Amr Bin Âs
Meşhûr Arab dâhîlerinden.
Önceleri kabîlesine uyarak, İslâm aleyhinde çalışan Amr bin Âs, sonra yaptıklarına pişman olarak Müslüman oldu. Yaptıklarını ve Müslüman olmasını kendisi şöyle anlatır:
Hendek savaşından döndükten sonra, ba'zı ileri gelen kişileri topladım. Onlara dedim ki:
- Muhammed aleyhisselâm gün geçtikçe kuvvetleniyor. Kısa zamanda Mekke'yi ele geçirir. Bu yüzden sizlere Habeş hükümdârı Necâşî'ye sığınmayı teklif ediyorum. Biz, Necâşî'nin yanında bulunduğumuz sırada, Muhammed aleyhisselâm kavmimize galip gelirse, bizim, Necâşî'nin yanında olmamız, O'nun eli altında bulunmamızdan daha iyidir. Şâyet kavmimiz savaşı kazanırsa, geri döneriz.
Necâşî'den onu isteyeceğim
Bu teklifimi beğendiler ve Necâşî'ye vermek üzere hediyeler hazırladık. Necâşî'nin huzûruna vardığımızda, bizden önce Necâşî'nin yanına, Resûl-i ekremin elçisi Amr bin Ümeyye girdi. Resûl-i ekremin , Ümmü Habîbe binti Ebû Süfyân'ı kendisine nikâhlaması için gönderdiği bir mektubunu sundu.
Amr bin Ümeyye dışarı çıktıktan sonra Necâşî'nin yanına girdim. Necâşî bana dedi ki:
- Merhabâ! Hoş geldin ey dostum! Bana memleketinden bir şeyler hediye edecek misin?
- Ey Hükümdâr! Sana çok miktarda deri getirdim, diyerek hediyeleri önüne koydum. Deriler, Necâşî'nin çok hoşuna gitti. Bu durumdan faydalanarak dedim ki:
- Ey Hükümdâr! Huzûrundan çıkan birini gördüm. Onu teslim et, öldüreyim. O, bize düşman birisinin elçisidir ve eşrâfımızdan ba'zı kişileri öldürmüştür.
Necâşî, benim bu sözlerime çok kızdı. Eliyle burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı sandım ve fışkıran kan üzerimi berbat etti. Zillet ve mahcûbiyet içinde kaldım. O an yer yarılsaydı, utancımdan yerin dibine girerdim. Daha sonra kendimi toplayarak;
- Ey Hükümdâr! Kızacağınızı bilseydim, böyle söylemezdim, dedim.
O zaman bana dedi ki:
- Ey Amr! Sen, Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâma gelmiş olan Cebrâil'in kendisine gelen bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana vermemi mi istiyorsun? Eğer onu öldürmüş olsaydın, vallahi sizden kimseyi sağ bırakmazdım. Hiç Resûl-i ekremin elçisi öldürülür mü?
Kalbimi İslâmiyete açtı
O anda, Allahü teâlâ kalbimi İslâmiyete açtı. Kendi kendime, "Arablar ve Arab olmayanlar bu gerçeği kabûl ettiği hâlde, sen hâlâ muhâlefet etmekte ve karşı koymaktasın. Yazıklar olsun sana" dedim. Sonra da Necâşî'ye sordum:
- Ey Hükümdâr! O gerçekten bir peygamber midir? O'nun peygamber olduğuna şehâdet ediyor musun?
- Ey Amr! Sana yazıklar olsun. Ben O'nun Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir resûl olduğuna şehâdet ediyorum. Sen sözümü dinle, hemen O'na tâbi ol! Zîrâ O, vallahi hak üzeredir ve Mûsâ aleyhisselâmın, Fir'avna ve ordusuna galip geldiği gibi, kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir.
- Öyleyse, benim O'na bî'atimi kabûl eder misin?
Bu sorum üzerine "Evet" deyince, elimi eline uzattım ve Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldum.
Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif hissederek ayrıldım. Arkadaşlarımın yanına döndüm ve Müslüman olduğumu sakladım. Onlar bana sordular:
- Dostun Necâşî'den istediğini alabildin mi?
- Kendisiyle ilk görüşmemde bunu dile getirmeyi uygun bulmadım. Daha sonra gittiğimde söyleyeceğim.
Müslüman olmayan kalmadı
Sonra Amr bin Ümeyye'nin yanına gittim ve onunla kucaklaştım. Bir işimi bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım. Limana giderek Şuaybe'ye giden kereste yüklü bir gemiye bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve satın alarak, Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile karşılaştım. Hâlid bin Velîd'e sordum:
- Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun?
- Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât muhakkak Allahın resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım. Aklı başında olan kimselerden Müslüman olmayan kalmadı. Bunun üzerine;
- Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim.
Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek üzere yola çıktık. Ebû İnâbe kuyusunda bulunan bir zât;
- Yâ Rebâh! Yâ Rebâh! diye bağırdı.
O zâtın bu sözlerini hayra yorarak yolumuza devam ettik. O zât bize tekrar bakarak;
- Mekke artık bu ikisinden sonra hâkimiyetini kaybetti, dedi.
O zâtın bu sözüyle, beni ve Hâlid bin Velîd'i kasdettiğini anladım.
Şartın nedir?
Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz elbiseler giydik. O arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın yanına gittik. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Mü'minler etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât ederek Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman oldu. O sırada kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş buldum. Utancımdan dolayı yüzüne bakamıyordum.
- Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim, dedim.
Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine buyurdular ki:
- Yâ Amr! Sana ne oldu?
- Bîat için şart koşmak istiyorum.
- Şartın nedir?
- Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım bağışlanmak şartıyla size bîat edeceğim.
Gelecek günâhlarım için magfiret taleb etmek aklıma gelmedi. Bunun üzerine Fahr-i âlem efendimiz buyurdu ki:
- Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten önce yapılanların hesâbı sorulmaz.
Bîat ettiğim anda insanlardan hiç biri bana, Resûl-i ekremden daha sevgili ve O'ndan daha yüce olmamıştı. Vallahi, Müslüman olduktan sonra önemli işlerde Server-i âlem beni ve Hâlid bin Velîd'i diğer Eshâbından ayırmadı.
Bir gün Amr bin Âs, Peygamber efendimize arz etti ki:
- Yâ Resûlallah, nice müddettir, İslâmiyet sarayını yıkmaya kasdettim. Şimdi murâdım odur ki, İslâma geldiğim belli ola.
Beyaz sancak bağladı
Habîb-i kibriyâ buyurdu ki:
- Yakında seni bir hizmete gönderirim.
Bir süre sonra Resûl-i ekrem, Amr bin Âs'a;
- Elbiseni giy, silâhını kuşan ve yanıma gel, buyurunca, derhal bu emri yerine getirerek huzûra vardı. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey Amr! Seni ordunun başında gazâya göndereceğim. Allahü teâlâ sana selâmet ve ganîmet versin ve çok sâlih mal ile dön.
- Yâ Resûlallah! Ben mal kazanmak için Müslüman olmadım. İslâma olan sevgimden dolayı Müslüman oldum.
- Ey Amr! Sâlih mal, sâlih kimsede ne güzeldir.
Server-i âlem, Amr bin Âs için beyaz bir sancak bağladı ve ayrıca siyah bir bayrak verdi. Babasının dayıları olan Belî bin Ömer bin Lihaf kabîlesini İslâma da'vet etmesini, Müslümanlığı kabûl etmedikleri takdirde savaşmasını emir buyurdu.
Amr bin Âs'ı; Süheyb bin Sinân, Sa'îd bin Zeyd, Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Sa'd bin Ubâde gibi Muhâcir ve Ensârın ileri gelenlerinden üç yüz sahâbînin başına geçirdi. Askerî birlikte otuz at vardı. Gündüzleri gizlenerek, geceleri ise hedefe doğru ilerliyerek, Zât-üs-Selâsil'e yaklaştılar. Burada, kâfirlerin başka kabîlelerle birleştiğini haber alan Amr bin Âs, durumu Resûlullah efendimize bildirdi.
Fahr-i âlem efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ın emri altında, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer'in de bulunduğu bir birliği Amr bin Âs'a yardım için gönderdi. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Amr bin Âs'ın yanına varınca, ona tâbi oldu.
Mücâhidlerin gittiği bölge çok soğuktu. Isınmak için ateş yakmak istediler. Amr bin Âs karşı çıkarak dedi ki:
- Kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım.
Onun bu sözleri Eshâbın çok ağrına gitti. Hazret-i Ömer, onun bu sözlerini işitince çok üzüldü ve yanına gitmek istedi. Hazret-i Ebû Bekir ona engel oldu:
- Onu kendi hâline bırak. Resûl-i ekrem onu, savaştaki üstün bilgisi yüzünden bize kumandan tâyin etti.
Bol ganimet topladılar
Bu sözler üzerine Hazret-i Ömer sükût etti. Amr bin Âs, gece ve gündüz ilerleyip, Belî kabîlesine baskın ve akınlar yaptı. Önceleri güçlü bir ordu ile karşılaşmadı. Belî topraklarında bir müddet ilerledikten sonra, düşman ordusuyla karşılaşan Amr bin Âs'ın birliği, savaşa başladı. Tekbîr sesleriyle toplu hücûma geçen mücâhidler karşısında kâfirler pek az dayandılar ve kaçmaya başladılar. Mücâhidler onları tâkib etmek istedi ise de, Amr bin Âs izin vermedi ve gazâda çok sayıda esir ve ganîmet ele geçirildi.
Medîne'ye döndüklerinde, mücâhidlere ateş yaktırmama konusu Resûl-i ekreme intikâl etti. Bunun üzerine Amr bin Âs dedi ki:
- Ey Allahın Resûlü! Müslümanların sayısı az idi. Düşmanın, yanan ateşe bakarak, onları az görmesinden korktum. Kâfirleri tâkib etmekten onları menettim. Zîrâ pusu kurulmasından, pusuya düşürülmekten çekindim.