olarak beslendikleri kaynaklari ifade etmektedir. Bunun disinda 1958 yilinda Salih Özcan'in sahibi oldugu Hilal Dergisi ve yine bu yil ve sonralarinda Türk okuyucusuna kazandirilan tercüme eserler zihinsel bir etkilesimin ve olusumun baslangicini ifade etmektedir.

Milli Türk Talebe Birligi Kurulusu ve Tarihi Seyri

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük ve en köklü ögrenci kurulusu olan Milli Türk Talebe Birligî 4 Aralik 1916 yilinda "Darül Fünün" ögrencileri tarafindan kurulmustur. "Her müslüman Türk gibi, bu vatanin çocuklari, dinini, imanini, vatanini ve varligini bunlarin düsmanlarina karsi korumak yolunda, milli suurun uyanmasi için çalistilar. Imkanlari elverdigi kadar 'milli mücadeleye' istirak etti"

Cumhuriyetin ilanindan sonra faaliyetlerine artan bir ivmeyle devam eden MTTB'nin bundan sonraki seyrini Aralik 1968 tarihli Milli Gençlik dergisinden ve kismen de Burhanettin Kayhan'in Islam Gençliginin Stratejisi isimli kitabindan aktaralim.

Yil 1929, Türklük ve müslümanligin amansiz düsmani komünistler, Moskova'da tahsil yapmis, azililariyle milli varligimizi tehdit etmeye baslamislardi. Agza alinmaz her türlü kepazeligi yaparak milletin inançlariyla alay ediyorlardi. Çesitli kanunlar ve ters tutumlarla elleri kollari baglanan milliyetçi ve muhafazakar aydinlar, bu azginlara gereken derslerini veremiyorlardi. Iste bütün bunlara dayanamayan, milli degerlere bagli üniversite gençligi harekete geçti. Tevfik Celal Ileri ve arkadaslari, sadece isimde kalan "Birlik"te "Yeter" ihtarini veren bir sahlanisti.

Kendisiyle ayni fikirde birlesip omuz omuza çalistigi en yakin arkadaslari Rüknettin Fethi (Olcay Tug), Adnan Ötügen ve Sükrü Kaya ile birlikte Babialide bir bina tutup, Devletten hiç bir yardim alamadiklari halde kendi aralarinda topladiklari paralarla faaliyete geçtiler ve o dönemde birligin yayin organi olan BIRLIK isminde haftalik bir dergi çikarmaya basladilar. Zamanin en büyük trajli gazetesi kadar bir traja sahip olan dergi 14 sayi çikarildiktan sonra hükümet eliyle kapatildigi düsünülürse derginin tesir gucü anlasilacaktir.

Birligin sirasiyla altina imza attigi faaliyetleri sayacak olursak:

22 Subat 1933'te Vagon-Li hadisesi

Vagon-Li Sirketinin Beyoglu acentaliginda Türkçe konustugu için bir Türk memuruna büyük hakaretler yapilir ve ceza verilir. Bunun üzerine MTTB mensubu gençler bu hadiseyi protesto için büyük bir kalabalik halinde toplanir. Sirketin Beyoglu acentasi basilir ve maddi zarara ugratilir.

20 Nisan 1933 Razgrad Hadisesi

17 Nisan 1933 tarihinde Bulgaristan Türklerinin meskün bulundugu Deliorman'in Razgrad kasabasindaki Türk mezarligi Bulgarlar tarafindan tahrip edilmis, bunun üzerine Tevfik Celal Ileri'nin genel baskani oldugu MTTB'nin mensuplari büyük bir protesto toplantisi yapmislardir.

22 Tesrin 1936 Hatay Mitingi

22 Tesrin 1936'da MTTB hem Hatay'da yapilan iskenceleri protesto etmek, hem de Hatay'in Türkiye'ye ilhakini hatirlatmak maksadiyla bir miting tertip eder. Vilayete müracaat edilmis fakat mitinge izin verilmemistir. Buna ragmen Beyazit Meydaninda toplanan binlerce üniversiteli ve liseli genç Taksim'e kadar yürüyüp Abideye çelenk koymuslardir. Mitingin izinsiz oldugunu ifade eden emniyet güçleri ile gençlerle arasinda çatisma çikmis ve bazi gençler gözaltina alinmislardir. Miting sonrasinda MTTB izinsiz gösteri organize etme suçundan kapatilmistir.

4 Aralik 1945 Tan Hadisesi

MTTB'nin resmen kapali oldugu bu dönemde özellikle Komünizm propagandasi yapan Tan, Görüsler, Yeni Dünya, Gün gazete ve dergileri gençleri infiale sürükler. Bunun üzerine milliyetçi gençler Beyazit meydanindan yürüyüse geçerler. Tan gazetesinin önüne gelen gençler kapali olan kapi ve kepenkleri kirarak gazete binasini tahrip ederler. Daha sonra yürüyüse devam eden gençler emniyet güçlerinin ihtarlarina aldirmaksizin Taksim meydanina yürür ve akabinde LATÜRKI ve YENI DÜNYA binalarini ve matbaalarini da tahrip ederler.

Ayni gün gençlerin Büyük Dogu binasinin önüne gelip Necip Fazil lehine tezahürat yapmalari da ilgi çekicidir.

15 Aralik 1946 tarihinde Talebe Birligi kuruldu ve 17 Aralik 1947 tarihinde Bakanlar Kurulu karariyla tekrar Milli Türk Talebe Birligi ismini aldi. Bu tarihten sonra milliyetçi gençler Komünizme karsi faaliyetlerini MTTB etrafinda toplanarak yürütmüslerdir. MTTB 1950 yilina dek komünizme karsi bir çok protesto ve program düzenlemistir.

1960 yilina kadar bu dönemde diger dönemlere nazaran daha pasif kalinmistir. 15 Ocak 1950 tarihinde Yunanistan'in Kibris konusunda tutum ve davranisini protesto eden MTTB'li gençler Eminönü'nden Taksim'e bir yürüyüs gerçeklestirmislerdir. Yine ayni yil Nisan ayinda zamanin hükümeti tarafindan ilgisiz birakilan Fevzi Çakmak'in cenazesine sahip çikilmis ve büyük bir merasim tertip edilmistir. 1960 ihtilalinde kayda deger bir örgütlülügü ve gücü olmayan MTTB, Ihtilali destekler bir tavir takinmistir. 18 Mart 1965 yilinda Rasim Cînisli'nin Genel Baskan seçilmesine dek süren devrede MTTB yönetimi sol görüslü ögrencilerin eline geçer. Bu durum 15 ocak 1965 tarihinde TIP kongresinin MTTB konferans salonunda gerçeklestirilmesiyle kendini alenen göstermektedir.18 Mart 1965 tarihinde yapilan kongrede Rasim Cînisli'nin Baskan seçilmesiyle MTTB tekrar milliyetçi cepheye geçer. Bu dönem bir dönüm noktasidir. Islam gençliginin aksiyon haline girmesinin temeli bu dönemde atilir.

"Rasim Cinisli'nin seçilmest Islami kesimde büyük bir sevinç olusturmustur. Zira Rasim Cinisli ve onu seçen üniversite ögrencileri Sol'a/ Komünizm'e, batililasmaya karsi milli menfaatlere bagli ve Islam'a saygili bir anlayisin tasiyicilari olarak taniniyorlardi. Dönemin Islami mahfilleri, bildikleri ve inandiklari din kültürüne bagli üniversite gençliginin MTTB gibi etkin ve yaygin bir gençlik tesekkülünü ele geçirmesini, batici kadrolarca horlanan kimliklerinin yükselen bir zaferi olarak nitelendirirler.'"

Bu devrede antikomünist ve milliyetçi mukaddesatçi bir hüviyetle ortaya çikan MTTB sirasiyla su eylemlilikleri ortaya koymustur.

Fetih Mitingi (29 Mayis 1965)

Ilk defa gençlik tarafindan Istanbul'un 512. fetih yili Sultanahmet meydaninda büyük bir mitingle kutlanmistir.

Pakistan Mitingi (9 Eylül 1965)

Kesmir ihtilafi yüzünden Hindistan'in Pakistan'a saldirmasi üzerine, Sultanahmet meydaninda tertip edilen mitingde Kesmîr Sehitleri saygiyla anilmis ve Hindistan Protesto edilmistir.

Kibris Mitingi (20 Aralik 1965)

Birlesmis Milletler Genel Kurulunun Kibris'la ilgili olarak Türkiye aleyhine karar vermesi üzerine MTTB tarafindan tertiplenen mitinglerin ilki 20 Aralik 1965'te Beyazit meydaninda yapilmistir. MTTB'nin öncülügünde gerçeklestirilen bu mitingin akabinde Üsküdar, Ankara, Izmit, Mersin, Erzurum ve Türkiye'nin birçok yerinde daha mitingler yapilmistir.

Ayasofya 'da Namaz (27 Temmuz 1967)

Katolik Kilisesi dini lideri Papa VI. Paul'ün Ayasofya'yi ziyareti ve orada turistlerle birlikte dua etmesini protesto etmek için Ayasofya önünde bir basin toplantisi düzenlenmis ve akabinde 1943 yilindan bu yana ilk kez Ayasofya'da namaz kilinmistir.

Anadolu Sahlanis Mitingi (12 Kasim 1967)

Altmisa yakin milliyetçi tesekkülün katilmasiyla Erzurum'da düzenlenen ve daha önce Dogu mitingleri adi altinda düzenlenen toplantilari tel'in eden bir miting düzenlenmistir. Sahlanis mitinglerine 1968 yilinda Istanbul, Ankara ve Izmir'de de tertip edilen mitinglerle devam edilmistir.

25 Nisan 1969'da Kayseri'de baslayip 12 Agustos 1969'da Istanbul'da biten genel kurul sonrasinda Burhanettin Kayhan MTTB genel baskanligina seçilmistir. 1965 yilinda Rasim Cinisli'nin genel baskan seçilmesiyle baslayan Islamilesme süreci, Burhanettin Kayhan baskanliginda, MTTB'nin gerçek kimligini bulmasiyla devam etmistir. Bu dönem, orta ögrenim ve üniversite gençliginin kendilerini artik Islam gençligi olarak ifade ettigi dönemin baslangicidir.

Bu yillar Türkiye'nin çok karisik oldugu, ögrenciler arasinda (orta ögrenim ve üniversite) fikri ve ideolojik tartismalarin ötesinde fiili ve silahli çatismalarin yasandigi dönemdir. MTTB bu çatismalarin disinda kalmanin gayretini verirken bir yandan da çözümün, menfi olarak nitelendirdikleri sol akimlarin frenlenmesi veya önüne sed çekilmesi degil (çünkü bu daha da güçlendirecektir) bu menfi akimi kökünden yokedilmesi oldugunu savunuyordu. Bu dönemde de MTTB "Iman medeniyetine yeniden sahip çikma zorunluluguna" vurgu yapiyor ve "Bozulan Selçukludan bir Osmanli günesi çikartan bizim cevherimiz neden 20. yüzyilda yeniden bir medeniyet vücüda getirmesin? Ahlaki ve içtimai degerler eskimez, solmaz ve pörsümez, pörsüyen sekildir" seklinde düsüncelerini ifade ediyordu.

MTTB'nin bu dönemde altina imza attigi faaliyetleri aktarirken Burhanettin Kayhan, Mescidi Aksa'nin Yahudiler tarafindan yakilmasi ve bunun üzerine Islamci gençligin Istanbul'da "Yahudiyi boykot" etmek üzere "Mescidi Aksa Haftasi" tanzim etmesinin altini çiziyor ve bu hareketi Islami bir hareket olarak nitelendirip büyük bir öneme sahip oldugunu ifade ediyor (4 Eylül 1969).

Her ne kadar ögrenciler arasinda cereyan eden silahli çatismalarin disinda kalma gayreti içerisinde olsalar da 21 Eylül 1969 cumartesi gecesi MTTB spor odasina bomba atilmasi sonucunda Mustafa Bilgi sehit edilir. Bu MTTB'nin sahip çiktigi ilk sehit degildir. 1967 yilinda Ankara'daki Site talebe yurdunda Ilahiyat Fakültesi ögrencisi Ruhi Kiliçkiran yemekhanede kursunlanarak öldürülür. Ruhi Kiliçkiran MTTB kayitlarina ilk sehit olarak düsmüstür. 1969 yilindan sonra sehitlerin sayisi hizla artacaktir.

Üniversitelerde devam eden çatismalara istememelerine ragmen Islamci gençlik de taraf olmustur artik. Isik Olayi olarak tarihe geçen olayi Burhanettin Kayhan'in cümleleriyle aynen aktariyoruz.

"Isik M.M.Ö.Y.O. Talebe cemiyeti seçimini Islamcilar kazaninca, bunu hazmedemeyen anarsistler disaridan, hatta Istanbul disinda ne kadar militanlari varsa hepsini Isik M.M.Ö.Y.O. na getirip talebeleri zorla boykota sürüklerler. Cemiyeti ellerinde bulunduran grup, boykotu kirip derslerin tekrar baslamasini saglar. Bunun üzerine sol, bütün silahli ekibiyle 19 Eylül 1969 gecesi Besiktas'taki okul binasini sarar. Ellerinde sten, tomson oldugu halde okula hücum ederler. Önce okulu uzaktan tarar ve etrafi delik desik ederler. Islamci gençlik binanin içindedir. Islamci gençlik içeriden disariya bir taarruzla çikar, komünistler kaçacak delik ararlar. Bodrumlara, kahve köselerine siginirlar. Hadiseler esnasinda Orman Fakültesinden Mehmet Cantekin vurularak öldürülür.

Yeni bir komünist oyunu daha tezgahlanir! Arkadaslarini öldürürler, suçu da karsi gruba yüklenerek, yoldaslarini karsi tarafa karsi kin ve intikam hirsi ile doldururlar. Solcular, sagcilari katil olarak damgalayip, mahkum ettirmek için bir taktik uygularlar.

Mizansen hazirlanmistir; Islamci gençler cinayetin failleri olarak yakalanir. Cemiyet baskani Semih Topçu için tevkif karari çikar. Suçsuz oldugundan Semih Topçu gidip teslim olur. Semih Topçu hiç mahkeme edilmeden 9 ay hapiste yatar. Mahkeme Sivas'a nakledilir ve Sivas agir ceza mahkemesince Semih Topçu tahliye edilir."

Islamci gençligin bu tarihlerde üniversite bünyesinde ugradigi saldirilar yukaridaki olayla sinirli kalmiyordu hiç süphesiz. Üniversiteleri kendi kaleleri ve faaliyet alani olarak gören solcu ögrenciler, kendi düsüncelerine prim vermeyip militanlari olmayi kabul etmeyen anti komünist veya müslüman hiç bir ögrenciye yasam hakki tanimiyorlardi. Istanbul'daki üniversiteler içerisinde ayri bir yeri olan Yildiz Akademisinin o yillardan baslayip hala süregelen Islami kimlik sahibi genç olusumu da kendi mevzisini kavga vererek kazanmak durumunda kaliyordu.

"Sanat okulu mezunlarini kabul ettigi için Yildiz Akademesi Anadolu'nun bozulmamis, seciyeli ve imanli gençlerinin hakimiyetindedir. Bunu hazmedemeyen komünistler, okulu ele geçirmenin planlarini yapip uygulamak isterler.

9 Aralik 1969 günü saat 23.00 siralarinda Akademi önündeki otobüs duraginda meçhul sahislar komünizmle mücadele dernegi eski üyesi Istanbul Mimarlik Mühendislik Akademisi ögrencisi Mehmet Büyüksevinç'i tabanca ile vurarak öldürürler.

10 Aralik 1969 günü sol cenazeye sahip çikar. Mehmet Büyüksevinç devrim sehidi (!) ilan edilir. Bunun üzerine sol bütün militanlariyla bu hadiseyi bahane ederek I.D.M.M.A.'ni isgal eder. Akademiye giden milliyetçi gençler Akademiye sokulmuyor, girenler de yakalanip halk mahkemelerine çekiliyordu...

Bu arada Akademi içindeki Islamci gençlerin Mescidi Komünistler tarafindan tahrip ediliyor, mukaddes kitabimiz Kur'ani Kerim yirtiliyor, halilar yakiliyordu...

14 Aralik 1969 Pazar gününü Pazartesiye baglayan gece sabah namazini Yildiz camiinde kilan bir grup Islam genci Akademi önünden geçerken, Akademiyi isgal eden ve Akademi içinde silahli olarak bekleyen komünistlerin hücumuna ugrarlar.

En önde Battal Mehetoglu elinde tabanca devamli ates eder. Bu arada binadan gelen tüfek kursunu ile arkadan vurulur. Battal'in vuruldugunu gören komünistler birara duraklayip ates kesince Islamci grup da firsattan istifade oradan çekilirler.

15 Aralik 1969 Pazartesi günü hazirlanan mizansen sahneye konuluyor...

TRT, sol basin, komünist eskiyalarla tam isbirligi halinde Islamci gençlige ve müslüman halka alabildigine hücum ediyordu. Radyo "camiden çikan yobazlar bir genci öldürdü" derken sol basin da ayni seyleri yaziyordu. Sol basin ayrica Battal'in ölümünü yeni "Kubilay" olayi olarak degerlendiriyordu.

Istanbul'da bütün solcu militanlar fakültelerde silahlarla, terör havasi estiriyorlardi. Yildiz Akademi binasinda komünist halk mahkemeleri kuruluyor, yakaladiklari antikomünist her gence, akla hayale gelmedik iskenceler yapiliyor, üzerlerinde sigaralar söndürülüyor, ölesiye dayak atiliyordu.

17 Aralik 1969 Çarsamba günü bütün fakültelerdeki sol militanlar üniversite gençligini mateme sokmaya çalisiyorlardi. Boykota direnen Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümü talebelerine karsi bu bölümün anfileri bombalaniyordu.

Içisleri Bakaninin talimatiyla MTTB mensuplari ve baskani sorguya çekiliyordu.

19 Aralik 1969 Cuma günü talebe hareketleri bütün siddetiyle devam ediyor. Polis Islamci genç avina çikiyordu. Battal Mehetoglu'nun öldürülmesi yüzünden MTTB mensubu 11 genç tutuklaniyor.

21 Aralik 1969 Pazar günü MTTB ve Yildiz Devlet Mühendislik ve Mimarlik Akademisi aranir.

Cumartesi aksami I.D.M.M.A. aranir. Fakat aranacagi önceden bilindigi için silahlarin çogu Akademinin arabasi ile kaçiriliyor. Fakat buna ragmen 8 tabanca, 35 molotof kokteyli, 2 av tüfegi, 2 sustali, büyük tahrip aletleri, 250 mermi, 16 adet dom dom kursunu ve bodrumda iskenceden baygin yarali yatan Mustafa Afsaroglu ele geçiriliyor. Ayni gece MTTB de araniyor. MTTB'nin büfesine ait bos su siseleri ve kirik sandalye ayaklari bulunuyor."

12 Mart muhtirasiyla birlikte komünistlerin en güçlü teskilati olan Dev-Genç kapatilir. Üniversitelerdeki çatisma geçici bir süre durgunlasir. Muhtiradan sonra sikiyönetimin ilani, MTTB'nin çatismalarin disinda kalma prensip ve kararliligi ile birlikte MTTB üniversite düzlemindeki çatismalardan çekilmis ve kendi iç bünyesine yönelmistir.

1969 yilindan 12 Mart'a kadarki dönemde deginilmesi gereken önemli olaylardan biri de Mücadele Birligi ve MTTB arasinda Fetih kutlamalari konusunda çikan bir ihtilafin neticesi olarak 29 Mayis 1970 tarihinde Mücadele Birligi mensuplarinin MTTB'li gençlere saldirmasi olayidir. Dönemin MTTB Genel Baskani Burhanettin Kayhan'in Milli Gençlik Dergisi 1970 yili Gençlik Özel Sayisi'nda kamuoyuna sundugu açiklamada su cümlelere yer veriliyor:

"... 1. Mücadele Birligi mensuplan ile aramizdaki ihtilaf sahsi çekisme degil, fikir ayriligindan gelmektedir.

2. Mücadele Birligi komünistlerle degil de Müslümanlarla mücadele etmektedir.

4. Itikad bakimindan yanlis yoldadirlar.

5. Mücadele Birligi ile hiçbir fikri baglantimiz yoktur.

6. Teskilatimiz mensuplarina yesil komünistler, mason
usaklar.gif
i, satitmislar diyecek kadar ihanet içindedirler.

7. Sag görünüp sagcilari hedef alanlar ancak ajan ve milli cephe bozgunculari olabilirler.

8. Mücadele Birligi bizim anladigimiz manada sagci bir teskilat degildir. Fakat bir çogu aldatilmis ve kandirilmis masum müslüman gençlerdir."

MTTB 1971'den sonra Anadolu'da yayilma ve teskilatlanma faaliyetlerine önem vermis isabetli bir kararla Türkiye çapinda, fikri ve fiili olarak agirligini göstermistir. Bu dönemde yüzden fazla orta ve yüksek tahsil teskilati kurulmustur.

60'li yillarin sonlarinda gençler arasinda basgösteren Islami yönelis kendisini MTTB çatisinda ifade ediyordu. 70'li yillar boyunca devam eden bu süreci Haksöz dergisinin Ekim 94 tarihli 43. sayisinda kendisine sorulan sorulari cevaplandiran, MTTB icra konseyi baskanliginda bulunmus Kenan Yabanigül'den aktaralim.

"Bence MTTB ve benzer çevreler, 1970'li yillara dogru Islam'a yönelmeye baslamislardir. Bu yönelis Türk-Islam sentezinden uzaklasan Islam'i kaynagindan ögrenmeye ve yasamaya arzu duyan gençlerin varligini olusturdu. Gençler Islami kimliklerini yeniden kesfetmeye basladilar.

Islami kimlik sorununun gündeme gelmesine etki eden faktörler tek nedenli degildi.

O dönemlerde Islam dünyasindan, etki uyandiran Islami eserlerin çevirileri yapilmaya baslanmisti. Islam'i bir bütün olarak tanitmaya çalisan bu eserler, gençleri okumaya yöneltiyordu. Bu eserler MTTB çevresi tarafindan da, diger vakif/kurulus ve cemaat çevrelerindeki gençler tarafindan da okunuyordu. MTTB'nin üçyüze yakin Anadolu teskilati vardi. Bu mahalli birimleri düsünsel planda MTTB merkeziyle birlikte genel Islami uyanis egilimi veya yörelerdeki etkin bir hoca veya abinin görüs ve gayretleri yönlendiriyordu. Iste gerek bu birimlerden, gerekse Nurcu, Süleymanci çevrelerden ve o zamanki MSP çevresinden üniversiteye gelen gençler MTTB merkezinde bulusuyorlardi. O zamanlar gençler arasinda bu eserlerdeki bilgiler gerek ikili ve sohbet iliskilerinde, gerek seminer ve konferans gibi etkinliklerde gündeme geliyor, tartisiliyor ve büyük etkiler uyandiriyordu"

Yabanigül ayni yazisinin devaminda MTTB etkinliklerinde ve yayin organi Milli Gençlik dergisinde Türk-Islam medeniyeti ve Türk gençligini önceleyen vurgularla ilgili olarak sunlari söylüyor:

"Türk-Islam kelimesinin beraber kullanilmasiyla murad edilen mana, bu gün Türk-Islam sentezi'nden bahsedenlerin tasidigi amaçlardan farkli idi. O dönemde Türk-Islam kelimesi Necip Fazil'daki kullanisi ile kabul görüyordu. Bu kullanim irkçiliktan ziyade bütün degerlerini Islam'dan alan Türk milletine vurgu idi. Zaten o dönemde MTTB gençligini en fazla etkileyen kisilerden birisi de Necip Fazil idi. Daha sonra Türk kelimesinin irki bazda kullanilmasinin rahatsizlik uyandirmasi ve Islami bakisin güçlenmesiyle de MTTB bu kelimeden uzaklasip, "Müslüman Gençlik" tabirini kullanmaya basladi. Türk kelimesinin ihmal edilmesinde Güneydogu'da önemli etkinlikler gösteren MTTB'li müslümanlarin konuyla ilgili rahatsizliklarini üç veya alti aylik temsilcilik toplantilarinda/ kamplarda, özel sohbetlerde dile getirmeleri de dikkate alinmistir. Ama bir dayatma olmamistir. Zaten genel merkez genellikle bu bilincin tasiyicisi kisilerin elinde bulunuyordu. Mesela MTTB amblemindeki kurdun kaldirilis tarihi 1975'tir. Artik o yillarda Türk ve Kurt sembol ve kelimeleri ile bir ayrisma noktasindaydik. Bu kelime ve sembolleri tasiyan kitlelerin birbirleriyle de karismamasi gerekiyordu. Çünkü bizler, amel ve düsüncelerimizi müslüman olarak onlardan bariz sekilde ayrisarak hissettirmeliydik. Iste MTTB ve çevresinde Islami kimligin netlesmesi sürecine bu pratik durumda önemli bir katki saglamistir.

O dönemin yöneticileri bu süreçte, önceki dönemin sagci, antikomünist kimligi ile ögrenci hareketlerine yönelmis olan MTTB gençligini bizce anlamsiz çatismalardan uzaklastirmaya, okumaya, kültürlenmeye ve Islami kimliklerini tartismaya sevk etmeye çalisiyorlardi. Ortada net ölçüler yoktu. Ama yönelis Islami idi. Bu tartismayi, yönlendirici konumdaki MTTB yöneticileri de kendi aralarinda yapiyorlardi. Sagciliktan ve sagciligin getirdigi eylemlerden siyrilmaya çalisiliyordu. Hatta bir miting yapilacaksa eski sekil, slogan ve amblemlere yer vermemeye çok özen gösteriliyordu. Kimligimizin netlesmeye basladigini ve Islam'in öncelendigini göstermek ihtiyacini hissediyorduk."

Bu yillarda (70'li yillarin ortalari) yalnizca MTTB bünyesindeki gençlerin degil Türkiye genelindeki Islami çevrelerin tümünde tevhidi bir söylemin sekillenisine sahit oluyoruz. Özellikle MTTB'nin yayin organi olan Milli Gençlik dergisi bu söylemi bizlere tasimaktadir. 1974-75 ögrenim döneminde yayinlanan Milli Gençlik dergilerinde özellikle Ali Bulaç, Mehmet Mengüç (Sedat Yenigün), Ahmet Memduhoglu'nun yazilari dikkat çekmektedir. Ayni yil Libya devlet baskani A. CALLUD Türkiye'ye gelerek MTTB'li gençlere "Kaynagimiz Kur'andir" ana temasi üzerine bir konferans vermistir. Bu tarihten itibaren ümmetçilik, üzerine vurgu yapilan bir kavramdir ve artik Milli Gençlik dergisi sayfalarinda sikça ve ayrintili biçimde dünya müslümanlarindan haberler aktarilmaktadir.

1975-76 ögrenim döneminde yayinlanan Milli Gençlik dergileri artik Islam metot ve fikir tartismalarîn yapilandigi, bu yolla MTTB'li ve diger gençligin düsünce dünyasinin olusturulmaya çalisildigi bir dönemi ifade ediyor. Ali Bulaç, Selahaddin Es, Besir Eryarsoy, Seyhmus Durgun'un yazilari, bunlarin disinda tercüme yazilar, dergi sayfalarinda yer aliyor.

Tüm bu düsünsel arinmanin yaninda bu tarihlerde MTTB yurt genelinde büyük yankilar olusturacak eylemliliklere imza atmaktan geri kalmamistir. Bu eylemliliklerin en önemlisi 1975-76 ögrenim döneminde, Meslek okullarinin üniversiteye girmesini saglamak maksadiyle, mecliste kabul edilip, senatoda müddeti içinde görüsülmedigi için kanunlasmis sayilan teklifin Cumhurbasakin F. Korutürk tarafindan veto edilmesi üzerine, Genel Baskan Rüstü Ecevit'in yayinladigi bildiri ile "veto'ya veto" protesto eylemleri baslatilmistir.

3 Ocak 1976 günü Istanbul'da binlerce Meslek okulu ve onlari destekleyen üniversite ögrencisinin katilimiyla dev bir yürüyüs yapilmistir. Taksimden baslayip Beyazit'ta son bulan yürüyüs günümüze dek tasinmis olan bir sloganin ilk kez kullanilmasi bakimindan da anlamlidir. Kullanilan bu slogan "Islami Hareket Engellenemez" sloganidir. Ayrica bunun disinda, "Müslüman Türkiye", "Imanliyiz Güçlüyüz", "Çagimiz Buhranda Kurtulus Islam'da", "Egitimde Esitlik", "Vetoya Hayir" gibi sloganlar atilmis pankartlar açilmistir.

Imam-Hatip Liseli gençlerin de üniversiteye girememeleri anlamina gelen bu vetoya karsi tepkiler Istanbul'la sinirli kalmamis, kisa zamanda, Ankara'da, Kayseri'de, Bursa'da, Erzurum ve Trabzon'da da görkemli yürüyüslerle protesto edilmistir. Bahsi geçen bu alti ilin disinda da; Diyarbakir, Edirne, Elazig, Izmir, Kastamonu, Konya, Malatya, Maras, Sakarya, Sivas, Tokat ve Urfa'da da basarili bir sekilde yürüyüsler gerçeklestirilmistir.

70'li yillarm sonlarina dogru MTTB içerisinde baslayan hiziplenme egilimleriyle birlikte aktif olan talebe dernekleri birer birer ihraç edilmeye baslandi. Bu gelismeler MTTB'li gençler arasinda huzursuzluk olusturdu.

1976 yilinda Ankara Devlet Mimarlik ve Mühendislik Akademisi ögrencilerinden bir grup genç tarafindan kurulan Akincilar dernegine, özellikle 78'den sonra MTTB'den ciddi kaymalar baslamistir.

Yine bu dönemde MTTB bünyesinde faaliyet göstermis ve daha sonra dislanmis bir grup genç tarafindan kurulan Istanbul Kültür Ocagi da, MTTB'den ayrilan gençlere kuçak açan bir zemindir.

Istanbul Kültür Ocagi çikardigi Islami Hareket Dergisi'yle ismini duyurmaya, müslüman gençlerin fikirsel gelisimine katkida bulunmaya çalisacaktir.

Bu dönemde Islami Hareket Dergisi disinda yine MTTB'de faaliyet yapmis gençlerin bagimsiz olarak çikardiklari partisel faaliyet ve milli endiselerden uzak Düsünce Dergisi, Sura Dergisi müslüman gençligin daha ümmetçi egilimlere sevkedilmesi, sistemden soyutlanma, Islami cemaat olma, Islami devlet anlayislarinin yerlesmesine yardimci olmuslardir.

70'li yillarin sonlarina gelindiginde MTTB, 70'li yillarin baslarinda ve ortalarinda yüklendigi misyonu artik yitirmistir. Faaliyetleri kültürel etkinliklerle sinirli kalan MTTB, dil kurslari, ehliyet kurslari, üniversiteye hazirlik kurslari, siir okuma yarismalari v.b. faaliyetler içinde bogulup kalmis ve 80 ihtilaliyle birlikte de kapatilmistir.

MTTB'nin 1916'da kurulusundan itibaren gelisim seyrini, altina imza attigi eylemleri ve özellikle 60'li yillarin sonlarindan itibaren Islami düsünüsün ve hareketin olusmasi yönünde yüklendigi misyonu elimizden geldigince aktarmaya gayret ettik. Simdi de 80 öncesi dönemde MTTB gibi etkin bir kurulus olan Akincilar Dernegi'ni ele alacagiz.

AKINCILAR

Akincilar Dernegi ilk olarak Ankara Devlet Mimarlik ve Mühendislik Akademili bir grup ögrenci tarafindan Tevfik Riza Çavus'un baskanliginda 1976'da kurulmustur.

Ülke çapindaki ögrenci dernek ve birlikleriyle herhangi bir istisare yapmaksizin kurulan Akincilar, gençlik tarafindan uzun bir süre beklenen ilgiyi görmedi. Özellikle zamanin Adalet Bakani Ismail Müftüoglu'nun bir kaç konusmasinda Akincilar ismini telaffuz etmesi ve sahiplenir bir tavir takinmasi gençlik tarafindan güvensizlikle karsilandi.

Ankara'da yalnizca bir okulun dernek çalismasi seklinde kurulan Akincilar, ayni dönemde Adana ve Kasimpasa'da kurulan derneklerle de ayni ismi tasimaktaydi. Daha sonra Ankara'nin etkintigiyle birlikte Adana ve Kasimpasa Akincilari da Ankara'ya baglanacaklardir.

Bu tarihlerde Islam gençliginin, bünyesinde faaliyet gösterdigi MTTB gerek partiler üstü kalma kararliligi gerek de kendi içerisinde basgösteren kiliklasma-hiziplesme egilimleri sonucunda, basta Istanbul'da olmak üzere aktif ögrenci derneklerini ihraç yoluyla tasfiye etmeye baslamistir.

Tasfiye islemleri sonrasinda Istanbul'da; Fatih Camii Yurdu, Ilim Yayma Yurdii, Antalya yurdu, Atîk Valide Yurdu, Erzincan Yurdu, Fetih Yurdu ve bir kaç yurtta daha kendilerini herhangi bir kurum veya yapiyla ilintilendirmeyen kalabalik bir müslüman ögrenci potansiyeli vardi. Varolan bu ögrenciler, kendilerini hiç bir legal örgütlenmede ifade edemiyorlarsa da üniversite ve yurt bünyelerindeki Islami teblig faaliyetleri sürmekteydi.

1978 yilina kadar MTTB ve Akincilar Dernegi isimleri varolmasina ragmen gözle görülür elle tutulur herhangi bir etkinlik görünmemektedir. 1978 Temmuzunda yukarida sözünü ettigimiz müslüman ögrenci potansiyeli okul ve yurt temsilcileriyle Istanbul Akincilara katildi. Etkinlikleriyle göz dolduran gençler kisa bir süre sonra Mart 79'da genel merkeze atandilar ve böylece Akincilar gerçek kimligine kavusmus oldu.

Kurulus asamasinda MSP'nin gençlik kolu olmak gibi bir amaçla kurulmamis ve fakat özellikle 1978 yilinda Mehmet Tellioglu'nun baskanliginda MSP ile somut iliskilere geçilmis ve artik MSP Akincilari gençlik kolu olarak sahiplenmistir. MTTB üzerinde de hiçbir etkinligi kalmayan MSP'nin bu tavri kendi açilarindan anlamliydi. Fakat Akincilar MSP iliskisi o kadar uzun ömürlü olmuyordu.

Akincilarin o dönemde miting ve gösterilerde hatta partinin salon toplantilarinda kullandigi sloganlar ve yürüttügü faaliyetler 1979 yili Milli Güvenlik Kurulu toplantilarina içisleri bakani olarak katilan Oguzhan Asiltürk'ün önüne fatura olarak gelmeye basliyordu. 79'un ikinci yarisindan itibaren gösterilen tüm gayretlerine ragmen Akincilari kontrol altina alamayacagini anlayan MSP, Akincilara karsi daha temkinli ve ölçülüdür artik.

Akincilarin temsil ettigi ve savundugu fikirler yetmisli yillar boyunca arinma gösteren ve artik olgunlasan ve evrensellesen bir Islam anlayisi seklindeydi.

Akincilar kendi ifadeleriyle "Yeryüzünde söz sahibi olan, Sosyalist, Komünist, Liberalist-Kapitalist, Fasist, Siyonist v.b. bütün Islam disi zihniyete sahip devletleri Küfür Devletleri olarak tanimliyoruz. Küfür devletleri ve kafirlerin ortak hedefi ve düsmani müslümanlardir. Müslümanlar ise dünya üzerinde herhangi bir devlete sahip degillerdir. (Daha sonra gerçeklesen Iran Islam Devrimi sahiplenilecektir). Müslüman cemaatlerin yasadigi bugün "Islam Ülkeleri" diye isimlendirilen ülkeler de batili ölçülere uygun devlet tipleridir. Diger küfür devletlerinden farkli olan taraflari sinirlari içerisinde yasayanlarin Müslüman olmasidir.

Çag, bunalim, zulüm, sömürü ve inançsizlik, kisaca küfür çagidir. Asri saadetten önce yasanan Cahiliye dönemleri tekrar yasanmaktadir. Bütün insanlik umutlarini Peygamber sesinin çagimiza uzanmasina baglamistir. Kavgamiz o kutlu sesin dünyaya getirecegi mutluluk ugruna verilmektedir.

Peygamber efendimiz, Medine'den gönderdigi elçilerle insanligi ayrim gözetmeden Islam'a çagiriyordu. Davamizin evrenselligi suuruna kavusan ilk müslüman topluluk, Müslüman cemaatler arasinda kopartilan "kardeslik baglarini" kurmaya çalismakla vazifeli oldugu suuru içindeydi.

Biz de yeni bastan Islami ihya edercesine ayni suur ve heyecanla davamiza sarilmak zorundayiz.

Islami Hareketi belli bir bölgeye veya belirli bir irka has göremeyiz. Islam cemaatlerinden herhangi biri bulundugu bölge veya sahip oldugu irka dayanarak Islam'i inhisari altina alamaz. Bu Islam'in temel yapisiyla çeliskilidir. Çünkü, hangi renkte veya bölgede olursa olsun Müslümanin derdiyle dertlenmek zorundayiz. Islam, müslümanlari bir vücut gibi kabul etmistir. Bu vücut bütün Islam toplumlarini temsil etmektedir.

Bu vücut ayaga kalkacaksa tabiidir ki bütünlük içerisinde kalkacaktir. Geçmiste ve bugün bütün Islami Hareketleri bölge ve irk ayrimi yapmadan kendimize mal edemiyorsak, önemli bir eksikligimiz söz konusudur."

Akincilar hem sözü geçen düsüncelerini yayginlastirmak, hem varolan kitlesinin hissi birlikteligini ve egitimini gerçeklestirmek amaciyla 3 Agustos 1979 tarihinde ilk sayisini yayimladiklari AKINCILAR isimli on bes günlük siyasi bir dergi çikarmislardi.

Derginin ilk sayisi "Hayat Iman ve Cihad'tir" sözünü kapak edinerek çikiyor. "Baslarken" yazisinda kendilerini DIRILIS NESLI olarak isimlendirmeleri ilk bakista dikkat çekiyor. Yazinin devami su sekilde:

"MUTLAK NIZAM ISLAM. Ne bati, ne dogunun maddeci felsefesi, ne hindu mistisizmi bu gençligi kendi afsunu ile uyutamamaktadir. Bu gençlik Islam'i mutlak nizam olarak kabul etmektedir. O, ne siyonizm timsahinin üst çenesi durumundaki Komünizm ne de siyonizmin alt çenesi durumundaki kapitalizmin disleri arasinda kendine yer aramaktadir. Ne fasizm safsatasini kendine rehber edinmistir, ne de öteki Yahudi tuzaklarini kendi için bir yol olarak görmektedir. Akinci gençlik çaglar üstü ve kavimler üstü bir nizam olarak Islam'i tek kurtulus yolu olarak görmekte ve bu hak davaya teslim olmaktadir."

Derginin yazarlari arasinda Sadik Albayrak, Rasim Özdenören, Arif Altunbas, Zeki Can, Akif Inan'in ismini saymak mümkün.

Dergi sayfalari özellikle dünya müslümanlari ve Islami hareketlerinden haberlere yer veriyor. Ayrica egitim amacina matuf olarak kaleme alinmis yazilar dikkat çekiyor. Bu yazilarda sikça vurgulanan "ordu disiplini içinde, basa bagli, hedefe; kararli, inançli bir sekilde, davayi her haliyle yasayarak, sonra yasatmak için elden gelen her gayret yapilmahdir ifadesi Akincilar'in hareket mantigini yansitmaktadir.

Akincilar ayrica Türkiye'deki Islami Hareket içerisindeki yerlerini su sekilde tanimlamaktadirlar:

"Islami Hareket iman ve cemaat ikilisinden olusur. Dünya üzerindeki parça parça Islami tavirlar bir bütünlük arzetmek zorundadir. bütün müslümanlar ayni zamanda birer askerdirler. Bundan dolayi imam cemaat ikilisini bir orduya benzetebiliriz. bütün dünya Müslümanlari bir ordu haline gelmeye mecburdurlar. Türkiye'de müslümanlar sosyal, iktisadi ve siyasi alanda aktif mücadele içerisindedirler. Bu mücadele kollari bir ordu disiplini içerisinde yürütülmektedir. Türkiye'deki müslümanlar bütün dünya müslümanlarini da içine alabilecek bir ordu hareketini baslatmislardir. Bu ordunun disinda kalanlar samimi olsalar da bilmeden Islam disi güçlere hizmet etmis olurlar.

Müslümanlarin en önemli özelligi teskilatlanmasidir. Iki kisilik bir müslüman cemaatin varligi söz konusu olduguna göre, Islam'da tek kalmamak ve ordu hareketi içerisinde olmamak mazeret kabul etmeyen büyük bir suçtur.

Her müslüman yeniden öz nizamini kuracak bir ordunun eri oldugunu unutmamalidir. Bu ordunun zayiflayan kanatlari varsa, bunu ordudan kopus sebebi olarak kullanmali, bunun yerine o zayiflayan kanadi, kuvvetlendirmek için gerekirse bütün varligini feda edebilmelidir.

Akincilar, bu ordunun öncü kuvvetleri, koruma askerleridir. Akincilarin ortaya çikisi bu ihtiyaca cevap vermek içindir. Akincilar 400'ü askin teskilati ve olgun kadrosu ile görevini basarmada umut verici bir statüye kavusmaktadir. Sevdigini Allah için seven, sevmedigine Allah için düsman olan Akincilar müslüman ordusunun "kelle koltukta" fedaileridir.

Gayemiz saldirmak, yagmalamak ve zulmetmek degil, korumak, hizmet etmek ve mazlumun yaninda olmaktir.

Büyük zafer, büyük mücadeleden geçer. Yarinki büyük zaferimiz için Akinci erler müsluman sahsiyetiyle heykelleserek, at binip kiliç kusanmislardir.

Allah için, zalim çaga akin vakti gelmistir.

Dünya üzerinde olagelen mücadelenin Hak-Batil mücadelesi olduguna inaniyoruz. Hakk esastir, sürekli olarak Hakk'in temsilcileri varolmustur. Batil ise Hakk'in antitezidir. Hakk'in karsisinda sürekli olarak degil, baska baska sapikliklarla tutunmaya çalismistir. Hz. Adem'le baslayip, Hz. Muhammed (sav) ile son olgunluguna kavusan Hakk, karsisindaki inkarci batil ile mücadelesini kiyamete kadar sürdürecektir. "Din yalniz Allah'in oluncaya kadar Islam savasçilarinin kurtulusa erdirici tebligi ve cihadi devam edecektir."

1978 yilinin Aralik ayinda patlak veren Maras olaylari ile birlikte baslayan sikiyönetimle birlikte 79 yili içerisinde 500 kadar teskilata sahip Akincilarin subeleri birer birer kapatilmaya baslamistir.

Ankara genel merkez kapatilincaya kadar, bu kapatilmalar Akincilari ciddi biçimde etkilememistir. Ankara araciligiyla koordinasyon devam ettirilmektedir. Bu arada dergide kapatilmalar üzerinde sik sik dikkat çekilen bir konu da "dernegi kapatilan müslümanin savasi durmaz" seklinde ifade edilen, çalismalarin illegal bir zeminde de olsa devam ettirilmesi gerekliligiydi. Ancak 1980'e gelindiginde Akincilar dernegi genel merkez dahil kapatiliyordu. Bu kapatilma ile birlikte sayisi 500'ü bulan dernek ve her bir dernegin çevresinde kümelenen insan potansiyeli arasindaki organik iliski ve koordine kopuyordu. Etkin sahsiyetlerin oldugu bölgelerde Islami çalismalar dernek olmaksizin yöresel çalismalar seklinde varligini devam ettirmistir. O an için hayir mülahaza edilmeyen kapatilmalar, esasen 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte üniversite zemininde süregelen Islami teblig çalismalarinin inkitaya ugramadan devam etmesi gibi bir olumlulugu da beraberinde getiriyordu.

1980 baslarinda legal faaliyet zeminlerini yitiren üniversite ögrencileri birbirleri arasindaki iliski ve hiyerarsileri legal zemin olmaksizin sekillendiriyor ve 12 eylül askeri darbesinin getirdigi olumsuzluklardan en az etkilenerek faaliyetlerini sürdürüyorlardi.

Üniversitelerde yakalanan bu basarinin diger zeminlerde de devam ettigini söylemek oldukça zor. Derneklerin kapatilmasi ile birlikte bir çok bölgedeki çalisma ve gayretler sona ermistir.

Akincilar bünyesindeki gençligin kontrolünü elinden kaçiran ve bu arada da zaten Akincilar derneginin de kapatilmasiyla gençlik teskilatindan yoksun kalan MSP, Mart 1980'de Tevt'ik Riza Çavus baskanliginda Konya merkezli "AKINCI GENÇLER DERNEGINI" kurduracak ancak bu dernek ancak atti ay yasayabilecektir.

Akincilar çok kisa bir süre içerisinde 500'e yakin subeye kavusmasinin sebebini irdeleycek olursak, 70'li yillarin son döneminde kendini gösteren terörizmin, insanlarda kendilerini herhangi bir olusum içerisinde ifade etme istegi, baska bir deyisle yapilanmalarin güvenligine siginma istegi önemli bir etkendir. Aynca MSP'nin de Akincilar'i sahipleniyor olmasi mesruiyet zeminlerini artirmaktaydi.

Kisa ömrüne ragmen etkinligiyle öne çikan Akincilar ülke çapinda yanki uyandiran büyük eylemliliklerin altina imza atmislardir. Bu eylemlerden baslicalari:

24 Kasim 79 Kayseri Mitingi

Kayseri'de toplanan onbini askin Akinci Afganistan müslümanlarinin mücadelesini desteklemek amaciyla bir miting ve yürüyüs düzenlemislerdir. Miting haberini veren Akincilar dergisi devamla sunlari aktariyor: "Miting sonrasinda bazi çevreler büyük bir telas ve korkuya kapildilar. ABD'nin siyonistlerin incinmesinden korkan bazilan ise hemen efendilerine baglilik mesajlari yayinlamaya basladilar.

Degisik çevrelerin bu tepkileri içinde CHP Genel Sekreteri Mustafa Üstündag ile CHP Adana senatörü Hayri Üzer'in yaptiklari konusmalar hayli ilginçti. Mustafa Üstündag; "Kayseri mitingi ve yürüyüsü cumhuriyet tarihinin en çok üzerinde durulacak ve de düsünülecek olayidir."

1 Nisan 1979 Sakarya Mitingi

Sakarya'da yüz bin kisinin katilimiyla gerçeklesen miting Türkiye tarihine birçok yönden ilk olma özelligi tasimaktadir. "Dünya müslümanlariyla dayanisma mîtingi" olarak adlandirilan mitingde Iranli, Suriyeli ve Filistinli birer konusmaci misafir edilmisti. Ayrica ilk kez Kelimei tevhid orjinal yaziliyisla bu mitingde açilmistir.

Bunlarin disinda Of, Turgutlu ve Tatvan'da, yurdun üç ayri noktasinda , toplumun sahiplenildigi teblig amaçli mitingler tertip edilmistir.

Yine Erzurum'da Hicret yürüyüsü, Bursa'da Mescidi Haram'in isgalinin protesto edildigi mitingler yapilmistir.

1976 yilinda kurulan ve 1979'un sonlarina gelindiginde tamamen kapatilan Akincilar, bu kisacik dönemde Türkiye Islam gençliginin kendisini ifade ettigi ve üzerine düsen misyonu artilariyla ve eksileriyle yerine getirmis bir yapilanma olarak tarihe geçmistir.

Sonuç

1969 yilinda baslayan Islami Gençlik mücadelesi 1980 yilina gelinceye dek yukarida aktarmaya çalistigimiz serüveni yasamis, bu süreç içerisinde milliyetçi-mukaddesatçi çizgiden Islami çizgiye gelmis ve hatta 70'li yillarin sonlarinda dünya Islami hareketlerinden edindigi tecrübelerle tevhidi ve evrensel bir söyleme kavusmustur.

80 öncesi Islam gençliginin düsünsel olusumuna katkida bulunan baslica yayin organlari; Dirilis, Büyük Dogu, Sura, Tevhid, Hicret, Islamî Hareket, Seriyye, Kiyam, Milli Gençlik, Sanatta ve Fikirde Hareket, Düsünce, Mavera, Hilal, Aylik Dergi, Gölge, Yeni Ölçü, Milli Gazete, Teblig, Sadirvan, Hîcret 1400, Okru, Mustu, Tohum, Kriter, Tomurcuk, Köye Kente Selam ve Akincilar'dir.

Islam Gençliginin Ruhi Kiliçkiran'la baslayan sehitler kervani 12 Eylül'e kadar özellikle 70'li yillarin sonlarinda artan bir hizla devam etmistir.

Komünistlerin sehit ettigi müslüman gençlerin yaninda, de 1 ülkücüler tarafindan ve sistemin kolluk güçleri tarafindan sehit edilen gençler, Müslüman Gençligin yolunu aydinlatan birer mes'ale olmuslardir. Islam davasi ugruna sehit düsen tüm kardeslerimizi rahmetle aniyoruz.

1980-1987 arasi dönem:

12 Eylül ihtilali ile birlikte genelde tüm yurtta, özelde ise üniversite ve liselerde yasanan sicak ve hareketli günler son buldu. Ilan edilen sikiyönetim ve hemen her cenahtan yapilan binlerce tutuklama, tüm ideolojik yapilanma ve gruplari derinden etkiledi.

Genel olarak Türkiyeli Müslümanlar da bu gelismelerden paylarina düseni aldilar. Legal zeminlerinin kapatilmasiyla birlikte birbirleri arasindaki diyalog ve iletisim kanallarini kaybeden müslümanlar, uzun süre kendi yörelerine hapsoldular. Yetkinlikleriyle dogru orantili olarak, buralarda küçük halkalar halinde Islami yasanti ve düsünceyi canli tutmaya çalistilar. Süphesiz ki üniversitelerde okuyan müslüman ögrenciler de bu gelismelerden menfi yönde etkilenmislerdir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, ihtilal öncesinde ilan edilen sikiyönetimle birlikte, üniversite gençligini bir arada tutan legal zeminlerin kapatilmasi ister istemez, Müslüman gençlerin legal zemin olmaksizin faaliyetlerini sürdürebilme kabiliyetlerinin gelismesini saglamis ve ihtilal sonrasi için bir hazirlik niteligini kazanmistir.

Gerçekten de 12 Eylül sonrasinda üniversitelerdeki ideolojik yapilanmalarin faaliyetlerinde ciddi aksamalar yasanirken, Müslüman ögrencilerin davet merkezli faaliyetleri inkitaya ugramaksizin devam etmistir. Genel durumu bu sekilde resmettikten sonra, bu dönem üniversite gençliginin geçirdigi düsünsel evrelere ve yasadiklari sürece deginmeye çalisacagiz.

12 Eylül'ün getirdigi durgunlukla birlikte, Islami düsünce ve hareket noktasinda ciddi bir gelenegi olmayan Müslüman gençler kendilerini yogun okuma ve fikirsel tartismalarin içinde buldular. Misir, Suriye, Iran ve Pakistan basta olmak üzere Islam dünyasindan yapilan tercümeler hizla artiyor ve tüm bu kitaplar büyük bir istahla Müslüman gençlerce okunuyordu. Özellikle Seyyid Kutub, Muhammed Kutub, Mevdudi, Hasan EI-Berina, Abdulkadir Udeh, Ali Seriati, Mustafa Meshur, Fethi Yeken, Hasan Erinedvi gibi düsünürler yogun olarak okunan yazarlar arasinda geliyordu. Bu yazarlara ait her bir kitap "basucu kitabi" olarak algilaniyor ve her biri adeta yansittiklari düsüncelerle birlikte yutuluyordu. Okuma süreciyle birlikte yeni bir kimlige adim adim yaklasan gençlik, geleneksel cemaatlerin sahib olduklari anlayislardan ciddi farklilasmalar yasamis ve Ümmet olma bilinci üzerinde giderek daha yogun bir sekilde durulmustu. Tercüme eserlerin genelde Ihvani Müslimin menseili olmasi, gençligin Islam diisüncesinin bu yönde sekillenmesini beraberinde getirmistir.

Yine bu dönemde, yogun okumalarin bir sonucu olarak Türkiyeli müslumanlarin ve üniversite gençliginin üzerinde konusup tartistiklari "cuma meselesi", "darü'l harp, darü'l Islam" "nebevi hareket metodu" gibi bazi kavramlar ortaya çikmistir. Bu tartismalar doksanli yillarin ilk dönemine kadar devam edecektir.

Yine bu dönemde tasavvuf ve partisel mücadele de tartismalara konu olmus ve 12 eylül öncesinin müslüman gençlerinin ortak degerleri olan bazi unsurlar sorgulanmistir,

Ihtilal sonrasinin ortaminda yeni okumalarla da ivme kazanan, geleneksel Islami cemaat, yapilardan kopus ve bagimsiz zeminlerde geleneksel Islami cemaatlerden farklilasmis Islami söylem ve perspektifle bir çalisma biçiminin oturtulmasi yönünde gelismeler yasanmistir. Bu manada geçmiste tasavvufi muhitler veya partisel çalismalarin bünyesinde yeralmis kimi gruplanmalar sadece düsünsel olarak degil yapilanma olarak da sistemden ayrismayi, bagimsizlasmayi tercih etmislerdir.

Artik üniversitelerde tasavvufu sorgulayan, partisel mücadeleyi reddeden, çalismalarinin merkezine daveti oturtan bir gençlik olusmustur. Yalniz 12 Eylül öncesinden farkli olarak bu gençlik tek bir çati altinda faaliyet göstermemektedir.

12 Eylül'ün bize armagani olarak nitelendirebilecegimiz, bugün anladigimiz manada cemaat ve yapilanmalar, tam da bu dönemde ortaya çikmistir. Cemaat ve yapilanmalarin ortaya çikislari ayri bir inceleme konusu olmakla beraber bu ayri çikisin sebepleri olarak; yöresel farkliliklar, duygusal biriliktelikler, davranis kaliplarindaki farkliliklar ve etkin sahsiyetlerin ayri durmasi seklinde birkaç husus burada ifade edilebilir. Ilk ortaya çikislarinda birbirlerinden düsünsel yönde pek de farkli olmayan bu cemaat ve yapilanmalar, zamanla çok küçük de olsa birbirlerinden farkli sabitelere sahip olmuslardir.

Yine bu dönem üniversite gençligi Afganistan'da süren cihad ve 1979'da Iran'da yapilan Islam Devrimi'nden ciddi olarak etkilenmis ve beslenmistir.

Özellikle Iran devrimi, genç kusagin sempatisini kazanmis ve hatta Iran devrimine bakis ve degerlendirmelerde cemaat ve yapilanmalarin olusmasinda etken olmustur.

Süren Afgan cihadi, gençler arasinda cihad ve sehadet duygularinin diri tutulmasini saglamis ve yer yer de üniversitelerden gençler Afganistan'in sicak ortamini bilfiil yasamislardir.

1983 yilinda genel seçimlerin yapilmasi ve ortamin kismen yumusamasiyla birlikte, düsünsel-fikirsel gelismelerin, tartismalarin kendini ifade ettigi dergi çalismalari artmaya baslamistir.Böylece tüm bu düsünce seyri, üniversite veya büyük kentlerle sinirli kalmayip Türkiye çapina yayilma imkani bulmustur. Özellikle 85'lerden sonra yogunlasan dergi çalismalari yurt genelinde, daginik ve birbirinden kopuk bulunan birçogu '80 öncesinin Akincilar'i olan Müslüman unsurun toparlanmasina, kendilerini yenilemesine ve farkli organik iliskilerin kurulmasina hizmet etmistir.

1987'li yillara gelindiginde artik üniversitelerde kendilerini tevhidi müslüman olarak ifade eden ögrenciler bulunmakta ve hiç durmaksizin teblig ve davet çalismalarini sürdürmektedirler. 80'li yillarin baslarinda sekillenmeye baslayan cemaat ve yapilanmalar 87'lerden itibaren ilkesel birliktelikler halini almaya baslamislardir.

1987-1992 arasi dönem

12 Eylül'le birlikte baslayan basörtüsü zulmü, gerek basörtülü ögrencilerin sayisal azligindan, gerekse yasagin lokal kalmasindan dolayi çok ciddi bir tepki dogurmadi. 1987 yilina gelindiginde, basörtüsü yasagina karsi özellikie üniversite merkezli yogun tepkiler konuldu. Bu tepki ve eylemlilikler 12 Eylül sonrasi süreçte yeni bir adimi olusturdu ve uzun bir aradan sonra müslüman gençler tekrar meydanlara indiler. Ortaya koyulan tepkiler karsisinda YÖK 23 Mayis 1987 tarihinde basörtüsü yasagini kademeli olarak kaldiracagini ilan etti.

1987 yilinda basörtüsü yasaklarina karsi, üniversite gençligi merkezinde ortaya konulan tavirlarla baslayan süreç, üniversite içlerinde temsil edilen siyasi düsüncenin, kitleye açik biçimde ifade edilmesi seklinde sürdürülmeye devam etmistir. Bu baglamda üniversitelerde Islam'in teblig edilmesi, Islam cografyalarindaki gelismelerin tevhidi bakis açisiyla yorumlanmasi ve bu yorumlarin afis, bildiri ve forumlar düzenlenerek kitleye tasinmasi seklinde devam etmistir.

Müslüman gençligin etkin bir biçimde propaganda yapmasi ve kitlesellesmesi ile birlikte ne yaziktir ki, üniversite koridorlarinin ve duvarlarinin sahibi olduklarini, bu nedenle de buralarda müslümanlara (onlarin deyisiyle gericilere) faaliyet yaptirmayacaklarini ilan eden sol fraksiyonlarin saldirilarina maruz kalinmistir.

Bu saldirilar kimi zaman müslüman gençligin kutsal degerlerine yönelik propagandalar seklinde olurken, kimi zaman da fiziki saldirilar seklinde kendini göstermistir. Üniversite bünyesinde süregelen bu saldirilar özellikle 90-92 yillari arasinda en üst noktasina ulasmis ve fakat birçok üniversitede müslüman gençligin hem düsünsel olarak hem de fiziksel güç olarak üstünlükleriyle son bulmustur.

Müslüman gençligin kararli tavirlari karsisinda yilginliga düsen sol düsünceye sahip ögrenciler, Müslüman gençligin faaliyetlerine istemeyerek de olsa seyirci kalmislardir. 90-92 yillari arasinda cereyan eden kavga sürecinde sol görüslü ögrencilerin kavga ahlakina riayet etmedikleri ve çogu yerde molotof kokteyli dahi kullanarak Müslüman ögrencileri yakmaya kadar vardiklarina sahit olunmustur.

Müslüman gençlik üniversitelerde yalnizca sol görüslü ögrencilerin saldirilarina maruz kalmamistir. Anadolu Üniversiteleri pratiginde yogun olarak, Istanbul Üniversiteleri pratiginde de nadiren ülkücü gençligin de saldirilarina maruz kalmistir.

Üniversitede birçok kesimin yaptigi saldirilara karsi, Müslüman gençligin gösterdigi soguk kanli ve basiretli tavirlari olaylarin daha ciddi boyutlara tirmanmasini engellemistir.

Üniversitede yogun biçimde kavgalarin devam ettigi bu dönem ayni zamanda, üniversiteli müslüman gençlerin sevk ve idare ettigi, dünya Müslümanlarinin yasadiklari pratik sorunlarin gündeme getirildigi meydan eylemleriyle de farkli bir boyut kazanmistir.

Özellikle Filistin Intifada hareketini destekleme ve Israili lanetleme eylemleri, dönemin ABD Baskani George Bush'un Türkiye'ye gelisinin protesto edilmesi, Körfez Savasinin lanetlenmesi, Azerbaycan, Bosna ve Cezayir basta olmak üzere Islam cografyalarinda yasanan kiyim ve baskilari protesto eylemlilikleri artan bir kalabalik ve coskuyla gerçeklestirilmistir.

80 sonrasi üniversite gençliginin yogun biçimde mezun vermeye basladigi bu dönemle birlikte, üniversite sonrasi yasam alanlarinda üniversite dönemlerinde edindikleri birikimleriyle birlikte var olabilen bir nesil kendini göstermis ve Islami hareket üniversite sinirlarini asan bir görünüm arzetmeye baslamistir.

12 Eylül'den sonra gerçeklestirilen ilk genel seçimlerde (1983) basbakanlik koltuguna oturan Turgut Özal gelistirdigi ve güttügü politikalarla sistem muhalifi düsüncelerin sisteme entegre olmasinda, Müslüman bireylerin dünyevilesmesinde azimsanmayacak derecede bir basariya ulasmistir.

Islam'i ve Müslümanlari dünyevilestirme, geleneksel Islam'in revaç bulma ve muhafazakarlasmasi süreci olarak adlandirabilecegimiz bu dönemde yasanilan zihinsel ve pratik savrulmalar 92'lerden itibaren kendini somut biçimde göstermeye baslamistir.

1992-1998 arasi dönem

92 yilinda üniversitelerdeki kavgalarin durulmasi, yogun aktivite ve eylemliliklerin sonunda mezun olup da üniversite sonrasi hayatin gerçekleriyle tanisan gençligin özelestirilerinin, küskünlüklerinin, bireysellesmelerinin basladigi bu dönem; yasadigi yakin geçmisi ve simdiyi dogru tahlil edebilen ve yerinde karar verebilen gençlik önderlerinin kararliligiyla, müslüman gençligin aktif hanesine yazilabilecek tavirlarla güzellestirilmeye ve kazanimlar elde edilmeye çalisilarak sürdürülmüstür.

Üniversitelerde tekrar teblig faaliyetlerine agirlik veren müslüman gençlik, geçmis yillarin sicak ve yogun gündemlerinde pek üzeririg egilemedikleri Islami egitim çalismalarina da gereken önemi ve gayreti göstererek, bireysel yetkinligi artirma yoluna gitmistir.

92 yilindan 97 yilina kadar geçen bu süreç içerisinde, iiniversite gençligi üzerinde görülen depolitize olmusluk, dünyevilik, eyyamcilik, üniversite pratiginde faaliyet gösteren ideolojik misyon sahibi tüm yapilanmalarla birlikte Müslüman gençler için de büyük bir olumsuzluk kaynagi olmustur.

Muhatab olunan kitlenin kalitesizligi ve vurdumduymazligi, hatta kendilerini Müslüman olarak isimlendiren fertlerin bile asiri duyarsizligi ve Islami hassasiyetlerden uzakligi, müslüman gençler ve Türkiye Islami hareketi açisindan önemli bir sorun olusturmustur.

Müslüman ögrencilerin düsünce dünyasini besleyen kimi yazarlarin, bu dönem ortaya attiklari "sivil toplum", "Medine vesikasi" "birlikte yasama formülleri" gibi düsünceler-zihinsel asinmayi hizlandirmis ve Islami yasami baltalamistir.

Yine bu dönem içerisinde RP'nin büyümesi ve bu büyüme ile dogru orantili olarak söylem degistirmesi de üniversiteyi soluyan müslüman ögrencileri menfi yönde etkilemistir.

Sözü edilen dönem ayrica, müslüman gençlerin üniversite içinde ve disinda polisle karsi karsiya geldigi gözalti ve tutuklanmalarin yasandigi bir dönem olmustur.

Üniversite kitlesinde görülen tüm ideolojik asinma ve duyarsizliga ragmen müslüman gençler, kendi pratiklerine yönelik degisik açilim gayretleriyle birlikte bu dönemi teblig ve egitim faaliyetlcîi, organize güç olma gayretleriyle birlikte, üniversite gençliginin soluk alip veren diger bir söyleyisle en diri kesimini temsil etmislerdir.

1997 ve sonrasi

Türkiye 1997 yilini RP'nin hükümetin büyük ortagi oldugu bir durumda karsiladi. Bu dönem genel olarak müslümanlarin "zafer sarhoslugu" içerisinde oldugu bir dönemi yansitmaktadir.

Yaklasik on bes yillik bir gelenegi olan partisel mücadele karsiti düsüncenin ifade ettigi birçok tespit ve yarginin hayat buldugu bir dönem olarak 28 Subat 1997, MGK kararlari altinda RP lideri Necmeddin Erbakan'in da imzasi oldugu halde tarihe geçti.

Artik Türkiyeli müslümanlar, özelde üniversiteli müslüman gençler için yeni bir süreç basladi; 28 Subat süreci.

Son iki yildir bu sürecin anlatildigi ve yorumlandigi yazilari okumaktan bihal olan kusagimiza tekrar bu süreci anlatacak degiliz. Yalniz birkaç noktaya deginerek çalismamizi sonlandirmak istiyoruz. 28 Subatla baslayan bu süreç yukarida da deginildigi gibi, partisel mücadele karsiti düsüncenin ortaya koydugu bir çok tesbitin geçerliligini kanitlayan bir süreç olmustur.

Baski ve yildirmaya yönelik gelistirilen tavirlar karsisinda özelde üniversiteyi soluyan müslümanlar olarak, kabuklarina çekilip ideallerimizi terketmek yerine, ideallerimizi amellerimize yansitacak bu süreci lehimize çevirecek uzun soluklu, aceleye ve kararsizliga yer vermeksizin, öncelikle kisa vadeli, bunun yaninda orta ve uzun vadeli teorik ve pratik açilimlar getirme zorunlulugumuz vardir.

Son otuz yillik yürüyüsün, bu günkü temsilcileri olan bizler, yarinlara hesap verme zorunluliigumuz oldugu bilincini yitirmeden, yasadigimiz anin fikhini olusturmali, bireysel ve yapisal coskunlugumuzdan ödün vermemeliyiz.

Unutulmamali ki, Allah(cc)'in omzumuza yükledigi sorumluluklardan kaçarsak Allah Teala, bu sorumlulugu yükleyecek birilerini elbette var edecektir. Önemli olan bizim neyi, ne kadar omuzladigimiz.

Dogru yolda yürüme azmi bizden, sirati müstakim üzere kilmak Rabbimiz'dendir.

Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi: 2+3, 1999, Istanbul
 

sansar

Aktif Üye
Katılım
14 May 2011
Mesajlar
954
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Konum
Almanya
Cevdet Sunay Besinci Cumhurbaskani oldu

28 Mart 1966 Çarsamba günü Cevdet Sunay Cumhurbaskani seçilmisti.

27 Mayis 1960 darbesiyle birlikte basina beklenmedik bir sekilde büyük bir "devlet kusu" konan Cemal Gürsel, 15 Ekim 1961 seçimlerinden sonra dördüncü Cumhurbaskani olmustur. Gürsel'in nasil Cumhurbaskani seçildigini daha evvel tafsilâtiyla kaydetmistik. 1961 seçimlerinde Samsun'dan Adalet Partisi listesinden bagimsiz senatör seçilen Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Basgil'in Cumhurbaskani adayligindan ölümle tehdit edilerek çekilmesinden sonra tek aday olarak girdigi seçimi kazanarak dördüncü Cumhurbaskani olan Cemal Gürsel, 1966 yili baslarinda hastalanmis ve 3 Subat günü alelâcele Amerika'ya götürülerek Walter Reed hastahanesinde tedavi altina alinmissa da, bes gün sonra durumu agirlasarak komaya girmistir. 26 Mart'ta yurda getirilip Ankara Gülhane Hastahanesi'ne yatirilan Gürsel'in agir hasta olup komada bulunduguna, vazife yapamayacak durumda olduguna dair otuz yedi doktor tarafindan imzalanan rapor üzerine Cumhurbaskanligindan uzaklastirilan Cemal Gürsel iki yüz ondokuz gün komada kalip 14 Eylül 1966 günü ölmüs, üç gün sonra da Anitkabir bahçesine gömülmüstür.

Cemal Gürsel'in hastaliginin agirlastigi günlerde zamanin Genelkurmay Baskani Cevdet Sunay bu makamdan ayrilip 1966 yilinin 14 Mart günü Kontenjan Senatörlügüyle Senato'ya girmis ve Gürsel'in vazife yapamayacak durumda olduguna dair rapor verilmesinden hemen iki gün sonra Cumhurbaskani seçilmistir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 28 Mart 1966 Çarsamba günkü toplantisinda oylamaya katilan 532 üyeden 461'inin oyu ile Devlet Reisi seçilen ve o günkü yemin merasimini müteakib: "Bu serefli vazifeyi kabul ederken, milletin ve sizlerin hizmeti için Allah'tan bana yardimci olmasini niyaz ederim" diyerek vazifeye baslayan Sunay'dan bosalan Genelkurmay Baskanligi'na da Kara Kuvvetleri Kumandani Cemal Tural getirilmistir. Bazi hatirattan ögrendigimize göre Cemal Tural'in bu makama getirilmesi Sunay'in tavsiyesiyle gerçeklesmistir.

SIKINTILI YILLAR!..

Besinci Cumhurbaskani Cevdet Sunay 28 Mart 1973 tarihine kadar devam eden Devlet Reisligi'nde zaman zaman sikintili günler geçirmistir!.. Sirasiyla Süleyman Demirel, Nihad Erim ve Ferid Melen'in hükümet kurduklari bu dönemde en uzun müddet hükümet basinda kalan (27.10.1965-19.03.1971) Süleyman Demirel'dir. Demirel bu dönem için Sunay'in ölümünden sonra: "Bes yil, Cumhurbaskani Sunay ile rahat çalistik. Birbirimizi anliyorduk. Çankaya ile hükümet arasindaki bu uyum Türkiye'ye pek çok sey kazandirmistir" demistir.

Türkiye'de sol hareketin çilginligi, CHP'nin "Ortanin Solu" slogani, Ecevit'in adinin duyulmaya baslamasi, talebeler arasindaki sag-sol kavgasi, Yassida Mahkemesi'nde yargilanip hapse mahkum olan ve Kayseri cezaevinde kalan basta Celâl Bayar olmak üzere Demokrat Parti milletvekillerinin affi ile siyasî haklar verilmesi mevzuunda o günlerin partileri (Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi, CHP, Demokratik Parti) arasindaki mücadele, Suat Hayri Ürgüplü'nün Basbakanliga getirilip (29.04.1972) kurdugu hükümetin Sunay tarafindan önce uygun görülüp sonra reddedilmesi, üniversitelerde zaman zaman arama yapilmasi, hattâ bazen kapatilmasi, Ismet Inönü'nün irticâ ve Nurculuk kelimelerini diline dolayip sik sik tekrarlamasi, 1967 Kibris olaylari, ABD Baskani Jonson'un mektubu, Yargitay Baskani Imran Öktem'in cenaze merasimindeki olaylar (1969) ve sonrasindaki nümayisler, Birinci Bogaz Köprüsü, Istanbul ve Ankara'da bazi resmî binalarin bombalanmasi Genelkurmay Baskani Cemal Tural'in Askerî Sûra'ya alinarak Orgeneral Memduh Tagmaç'in Genelkurmay Baskani olmasi (12 Mart 1969), Millî Nizam Partisi'nin kurulmasi (26 Ocak 1970), Israil Baskonsolosu'nun kaçirilmasi ve daha sonra öldürülmesi, üç Ingiliz teknisyenin kaçirilip öldürülmesi, Bogaziçi adli yolcu uçaginin Bulgaristan'a kaçirilmasi, Deniz Gezmis ve iki arkadasinin idâmi, Ismet Inönü'nün önce CHP liderliginden daha sonra CHP'den ve milletvekilliginden istifasi, birinci ve ikinci Nihad Erim hükümetleri (1971-1972), sonra Ferid Melen'in basbakanligi ve benzeri olaylar ve meshur 12 Mart Muhtirasi Cevdet Sunay'in Cumhurbaskanligi döneminde cereyan etmistir.

VE SONRASI...

Sütunumuzun müsaadesi nisbetinde ancak bazilarini kaydedebildigimiz olaylar böyle birbirini kovalarken Cevdet Sunay'in Çankaya günlerinin sonu yaklasmis ve o günlerde Genelkurmay Baskani olan Faruk Gürler'in adi yeni Cumhurbaskani için anilir olmustur.

Cevdet Sunay'in yeni Cumhurbaskani için parti liderleri, basbakan ve askerî erkânla görüsüp Faruk Gürler'i Kontenjan Senatörü olarak atamasiyla baslayan dönem hayli uzun sürmüs ve çetin bir mücadele ile geçmistir. Alti buçuk ay Genelkurmay basinda kalan ve 5 Mart 1973 günü emekliligini isteyip Kontenjan Senatörü olarak 7 Mart Çarsamba günü Senato'da yemin eden Faruk Gürler, iki senatör tarafindan Cumhurbaskanligina aday gösterilmistir. Iki aday daha vardir: Tekin Ariburun (Senato Baskani) ve Ferruh Bozbeyli (Demokratik Parti Genel Baskani)...

13 Mart 1973 Sali günü baslayan Cumhurbaskani seçimi 20 Mart'a kadar devam etmis ve o gün Gürler'le Ariburun adayliktan çekilmislerdir. Bu durumda Süleyman Demirel, buhrani tahrikle itham edilmis, Ecevit ise: "Gürler'e söz ve ümit vermis degilim" diyerek Devlet Baskani seçiminin genel seçimlerden sonraya birakilmasini istemistir. Böyle seçimin bir neticeye ulasamadigi günlerde Adalet Partisi ile CHP, bir "Sunay Formülü" ortaya atmis ve bu formulle Sunay'in görev süresinin uzatilmasi istenmis, hattâ bu mesele Anayasa Komisyonu'na kadar götürülmüstür. Demokratik Parti ile C. Güven Partisi'nin muhalefet ettigi "Sunay Formülü"nün müzakeresine 21 Mart Çarsamba günü baslanmis ve AP'lilerle Demokratik Partililer arasinda baslayan münakasa, sonunda tekme-tokat kavgaya kadar gitmis, Demokratik Partililer'in "Buradan ölümüz çikar, bu kanun çikmaz" diye bagirdiklari o günkü komisyon toplantisina Meclis tarihinde ilk defa polis çagrilmistir!..

"Sunay Formülü" böylesine bir kavga ile komisyondan geçip Genel Kurul'a indirilmis ve AP'lilerle DP'lilerin bütün gayretlerine ragmen bir oy farki ile reddedilmistir! O günkü mevzuata göre Senato'ya gönderilen bu Meclis karari, 25 Mart günü Senato tarafindan da kabul edilmemis, böylece Sunay'in görev süresinin uzatilmasi gerçeklesmemistir!..

Erken seçimden bahsedildigi o dönemde Ecevit yeni bir isim ortaya atmistir: Anayasa Mahkemesi Baskani Muhiddin Taylan!.. Ecevit'i, Demirel'le Feyzioglu da desteklemislerdir!.. Çankaya'da son birkaç gününü geçirmekte olan Cevdat Sunay, bulunan bu yeni sahsi, Kontenjan Senatörü atayacak, sonra aday olunacak ve böylece Muhiddin Taylan Cumhurbaskani seçilecek!.. Ecevit, Demirel ve Feyzioglu böyle hesap-kitap yaptilar ama, Cevdat Sunay, Muhiddin Taylan'i Senatör atamadi ve 28 Mart 1973 günü vazifesini tamamlayarak Çankaya'dan askerî merasimle ayrildi...

Besinci Cumhurbaskani Cevdet Sunay'in Çankaya'dan ayrilirken yayinladigi beyannâme sudur: "Görevden ayrilirken milletimin bilmesini istedigim bir hususa da degincegim: Anayasamiz Cumhurbaskani'nin süresini yedi yil olarak tesbit ve tahdit etmistir. Ancak ben bu amir hükmün mevcudiyetine ragmen, son günlerde büyük siyasî partilerimizin ve kuruluslarimizin israrli çagrilarina muhatab oldum ve zaruritlerin baskisi ile bir çare olmak üzere Cumhurbaskanligi seçiminin ertelenerek sürenin iki yil uzatilmasina muvafakat ettim. Bu imkâni aramak suretiyle bana güvenini izhar etmis olan Büyük Millet Meclisi'nin büyük çogunluguna sükranlarimi bildirmek isterim."

Görev süresinin uzatilmasina (Sunay Formülü) niçin muvafakat ettigini böyle izaha lüzum gören Sunay'in Çankaya'dan ayrilmasindan sonra Senato Baskani Tekin Ariburun Devlet Reisi'ne vekâlet etmis ve neticesiz Cumhurbasakin seçimi turlari 4 Nisan'a kadar devam edip, 6 Nisan Cuma günü AP, CHP ve CGP'nin ortak adayi Fahri Korutürk altinci Cumhurbaskani seçilmistir.

Mustafa Müftüoglu

Milli Gazete 30.03.2001
 

Bilgi / İnfo

satcafesi.net kar amacı gütmeyen bilgi & paylaşım üzerine kurulu ücretsiz bir forum sitesidir,Üyeler her türlü bilgiyi,dosya,video,resim,vs. önceden onay olmadan paylaşabilmektedir,bunedenle oluşacak herhangi bir illegal paylaşımdan satcafesi sorumluluk almamaktadır,T.CK.na aykırı paylaşım görüldüğünde iletişim kısmından bizlere bildirmenizi rica ederiz.

Yasal Haklar

Foruma gönderilen mesajlardan öncelikle mesaj sahipleri sorumludurlar. Forum yöneticileri başkalarının mesaj veya konularından sorumlu tutulamazlar. Ancak yasal nedenlere bağlı herhangi bir şikayet durumunda, yetkililer bilgilendirildiği takdirde ilgili düzenleme yapılacaktır.
Üst